Şafak söker, ışık vurur. Hayat umdukların için çaba sarf edip elde edebilmekle alakalı! Çünkü başkalarını etkilemek için yapılan şeyler kendini kandırmaktan öteye geçmiyor.

Kendimize güvenmekle başlayabiliriz mesela! Ya da uzun zamandır ertelediğimiz hayallerin umut kapağını aralamakla! O zaman bir çift kanat çıkıverir sırtımızdan belki! Her zaman uzaklara doğru dalıp dalıp gittiğimiz manzaraya sadece bakmak yerine bu sefer pencereden uçarak yol alırız mutluluğa! O en sevdiğimiz kendi ütopyamıza!

Aynaya baktığın zaman kendi yüzünü görebilmek esas olan! Maskenin arkasına saklanmadan, ikiyüzlü davranmayacak kadar ruhuna sadık olarak! Çünkü ruhuna adamlık vasfı veren her kişi, kişiliğine laf ettirmez. 

Bütün fotoğraflarımızda gülerek poz veriyoruz. Benim dış görünüşüm gibi ruhum da neşeli! Her giydiğim insanlık giysisini yakıştırıyorum kendime! Rahmetle ve sevgiyle yâd ettiğim ölülerim de var benim, başım sıkıştığında bağrına sıkıntılarımı basacak dostlarım da! 

Bazı sorularım cevapsız kalsa da kendi içimde, olacak o kadar!.. Düşünüyorum da varsın bazı şeyler eksik kalsın. Nasılsa bu hayat benim, emir ve komuta da benim elimde! 

İnsan, dilinde gizlidir. Herkes dünyaya iki dilli doğarmış. Biri ağzımızdaki dil ve onun konuşmaları diğeri ise zihnimizdeki dil ve onun sessiz sesle yaptığı gevezelikleri! Zihnimizde olan ve neredeyse her zaman konuşan, susmak bilmeyen bu sese, “iç ses” demişler. 

İçsesimiz aslında bizim en yakın dostumuz. Yedi yirmi dört mesai yapan başka bir arkadaş görmedim, duymadım, bilmiyorum ben. Dayanamayacağımız bir noktaya geldiğimizde bas bas bağıran ve gidişatı değiştiren, bizi kendimize getiren asi bir ses bu!

Dünyayı karanlık görenler, kendi içlerindeki karanlığı yok etmeye çalışmalı ilk başta! Çünkü hayatın karanlık oluşu iç karanlığın sonucudur. Şafak tam da bugün! Ne demiş Mevlana; “Canının yangını korlaştıysa sağa sola haber salma. Hele ki alışmamışsan derdini anlatmaya, dermanını dertli de arama! Suya anlat, seccadeyi ser ona anlat, kuşa anlat kanatlarıyla göğe çıkarsın. Nereye yanacağını bilemediysen yangınını sahibine anlat.” Hadi neyi bekliyoruz?.. Sır perdesi bir çift sözle aralansın.

Esmael Nour Ukba'nın müthiş sözünü iliştirmeden de edemeyeceğim; “Şol dâr-ı dünyanın gülistanına gülbân olmadın zinhar! Dâr-ı bekâda Cemâlu'llahtır cân'a hem irem hem hünkâr! Ne gamlanırsın mevsim hazandır deyu ey âşık-ı şeyda, hazanın son demi nev bahar. Dünya heva, gam'ı mihmandır!” Bu sözle gönlümüze bir parmak bal çalmış olalım.

Ne diyorduk, gülmenin en iyi kalori yakan şey olduğuna inanıyorum. Bugünün şafak ve mucizelere gebe olduğuna inanıyorum. Belki de Bob Marley'in sözündeki özgüvenin hayatlarımıza tesir etmesine izin vermeliyiz. “Sen kim oluyorsun da benim yaşadığım hayatı yargılıyorsun? Kusursuz olmadığımı biliyorum, olmak için de yaşamıyorum ama parmakla göstermeden önce ellerinin temiz olduğuna emin ol!” Belki de el âlem mahkemesinde kendini savunmak için çabalayan iç sesin çığlıkları bunlar! Veryansın dolu, yerle yeksan olan hayallerin, umutların can çekişmelerine izin vermek istemezcesine yaygarayı basan...

Hayat işte, bazen lay lay lom! Bazen de ne ben söyleyeyim ne de sen sor. Hayatıma giren her insanın, benim ihtiyacım olan bir öğretmen olduğunu fark ettiğimden beri hiçbir hayal kırıklığı yaşamadan dersimi alıp yoluma devam ediyorum.

 Eller havaya hayat! Ben seni sevdiğim gibi yaşıyorum. Ve yaşadığım kadar seviyorum. Kendime verdiğim emir ve komutanın yetkisine dayanarak seni keyfimin kâhyası ilan ediyorum. Ne istersem onu yapmak zorundasın. 

Mutlu olmak şartlara değil, sana bağlıdır. Her şeyin yolunda gitmesine gerek yok. Sen, sen olduktan sonra! Mutluluk çiçeklerinizi susuz bırakmayın ki; gözünüz, gönlünüz bayram etsin. Tebessüm ile yazı dostlarım, gülüşmek üzere!