Bir muhasebe müdürü arkadaşım; ‘’ne istediğini bilmezsen doğru sonuçlarla karşılaşmaman normal’’ dedi.

Ben de yaşamın bam telini yakaladın dedim.

O da bu konuyu yazar mısın dedi.

Ben yazacağım dedim.

Gerçekten toplumumuz açısından bakarsan yazılması gereken bir konu.  Üzerinde düşünülüp analiz edilip tartışılması gereken bir konu olduğu için yazmak istedim.

Aile, şirket, sokak,  devlet, politika, basın televizyon şöyle çevremize bir bakalım; çatışmaları bir izleyelim, acaba bütün bu iletişimsizliklerin perde arkasında bu yok mu?

Ne istediğimizi doğru tarif edememek yok mu?

Belki de bütün çatışmaların, kaosların, sızlanmaların, mutsuzlukların bağırmaların çağırmaların temelinde sanki ne istediğini doğru tarif edememek var.

Öncelikle insanın kendinden ne istediğini bilememesi belki de çatışmaların en temeli…

Ne istediğini, insan bilmiyorsa, karşı tarafa iletemiyorsa doğal olarak istemediği sonuçlarla karşılaşması doğal değil mi?

Bir de işin içinde sanki ne anlatmak istediğini kendisi anlatamasa da anlatmasa da karşısındakinin onu bilmesi gerektiği gibi durum da olabiliyor.

Aklının okunmasını ister gibi bir durum…

Neden bir türlü bunu yapamıyorsun?

Neden sürekli aksaklık çıkıyor?

Neden işler sürekli düzene oturmuyor?

Arnavutluk’ta bir demir çelik fabrikasını özelleştirme ile  almıştık. 650 Arnavut çalışıyordu. Biz de 100 kişi mühendis usta yönetici gitmiştik.  

Bizim yönetici arkadaşlar, mühendisler, ustalar sürekli Arnavut arkadaşlardan şikâyet ediyorlardı. Anlamıyorlar, beceremiyorlar hatta salaklar diyen oluyordu… Toplantımız bu şikâyetlerden ilerlemiyordu. Hatta bazı kendi problemlerinin de sebebi Arnavutlara yükleniyordu.

Bir gün sordum;  Siz ne istediğinizi, nasıl çalışmak istediğinizi, yönteminizi onlara anlatan bir eğitim yaptınız mı?

Hayır dediler.

Dedim ki onlar müneccim mi? Sizin aklınızdan geçeni okuyacaklar?

Sadece iş yeri değil çevremize bakınca her yerde görebiliriz.

Birileri sanki aklımızdan geçeni okuyacak ve istediğimizi yapacak.

Hatta kendimizin bile aklına gelmeyen ama olmayınca kızdığımız olaylar yok mu?

Olmayınca başkasına kızmıyor muyuz?

Başkalarını suçlamıyor muyuz?

İşimize de geliyor tabii? Uyanıklık kültürümüzün tezahürü de diyebiliriz…

Seçim arifesindeyiz, kaç kişi ne istediğini partilerine ulaştırdı mı?

Bir şeylere kızıyoruz da doğrusu ne onu ne kadar karşı tarafa iletebiliyoruz?

‘’Kaliteli talepler kaliteli sonuçlar üretir ‘’ sözünü çok seviyorum.

Şahsım adına siyasetten, toplumdan yaşamdan beklentilerimi en kötü ihtimalle yazılarımla yansıtmaya çalışıyorum.

Bugün toplumsal olarak kızdığımız, nefret ettiğimiz yöneticiler tarafından yönetilemememizin de temelinde ne istediğimizi doğru tarif edemememiz yatmıyor mu?

Tabi kızmak daha kolay… bağırıyoruz, çağırıyoruz tatmin oluyoruz..

Sevdiğimizin yanlışı olsa da görmüyoruz, nefret ettiğimizin,  doğrusuna tahammül edemiyoruz.

Duygusalız yani..

Aklımız nerede? Onu kullanmak zahmetli geliyor.

Ama sonuç; hayat istediğimiz gibi gitmiyor.

Düşünelim memleketin istiklal ve istikbali söz konusu;  memleket bizim istemediğimiz, istemeyeceğimiz güçlerle paylaşılmak isteniyor?

Siyasetçi, gazeteci, yönetici, fayda meraklıları bu ilişkiden gelir elde etmek için ilişkiler kuruyor ama millet hala ne istediği konusunda net değil?

Daha doğrusu memleket ve doğru yaşam konusunda ne istediğimiz çok da önemsemiyoruz…

Gazeteci kaynak sağlamak istiyor,

Siyasetçi seçilmek için sponsor arıyor,

Yönetici bürokrat atanma alt yapısı hazırlıyor?

İhaleci iş kotarmaya çalışıyor,

Yani kaynaklar aç kurtlar tarafından pay ediliyor;

Millet nefretinin sevgisinin derdinde.

Sonuç milleti tatmin edici gelir ve adaleti içeren  yaşam düzeni kurulamıyor..

Neden ?

Çünkü şahsi ve grup faydası olan bu güçler ne istediğini çok iyi biliyor? Millet ve vatandaş ne kadar duyarsızsa bunlar o kadar bu seçime önem veriyor.

Şimdiden musluğa hortumunu bağlıyor.

Vatandaş mı?

Ne istediğini bildi mi ki ne fayda sağlayacak…

O güçler devlete millete, ilimize ilçemize, köyümüze sahip olacak bizim güvendiğimiz basın, siyaset, yöneticileri satın alacak ve kendi düzenlerini kuracaklar…

Peki, doğru düzen kurulacak mı?

Düzen gelir düzen gider….

Düzülen, düzene konan hayat olamaz;  vatandaş olur…