Kurban Bayramı vesilesiyle 1 hafta İstanbul'da kaldım. Geçtiğimiz cumartesi itibariyle de Mevlâna diyarına dönüş yaptım. Ailemin İstanbul'da ikamet ediyor olması dolayısıyla hem iade-i ziyaret hem de gazetedeki 'Pazartesi Sohbetleri' adlı köşem için röportajlar gerçekleştirdim.
Hani derler ya 'çok okuyan mı bilir çok gezen mi?' Tartışmaya açık bir mevzu. Ama meselenin şu tarafından bakılırsa gezen kişinin gezdikleri yerler arasında kıyas yapması çok kolay olur. Neden mi? Çünkü tecrübeyle sabit.
Konya'daki 5. yılımın içerisindeyim. Az çok, âlâ külliha Konya insanını, şehrin ruhunu, yapısını çözdüm, tanıdım desem yeridir. 'Körle yatan şaşı kalkar' misali buradaki insanlarla sürekli hemhâl olmak, yeri geldiği zaman ekmeğini paylaşmak, bir kaptan çorba içmek, hâl ve hareketlerini, adetlerini, sevinçlerini, üzüntülerini, şivelerini tanıma, bilme olanağı sundu bana.
Allah için hoş insanlar. Zaten memnun olmasam, keyif almasam Konya'da kalmayı tercih etmem. Doğum büyüdüğüm yer İstanbul. Tabii ki gözümdeki nazarı farklı. Fakat Konya'da da evindeymişim gibi hissediyorum.
Esas anlatmak istediğim meseleye gelince; Mevlânay-ı Rum beldesinde 'gubuz' diye tabir edilen insanlıktan nasibini almamış tipler de çok. E olacak tabii. Cennet dolarken cehennem boş mu kalsın? İşte bu tiplerden zaman zaman bulundukları konumdan dolayı altını çizerek ifade ediyorum 'bulundukları konumdan dolayı' aman dikkat! İnsanlıkları demiyorum. Çünkü insanlıklarını devreye katarsak, görüşecek, röportaj-haber yapacak kimse bulamam. Neyse işte bunlar, insanı canından bezdiriyor. Hani dedim ya çok gezen, şehirler arasında kıyası çok kolay yapar. İşten ben buna bir kez daha şahit oldum.
İstanbul'dayken önceden hazırlığımın olmamasına rağmen (hazırlık derken arayıp önceden böyle böyle bir durum var, gelip röportaj yapmak isterim şeklinde) lisan-ı münasip ile derdimi kanaat-i acizanemce ifade ettim, 'pat' kapı açıldı. 'Buyrun gelin.' Sevindim ve üzüldüm. Sevincim malumunuz. Üzüntüm ise bir İstanbul insanının hali- pür melâli neden Mevlanay-ı Rum beldesinde yok, neden önyargılı Konya insanı, neden kabul etmese bile kapısına gelen misafire bir tebüssümü bile çok görüyor?...
Tabii yapacak bir şey de yok? Nasip meselesi diyelim, çıkalım işin içerisinden. Bir de her insan bizim gazetemize konuk olmaya, bizi kabul etmeye, bizimle tanışmaya layık olamayabilir, değil mi? Ezcümle, biz prensiplerimizden, doğruluktan, dürüstlükten taviz vermeden yolumuza devam edeceğiz. Varsın kapılar yüzümüze kapansın varsın nasipsizlerin karşısında mağdur durumda olalım. Farketmez. İlahi takdir gününe inanlar olarak kim ne yaptıysa, defter-i amali eline verilecek ve amelleri nispetinde hizaya çekilecek. Vesselam.