Sayın Başbakan Binali  Yıldırım Yurt Dışı Eğitim programı  töreninde, ‘’Şimdi alın terinin yerini akıl teri alıyor. Akıl terinin katma değeri, alın terinden daha fazla olmaya başladı’’ dedi.

Aslında bu’’ akıl teri’’ cümlesini Ege Otomotiv  Derneği’nin düzenlemiş olduğu panelden HaberTürk yazarı, Osman Gençer’in köşesinden; (16.06.2017) okumuştum.

1988’de Gaziantep’e gittiğimde orada şöyle derlerdi,  Düveni (işyeri, dükkan) olmayana kız vermeyiz derlerdi. Girişimciliğin önemli olduğunu söylerlerdi.

Kayseri’de   akıllı olanı   sanayici yapar, diğerlerini okula gönderirler, derler.

Çok uzun bir zaman ülkemizde, özellikle Anadolu’da okuyup da ne olacaksın diye serzenişte bulunulurdu.

Aslında ülkemiz her zaman eğitime önem vermiş ama, eğitime doğru yaklaşılmamış.

Bunun için Osmanlı’nın son zamanlarından beri yurt dışına bilgi, beceri, kültür ve bilim öğrenilmesi, farklı bakış açısı kazandırılması için öğrenciler gönderilmiş.

Çok uzun  bir zaman sürecinde  yurt dışına giden öğrencilerimiz, eğitim göreceğiz derken kendi kültürlerini, benliğini kaybetme tehlikesi yaşamış. Gittikleri ülkelerden öğrendikleri ile daha iyisini yapmak yerine, onlar gibi yaşayıp sağlanan imkânlarla onlara hizmet etmişler.

Onların kültürünü benimsemişler, onların dilini kendi dilimize tercih etmişler.  Öyle ki kendi dilini yabancı aksanı ile konuşmayı entelektüel bir davranış olarak görmüşler.

Kendi ülkelerine yabancılaşarak, ülkemizden beyin göçüne sebep olmuşlar.

Ülkemize dönenler de alt yapı;  gerek devlet gerek işyerleri tarafından ihtiyaç duyulan alt yapı hazırlanmadığı için, geri dönmüş.

1970’li yıllarda Japonya, Kore ve Çinliler için; yurt dışına eğitim giden öğrencilerin sadece kuru bir eğitimin çok ötesinde bir amaç için şuurla, bilinç ile donatılarak yeni teknolojilerin bilgilerin öğrenilip yurtlarına dönebilecekleri şekilde politikalar düzenliyorlar diyorlardı.

Tıpkı Atatürk gibi. Atatürk yurt dışına gönderecekleri öğrenciler ile bizzat ilgilenirmiş. Gitme sebebini, okullarını, ülkelerini seçerken birebir ilgilenirmiş.

Hatta bu öğrencilerin hedefledikleri bilgi, teknolojiyi öğrenemeyenlerin arasında intihar edenlerden bahsedilirdi.

1980’li yılların başında dünya ekonomi sahnesinde Güney Kore ülkemizden geri bir seviyede idi.

Bugün Japonya, Çin ve Kore gelişmiş dünya ekonomisinin ağırlık merkezindeler.

Ülkemizde uzun dönemli sağlıksız hatta hedefsiz; eğitim, ekonomi, sanayi ve sanayi bölgeleri ile adeta üniversiteler ile eğitim ve ekonomi arasına duvarlar örmüşüz.

Sadece alın terini yeterli görmüşüz.

Endüstri 4.0 ile yeni bir ivme kazanan gelişmiş ekonomilerle aramızdaki mesafeyi açmadan kapatıp  kendi teknolojilerimize ulaşarak gelişmiş dünya ekonomisinde lokomotif görevler üstlenebilmemiz ve tam bağımsızlığımız için eğitim ile sanayiyi hızla uyumlaştırmalıyız.

Hatta bu işe yalnız sanayicilere bırakmayıp onları özendirerek, teşvik ederek sorumlu hale getirmeliyiz.

Bilginin ve aklın alın terinin olmadığı yerde katma değerin olamayacağını, bilim, bilgi ve akıl ile alın terinin nasıl daha bereketli hale geleceği, bilincini işverene ve iş yerlerine yerleştirmeliyiz. Tabi ki işyeri sahiplerini bundan karlı çıkacaklarına ikna ederek.

Sayın başbakan bu  program vesilesi ile yaptığı konuşmada devletin bu bilince yaklaştığı ümidini vermiştir.

Yurt dışına eğitim için gönderdiğimiz öğrenciler kadar yurt dışından ülkemize eğitim için gelen öğrencilerin de ülkemiz ekonomisine akıl terleri ile katkı sağlayabilecekleri sistemleri hızla oluşturmalıyız.

Bu politikalar sadece güzel haberlere vesile olmak için konuşulmamalı.  Uygulamaya geçilmeli.

Organize sanayi bölgeleri hala deneme yanılma yöntemi ile kopyalama sistemi ile iş yapmaya çalışan kendi teknolojilerini üretme ihtiyacına sahip olmamış fabrikalarla dolu.

Bu sadece sanayicinin sorunu değil. Şimdilik onlar bu yöntemle para kazanıyor ve büyüyor. Bunu yeterli sayıyorlar. Hala üniversitelerimize yakın durmuyorlar.

Bu bir ülke meselesi olmalı, gelişme politikasının amacı olmalı. Belirlenen politikalar iş yerlerini üniversitelerle iş birliğine özendirmeli.

Üniversiteleri de sanayicileri anlamaya, algılamaya yönlendirmeli.

Yoksa uzun vadede katma değerli ürünleri hala üretememiş olacağız.

Gelişme büyümeden çok farklı bir  seviye. Bu bilinç, toplumca anlaşılabilir olmalı. Bunun yolu da bu bilinci yerleştirecek politikalar.

Akıl teri olmadığı sürece, alın teri sadece kısır kalacaktır. Akıl teri, alın teri ile uyumlu halde kullanılabilirse işte o zaman katma değerli ürünler üreten sanayimiz olur.

Sadece parasal büyüklükte iş yerleri değil gelişmiş, önder lokomotif iş yerlerimiz olur.

Beyin göçü bu tip gelişmeye açık ekonomilere doğru hareket eder.

O zaman hem ülkemizin hem dünyanın proje üreten, akıl teri olan gücünü  ekonomimize kazandırmış olur.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi Çin, Japonya Güney Kore’ye hayran hayran bakacağımıza hayran olunacak adımlar atmalıyız.

Samsung, Hyundai, LG gibi küresel devlerimiz bizim de neden olmasın.