Bir gün susar benliğin. Yazdıkların kalır geriye! Onlar konuşur ardından. Acını, sevgini, sustuklarını, hayallerini, düşlerini haykırır! Ama bir gün yüreğinin sesi konuşmaya başlar, bütün susanlara rağmen!

Yatsın bu dünya!.. Herkes kendi dünyasının başrol oyuncusu olsun. İnsanların istediği de bu değil mi sonuçta?..“Her şeye sahibim” düşüncesinde olması! Hülya tam da bu düşüncelerin mekânı! 

Uyurken tüm âlem birdir. Makam, mevki yoktur. Gecekonduda uyuyan da, köşkte şekerleme yapan da aynıdır.  Uykunun beş yıldızlısı, bir yıldızlısı yoktur. Dünyanın eşitliği uykuda gizlidir belki de... Adalet kavramı o saatlerde vuku bulmaktadır hayatlarda!

Hayatı yüreği ile gören insan, gözleri ile bakan binlercesinin fark edemediğini görür. Tek kimlik vicdandır.Ahmet Ümit'in dediği gibi; “İnsan her şeye alışır diyorlar ya, öyle olmuyor işte aslında! Başka çaren olmadığı için katlanıyorsun ama alışmıyorsun.”

Teröre alışmadık mesela ama bununla yaşamak zorunda kalıyoruz. Her gün bir haber daha hançer gibi saplanıyor gönlümüze! Genelde eski gemicilerin bildiği duyulmamış bir hikâyede şöyle anlatılır;“Eskiden gemilerde fareleri yok etmek için İngiliz gemilerinde uygulanan bir metotta bir tane fareyi canlı olarak yakalayıp boş bir tenekeye koyarlar ve günlerce aç bırakırlar. Sonra bir gün yakaladıkları küçük bir fareyi bu farenin yanına koyarlar. Günlerce aç kalmış olan fare yanına koyulan fareyi yer. Sonra bir daha, bir daha derken yamyam bir fare elde ederler. Bu fare artık iyice de semirmiş ve kuvvetlenmiş olur. Sonra bu fareyi geminin içine salarlar. Şimdi ortada tebdil kıyafetle gezen güçlü, kuvvetli bir yamyam fare vardır ve bu fare rahatlıkla diğer farelerin yanına sokulur ve yakaladığını yer. Böylece gemi farelerden temizlenir.” 

Bir nesli yok etmek için uyguladıkları bu metodu, şimdi içimize eğitilmiş, semirmiş, beyni yıkanmış, yamyam fareler sokularak, bizi de yok etmek için kullanıyorlar. Aramızdaki bu yamyam farelere dikkat etmemiz gerek. Aklımızı kullanmalıyız, kendimizi yedirtmemeliyiz.

Yatsak uzun uzun ve epey bir zaman uyanmasak... Herkes eşit olsa... Tüm kötülüklerin üzeri sıcacık bir iyilik yorganıyla örtülse! Tek sıkıntımız başımızın altındaki yastığın kayıp sabah olduğunda boynumuzun tutulması ya da erken saatte çalan alarmın sesi olsa! Zihnimizdeki kötülükleri rüya sanana kadar uyusak! Ve sonra uyansak! Tüm kötülükler kaybolsa! Her şey yoluna girmiş olsa! 

Bu kötülüklerin sonunun gelmesini bekleyen tek biziz sanıyoruz ama ecel de bekler, musalla da bekler, mizan da bekler. Tek beklemeyen zamandır. Lâkin bekleyenleri de düşünüp hazırlanmak gerek. En uzun uyku işte o zaman vuku bulacaktır. Belki de şuan bir uyku içindeyiz ve o zaman uyanıp bu kâbustan uyanacağız. Tek fark, fanideki rüya bize bir şey kaybettirmez. Ebediyettir esas hesap görülecek yer.

Cahit Zarifoğlu'nun dediği gibi; “Az az ölüyoruz her gün. Yağmurdan, havadan bahseder gibi!” Bu dünya ne garip handır. O kadar insanlıktan yoksun şehit kanı dökenler varken size mi kaldı ölmek ana kuzuları?..

Evet, çabuk sinirleniyorum ben. Daha içimde kusamadığım onca cümlelerin iç bulantısını yaşıyorum. Çünkü o kelimler ıstırap veriyor gönlüme! Aramıza salınmış, beyni yıkanmış bu yamyam farelerin içimizde fink atmaları canımı haliyle sıkıyor. 

Sonra bir dörtlük yankılanıyor yürek duvarlarıma çarpa çarpa; 

“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdat inerek öpse o pâk alnı değer,

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i!

Bedr'inarslanları ancak bu kadar şanlı idi.”(Mehmet Akif Ersoy)

Bu mısraların aralıklarında huzur bulmaya, yaralı gönlüme merhem aramaya çalışıyorum. Allah'tan ümit kesilmez. Muhakkak ki, bir gün bunlarda geçecek. Acımız da bir olsun yazı dostlarım. Sürç-i lisan ettiysem af ola! Selam ve ümit ile!

“Deki; Ey kâfirler, yenileceksiniz! Ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz.” (Ali İmran-12)