Bir Moğol atasözü “Ruhunuz yoksa atınız koşmaz” der.

At asil bir hayvandır. Sadakatin temsilidir.

Atlar ne zaman, nasıl ve nerede evcilleştirildiğine dair soruların cevabını bugün biliyoruz artık. M.Ö 2200’lerde Kazakistan’ı da içine alan Türkçe bir kelime olan Sibirya bozkırlarında. Vahşi atları evcilleştirmek, zamanla insanların uzun mesafeli hareket etme, savaşma, iletişim kurma ve ticaret yapma şeklini de değiştirdi. İnsan atı ehlileştirmiş, atlar da insanın ruhunu güzelleştirmiştir. İnsanın atlarla olan münasebeti, Türkistan bozkırlarında başlayıp, yaklaşık 5 bin yıldan beri aralıksız devam eden kadîm bir geçmişe dayanıyor.

Cenk meydanlarında, cirit sahalarında, Orhun kitabelerinde, kıl çadırlarda, dörtnala koşularda, gelin toylarında anılır adı. Sütünden kımız, kılından kopuz, derisinden giysi, eyerinden ufuk, rüzgârından zafer, asaletinden huzur yapılır. Merhametlidir at, savaşta bile yerde yatanın üstüne basmaz. Ve cengâverler atlarıyla birlikte gömülürler toprağa.

***

Konya’nın Çumra İlçesinde bulunan ve Neolitik dönem yerleşim yeri olan Çatalhöyük, dünya arkeoloji çevrelerinde merak uyandıran bir kazı alanı. Buradaki kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan birtakım bulgulardan yola çıkılarak tarıma geçiş, yerleşik düzen ve şehirleşme ile hayvanların (koyun-köpek) evcilleştirilmesi, mimari, ticaret, din ve sanata ait izlere rastlamak mümkün. Medeniyet tarihine ışık tutan bir yer olarak Çatalhöyük, aslında mimari olarak eski Konya toprak evlerin ruhunu taşıyan bir mekân. Türk arkeologlar, Çatalhöyük’ü yeni bir bakış açısıyla ve ruhuyla birlikte bize; şehrin beşiği, medeniyetin beşiği, dini vasıflarıyla yeniden yansıtmaları ve yorumlamaları lâzım.

***

Her şehrin kendine özgü bir ruhu vardır. Rahmetli Hekimoğlu İsmail, Konya’yı her ziyaret edişinde ruhu olan şehirler kategorisinde Konya’ya öncelik verir, sonra Erzurum ve diğer şehirleri sıralardı. Selçuklu’ya başkentlik yapan Konya’nın bu özelliğinden dolayı Konyalılara; yüce ve büyük bir misyon düştüğünü, evliya ve enbiya ruhlarıyla birlikte bu görevin kutsal bir görev olduğunu ifade ederdi.

Bundan dokuz sene önce Konya’yı ziyaret eden Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Görmez, şehirlerin ruhunun semaya yükselen gökdelenlerle değil, yürekler arasında kurulan merhamet şebekeleriyle ihya edilebileceğini belirterek, “Konya, ruhu olan bir şehir. Konya, ülkemiz ve İslam âlemi için önemli bir merkez. Bizi ziyarete gelen tüm yabancı misafirlerimizin yolunu mutlaka Konya’dan geçiriyoruz.” demişti.

***

Yol deyip geçmeyin. Elbette yolların da bir ruhu var. “Yol, insanın yeryüzüne adım atmasını takiben medeniyet kurma sürecinde inşa ettiği ve sonucunda kültür ve medeniyetin yayılmasında öncü olan bir unsur. Tarihe ışık tutan yönü vardır. Neolitik Dönem’den bu tarafa ekonomi ve ticaret ortaya çıkması, yola olan gereksinimi ve yolun gelişimini gerekli kılmıştır. Yol, toplumlararası ticaret, kültür ve dinin yayıldığı birer iletişim ağı olmuştur. Kudüs kökenli bir din olan Hıristiyanlığın Batı’ya doğru yayılma sürecinde izlediği rotanın önceden inşa edilmiş Roma yolları Hatunsaray (Kilistra)’dan geçerek kral yolunun ta Yalvaç’a kadar uzanıyor. Anadolu topraklarının Selçuklularla birlikte Diyar-ı Rum’dan Diyâr-ı İslâm’a geçmesinde İpek Yolu’nun büyük önemi vardır. Haçlı seferlerinin dini saikle değil, genelde ekonomik kazanımlar elde etmek amacıyla düzenlendiği biliniyor. Yâ değilse o çapulcu sürüsü Kostantinopolis’i neden yağmalasın ki. Papazlar dini kullanarak Hristiyan çocukları bile kendi emellerine neden alet etsinler ki.

Medeniyetlerin gelişimine damga vuran yollar İpek Yolu, Kral Yolu, Baharat Yolu’dur. Kral Yolu ve İpek Yolu üzerinde bir geçiş noktası olan Konya (İkonium) her dönemde stratejik bir merkez olmuştur. Selçuklu’nun iki buçuk asır, Osmanlı’nın altı asır İpek Yolu’yla Türk-İslâm ruhunu cihanşümul olarak üç kıt’aya yayması, nizâm-ı âlem dâvası ile ilayı kelimetullah’ı Asya, Avrupa ve Afrika’ya kadar at sırtında götürmesi; imanlı yüreğindeki o asil ruhta, damarlarında dolaşan o asil kanda aranmalıdır.

***

Konya’nın ortasında sap gibi duran Kule Site’nin 42’inci döner terasından Konya’yı şöyle bir temaşa ettiğinizde; eskiden ruhu olan bu kadîm şehrin, mimari açıdan o güzelim ruhunun sokak ve caddeler ile mahallelerden nasıl çalındığını ve kovulduğunu göreceksiniz. Şehrin merkezine doğru yaklaşan eski sokak isimlerinin silinerek nasıl dijitalleştiğine tanık olursunuz. İki seneden beri gündelik hayatın içinde bir ruh dolaşıyor. “Bu ruh, dokunduğu her şeyi daha önce olmamış şekilde dönüştürüp, zamanı ve yaşanan mekânı alt üst ederek bir sonraki hedefine ulaşmak için yola acımasızca devam ediyor. Her çağda var olan bu ruh, içinde yaşadığımız zamanda hiç olmadığı kadar evrimleşmiş, güçlenmiş, dokunduğu şeyler hakkında fazlaca bilgiye ve onları dönüştürecek etkiye sahip olarak karşımızda. Bu ruh ne medeniyetin ne teknik ilerlemenin ne de savaşların içinde bulundurduğu yekpare özü içinde taşıyor. Hayatlarımıza sızan, kendi kodlarıyla her şeyin kodunu alt üst eden ruh, tüm insanlık hafızasını da içinde barındıran dijitallikten başkası değil. 2000'li yıllardan bu tarafa küçük köy hâline gelen dünyanın içinde tuhaf ve tekinsiz bir ruh dolaşıyor. Dijitalliğin ruhu.”

***

İki seneden beri insan ve insanoğlu şaşkın bir vaziyette. Ve henüz şu korona illetinden dolayı kendine bir türlü gelemedi. Önce GDO’lu yiyecek ve gıdalarla bağışıklık sistemi zayıflatılan insanoğlu, ırk, renk, dil, din ayırımı yapılmaksızın şeytanî ruhlu küresel çeteler tarafından virüslerle etkisiz bir durumda BÜYÜK RESET’e hazır hâle getirildi. Ruhu dijitalleşen insanlık,

GENOM PROJESİ’yle ve sanal bir cennet olan METAVERSE’nin hayal dünyasında hackerlenmeye amade topluluklar olarak yerlerini alacak.

***

Bütün bu gelişmelere rağmen insanda öyle bir cevher var ki, robotta yok o. Hiçbir zaman da olmayacak. Bu açıdan benim/bizim korkumuz yok. Allah’ın bize, ama sadece size; insan olduğumuz için, eşref-i mahlûk olduğumuz için verdiği bir emanet var. O emanet mü’min olsun kâfir olsun herkeste var. İnsan olan herkeste var. Ama üstü örtülmüş vaziyette. Ona biz küllî akıl diyoruz. Hakk’ı bilen, tanıyan, gören diyoruz. Ona meleke diyoruz. Allah’ın ruhu bize üflenmiş vaziyette. Robota değil. Ruhunu yitirerek robotlaşan insansı varlıklara da değil. Robota biz kendi ruhumuzdan üfleyeceğiz, eğer üfleyebilirsek…

Ha bu arada tekrar hatırlatmak isterim:

“Ruhunuz yoksa atınız koşmaz.”