Kanun devleti mi?

Hukuk devleti mi?

Elbette ki hukuk devleti.

Kanunların amacı; adaleti sağlamak, huzurlu ve müreffeh bir yaşam temin etmek, bozgunculuğu, bencilliği, ayrımcılığı önlemek, Eşit bir payda ve hayat standartlarını yükseltmek amaçlı olmalıdır. Kanun deyince; Sadece Devletin varlığını koruyucu değil, bireylerin, soyut ve somut değerlerimizin, inancımızın, töremizin, ahlakımızın da korunması amacı akla gelmelidir. Azınlık bir grubun, özgürlük adına çoğunluğu rencide ediyor, tahkir ediyor olması eşitlik değil, eşitsizlik demektir. Marjinal grupların hakları adına çoğunluğa tahakküm etmeye çalışmak, adalet değil adaletsizliktir. Kendi inanç ve töremize uygun olmayan kanunlarla hukuk üretmeye çalışmak bedbahtsızlıktır. Her coğrafyanın, her kültürün, her inancın kendine has bir yaşam şekli vardır. Bir Hristiyan kanunu ile bir Müslüman toplulukta tercümeler yoluyla birebir alıp uygulamaya çalışmak bir başarı değil, bir çaresizlik göstergesidir. Mustafa Reşid Paşa'nın Fransız Kanunlarını birebir tercüme ile Osmanlıya kaydırma fikrine Ahmet Cevdet Paşa şiddetle karşı çıkmış ve bu büyük devlet adamımız etkisi asırları aşan "Mecelle'yi" ihdas etmiştir. Bizim Cumhuriyet döneminde birebir kopyaladığımız İsviçre Medeni Kanun’u ve diğer kanunlar o günden beri değiştirilerek bir devlet hukuku oluşturulmaya çalışılıyor. Yamalı bir bohça gibi bir sistemimiz var. Modern zamanların ülkeleri, Medeni Kanunlarında Allah'ı kanunlarda yok saymaya çalışıp sekuler bir hukuk zemini oturtmaya çalışıyorlar, bu da birçok sıkıntıyı beraberinde getiriyor. Dini değerlerden oluşan bir hukuk sisteminin, Allah'ın (hâşâ) çağdışı kabul ettikleri hükümlerini değil de tanrılaştırdıkları akıllarının yaptığı hükümleri daha üstün görme anlayışından ortaya çıkıyor. Allah faizi yasaklıyor, medeni insan serbest bırakmaya çalışıyor. Allah kasten adam öldüren kişi ya da teröriste kısas uygulayın diyor, medeni insan o katilleri ölene kadar besliyor. Allah kadınlar örtünsün diyor, medeni insan bikini ile kadınlar denize girsinler diyor, Allah günahlarınızı ifşa etmeyin, zina etmeyin diyor, medeni insan (affedersiniz) genelevleri açıyor...Bunları çoğaltmak mümkündür. Haydi tanrı tanımaz bir toplum için bunlar olabilir diyelim. Peki kendini Müslüman kabul eden bir ülke Allah'ın hükümlerine savaş açmış gibi bir hukuk sistemiyle karşınıza çıkıyorsa buna ne demeli? Hadi dine dayalı bir devlet olmasın istiyorsunuz diyelim, peki töremizde ahlaksızlık kabul edilen, ya da töremize ters olan onca şeyi ne diye kanunlaştırmaya çalışıyorsunuz? Toplumlar geliştikçe kanunların da bu bağlamda yenilenmesi zaruridir. Sağlıklı ve hukuki bir zemin için mevcut şartlara göre kanunlar değiştirilebilir. Ama bu değiştirme Avrupa muktebasatı şeklinde "İstanbul sözleşmesi" ni ihya etmek, zinayı kaldırmak, LGBT'li insanlara özgürlük vermek adına düzenlemeler yapmaya çalışmak hem dini, hem tarihi, hem de kültürel değerlerimiz açısından kabul edilebilir şeyler değildir. Burada bu kanunu şu getirmiş, bu götürmüş gibi bir polemik derdinde değilim. Ortak değerler ve ortak akıl adına konuşuyorum. Yanlışa doğru demek erdemsizliktir. Biz erdemden yanayız. Birebir ecnebi ülkelerin kanunlarını alıp bu millet üzerinde hukuk uygulamaya çalışırsanız bu bir yerde patlar. Sürekli bize uyduracağız, ya da hâlâ birebir onlardan kanun devşirmeye çalışacağız derseniz bu pey uygun olmaz. Biz neden hâlâ Ahmet Cevdet Paşa gibi bir kanun yazıcı yetiştiremiyoruz? Ahmet Midhat Paşa ve Mustafa Reşid Paşa'ları saymıyorum. Biri İngilizlerden, biri Fransızlar dan Kanun devşirme derdinde idi. Ahmet Cevdet Paşa gerek din gerek örf gerekse azınlıklar hukuku açısından çok yetenekli kendine has bir üslupla kanun yazıcılık yapmaya çalışmıştır. Bugün ki hukuk sisteminde dâhi onun yazdığı kanunların uzantılarını rahatlıkla bulabilirsiniz.

Hukuk'un temelini oluşturan kanunların siyasetle birebir ilişkisi vardır. Çünkü kanunları siyasiler yapar ve halk da ona uyar. Rahmetle Erbakan Hocam; "Eğer siz siyasetle ilgilenmezseniz, siyasetle başa gelenler, gelir sizi dilediği gibi yönetir" demişti. Ki bu olgu günümüz Türkiye'sinde bizzat yer bulmuştu. Bir takım hukuk dışı kanunlar bahane edilerek ordudan bir yığın inançlı Müslüman asker ihraç edilmiş, bir yığın başörtülü kızımız kanunda olmasına rağmen keyfi olarak öğrenim hakları elinden alınmıştı ve hakkettikleri halde memur olamıyorlardı.

Ne oldu?

Siyasetle uğrasan bir gurup insan iktidara gelip bu çağdışı uygulamalara, adına kanun hükmünde kararname de desek hukuki bir yorumla son verdi. Hukuk sistemimizde hâlâ ayıklanması gereken bir yığın kanun olduğu gibi, ilavelerle hukukun güçlendirilmesi için bir yığın kanun güncellemelerine ihtiyaç vardır. Monarşist bir yönetim gibi ben yazdım oldu mantığı ile hukuk üretilmez. Ben yazdıysam kutsal bir metin gibi asla kaldırılamaz diyemezseniz. Diyeceğiniz şeyleri daha usturuplu ifadelerle güvence altına alabilirsiniz. Hukuk hem devlet işleyişini hem de bireylerin birbirleri ve devletle olan ilişkililerini düzenler. Bireyin özgürlük sınırı diğer bir bireyin özgürlük alanına müdahale ettiği anda bitmeli, gerekli işlemler yapılmalıdır. Bu düzenlemeleri yaparken din, dil, ırk ayrımı yapılmamalıdır. Konunun başında da dediğim gibi hukuktan gâye huzurlu bir ortam oluşturmak olmalıdır. Hukuk; çok boyutlu bir şeydir. Bireyin haklarından tutun, devletlerarası hukuka kadar geniş bir yelpazesi vardır. Fakat şu asla unutulmamalıdır; Hukukun öznesi insandır. İnsanın olduğu yerde hukuk vardır. Hukuk günümüz dünyasında ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaçtır. Adaletin temeli; insaflı bir hukukla mümkündür. İnsan varsa dil vardır, insan varsa bayrak vardır, İnsan varsa vatan vardır, İnsan varsa töre vardır, İnsan varsa hukuk vardır, İnsan varsa inanç vardır, İnsan varsa devlet vardır. Ne demişti şeyhim Edebâli: "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!" Devlet-i ebed müebbed aşkına; Yaşasın devletimiz!