Ramazan nostaljisin otuzlu yıllar ve sonrası gözlemlerime devam ediyoruz.

Bu günde, Her yönden yani, gelişi, günlüğü iftarı, ibadeti dolayısıyla ay içindeki kutsallıklardan birisi olan İftar davetleri gözlemlerimi anlatmak isterim.

Düşünenlerimiz olacak belki... “Ramazan dışında yapılan yemek davetlerinden ne farkı olabiliyor...” diye.

***

Bırakın aşağıda genişçe izah etmeye çalışacağımız hususları. Daha söylemler de bile bir fark apaçık görülmekte olmuyor mu?

“ Bu gün Akşam yemeğe davetliyim...”

“ İFTARA davetliyim...”

İki söyleyiş arasındaki ses vurgusuna bakın tekrar, tekrar. Belki farkında olmamış olabilirsiniz.

Birisi normal bir ton ve yavaşlıkla söylenirken, diğeri biraz yükseklik yanın da, haz ve gurur verici bir sevinç içinde oluşu, hiçte göz ardı edilemez...

İftara davet edilme ve etmenin Kutsallığı bir tarafa, giderken veya gelenleri karşılarken bile duygularda değişiklik vardır.

***

İftar davetleri çeşit, çeşit olmakta...

Hısım Akraba, Komşu, Ahbap, Personel ve fakirler için ayrı, ayrı veya dağıtılarak İftar daveti yapılmakta 

İftar davetlerinin yeri on, on beş yıllar öncesine kadar ev sahibinin bizzat evinde olurdu. İstanbul'da Osmanlı paşaların iftarı bile konaklarında olurdu. 

Son yıllarda ki modernleşmemizle Lüks Restoranlarda verilmeye başlandı. Çok topluluklu davetler, ya o yerin yemekhanesi yada bir Lokanta da olmak mecburiyetinde. O ayrıcalıklı.

***

Bu işlemde de dikkat nazarı çeken hususlar var.

Yıllar öncesi de lüks lokantalar vardı. Yıkılan Merkez lokantası gibi.

O zamanların muhterem ev sahipleri. Evlerde yapılacak İftar davetinin ulvîliğine önem verir, samimiyet içinde kaynaşmayı daha uygun bulur, Bereket verir düşüncesinde olurdu. 

İftara davet edilecek kişilerin dağılımına da önem verirlerdi.

Çoğunun birkaç gün arka arkaya yaptıkları iftar davetlerinde, akrabalarla Komşu vb. yi ayrı çağırsalar da bunların arasında ki kişilerin, Mevki, Mali durum, meslek üstünlüğü vb. gibi farklılıklarda bilhassa ayırım yapmamaya özen gösterip, aynı Camideki karışım gibi, karıştırarak! 

Yani, Zenginin yanına fakir, profesörün yanına asistanı, ustanın yanına kalfa ve çırağını dağıtımlı davet ederdi. 

Bazen de, önceden ayarlanmış davet değil, İftar sırasında da davet olurdu.

Akşam namazına gidenler. Camide gördükleri yabancı birisini görürse, kime davetli olduğunu usul için de sorar, yok ise evine götürürdü.

Çünkü sofrada bir misafir bulundurmanın sevabını almak isterdi.

***

İftar davetinin nostaljisini aşağıdaki olayla noktalayarak İftar Yemekleri nostaljisini anlatmak nasibiyle...

Hükümdar Harun Reşit zamanında, kardeşi de denilen, Halk arasında meczup olarak görülen “Pervildane” (Pervildivane de deniliyor) varmış. 

Söylediği veya yaptığı hareketler Nasrettin Hoca gibi düşündürücü imiş. 

Hatta kişilerin aklından geçirdiği düşüncelere vakıf olurmuş.

Bir Ramazan günü Harun Reşit Çağırarak, “Git falan büyük camide akşam namazı kılanların hepsini İftar sofrasına davet ederek getir” demiş

Camiye giden Pervildane, Namaz sonu cami kapısına durarak, “ İmam ilk Rekatta hangi Zammı sureyi okudu?” diye sormuş.

Cevap verebilenleri bir tarafta bekletmiş. Bilemeyen diğerlerine bir şey söylemediğinden, onlar evlerine gitmiş.

Yüze yakın cemaattan soruya bilinçli cevap veren ona yakın kişiyi Harun Reşidin İftar sofrasına getirmiş.

Harun Reşit hayretler içinde! “Demek camiye bu kadar az kişi geldi öylemi?...” diye birazda hayıflanarak sormuş.

Pervildane “Hayır, cemaat yüzden fazla idi” deyince H. Reşit “Neye getirmedin hepsini” diye azarlamış.

Pervildane cevaplamış. “Ne kızıyorsun?... Sen Bana Namaz kılanları getir dedin. Camiye gelenleri getir demedin ki...”

***

Bereketli, Sağlıklı, Afiyet içinde İftarlar...