İslâm âlemi nice zor zamanlardan, ağır imtihanlardan alnının akıyla bir şekilde çıkmayı bilmiştir. Bunun için Haçlı seferlerine, Moğol istilasına ve bazı kardeş kavgalarına bakmak yeterlidir. Nihayetinde, hiçbir karanlık sonsuza kadar sürmemiştir. Zulmün kalıcı olduğu, zulm ile abad olunduğu asla görülmemiştir.

İslâm coğrafyasının birinci eksikliği, lider devletten yoksun olmasıdır. Osmanlı'nın dağılmasıyla birlikte, ümmetin hâmisi kalmamıştır. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda, şirket kurar gibi üretilen ülkelerin önemli bir kısmı, devlet olma vasfından çok uzaktır. Hakikat ve tabiatla bağdaşmayan haritalar, suni ayrımlar, millet kimliği taşımayan topluluklar. Böylece 'küçük lokmalar, parçalar' ortaya çıkmıştır. Dış müdahaleye açık, kendini savunma sorunları yaşayan, kolaylıkla iç karışıklığa sürüklenen ve ufak dokunuşlarla değişebilen. Yüz yıldır örgütlü kötülüğe maruz kalan bir coğrafyanın mensuplarıyız. Hayalimize bile gelmeyenler, hayatımızın başından geçiyor! Nerede bir umut ışığı parlasa, bağımsızlık çabası olsa, millî irade beyanı gösterilse, hemen içerden ve dışarıdan müdahale geliyor. Mısır'ın seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin akıbetini hatırlayın. En hararetli demokrasi ve insan hakları savunucuları bile darbecileri nasıl arka çıkmıştı? Masum insanların katledilmesine seyirci, adaletin geçersiz kılınmasına sessiz kaldılar.

İnancımız ve anlayışımız şudur: Vaziyeti ve gidişatı değiştirebilecek yegâne adres, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Ülkemizde yaşanan yakıcı, yıkıcı ve yorucu sorunların temel nedeni, işte bundan duyulan korkudur, endişedir. 'Terörün arkasında hangi odaklar var' sorusunun cevabı, birçok konuya açıklık getirir. Misal: Ülkemizin ve milletimizin güçlenmesini, tekrar söz sahibi olmasını kimler istemiyor? Yeniden Osmanlı ruhuna kavuşmasını kim istemiyor, haset ediyor?

Mühim kararlar öncesinde yahut bölgemizdeki kritik gelişmeler esnasında, terörün artmasının ve azmasının izahı nedir? İstikbalimize kastedenleri artık biliyoruz. Türkiye'yi kendi dertleriyle oyalamak, zayıf düşürmek ve çevresiyle / kardeşleriyle ilgilenmesini engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. İstikrarımızı hedef alanları artık görüyoruz. Ülkemiz, yirmi yıldır yeni bir bağımsızlık mücadelesi veriyor. Sadece milletimizi ve memleketimizi ilgilendiren bir dava değil bu. İstiklâlimizi istemeyenleri artık tanıyoruz. Evet; istikrar, istiklâl, istikbal. Üç esaslı mesele.

Biz, anahtar teslim bir ülke almadık. Türkiye, milyonlarca insanın canı, emeği, fedakârlığı, hakkı ve hatrı üzerine kuruludur. Vazgeçmek, yılgınlığa düşmek, büyük vebaldir.

Türkiye bizim işyerimiz değildir. Buradan ayrılıp başka bir yere başlayamayız. Bir asır önceki aktörler, tekrar coğrafyamıza geldiler. Aslında hiç gitmemişlerdi veya temsilcileri vardı. Silahlarıyla, şirketleriyle, örgütleriyle, işbirlikçileriyle buradalar. Akıllarında başka planlar, ellerinde yeni haritalar. Onların olduğu yer, mezalim kokusuyla, parçalanma korkusuyla doluyor. Coğrafyamız devasa bir harp sahasına, açık yaraya dönüşmüş durumda. Fakat şunu da söyleyelim: Yaşananları sadece dış mihraklara bağlamak, tembellik olur. Meseleyi tam mânasıyla kavrayamadığımızı gösterir. Evvela kendimize bakacağız, bakmalıyız. Düşmanın yaptıklarından ziyade, yapamadıklarımız daha önemli. Kendi içimizdeki bağırsakları temizleyip, ondan sonra diğer dış güçlerle mücadele edeceğiz.