Muhyiddin-i İbn Arabi'nin 'hoşgörüsüzlüğü'

 

Bir önceki yazımızda Klasik Osmanlı döneminde gayrimüslim teb'anın tabi olduğu düzen hakkında malumat ihtiva eden bir makaleden iktibaslar nakletmiştim.

Bugün de bir mektup naklederek devam edeceğim. Bu mektup Şeyh-i Ekber olarak da vasıflandırılan Muhyiddin İbn Arabi'nin Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus'a yazdığı bir mektup.  Muhyiddin-i Arabi'nin sair görüşlerini kabul ederiz, etmeyiz bu mesele bahsi diğer. Ancak bu mektup Gayrimüslim teb'aya nasıl muamele edilmesi gerektiği konusunda Selçuklu Sultanına yapılan bir ikaz olması bakımından mühim.

“Tavsiye: Bu Bilâdü'r-Rûm, Bilâdü'l-Yûnân'ın sahibi, Allah'ın emriyle Gâlib Sultan Keykâvus'un (Allah ona merhametiyle muamelede bulunsun) 609'da (1212-13) bize yazdığı bir mektuba cevap olarak yazdığım nasihatleri ihtiva etmektedir:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla!

Ey kendisine Allah'ın ihsanda bulunduğu ve vekillik elbisesini giydirdiği kimse! Artık sen yarattıkları içinde Allah'ın vekili, O'nun yeryüzüne uzanmış gölgesisin. Öyleyse zâlime karşı mazlumun yanında ol. Allah'ın sana hükümranlık ve bazı beldelerini emrine vermiş olması seni mağrur edip de O'nun emirlerine muhalefet etmene, zalimce davranmana ve haddi aşmana yol açmasın. Çünkü böyle niteliklere sahip iken (günahkârlık ve zulüm), Allah'ın sana öyle bir genişlik ihsanı, sadece bir mühlet vermesidir. Yaptığın amellerinle baş başa O'nun huzurunda duracağın güne sadece belirli bir süre kaldı.  Takdir edilmiş ecelin gelince, sen de atalarının ve babalarının göçtüğü o diyara göç edeceksin.  Artık orada pişman olanlardan olmayasın. Çünkü oradaki pişmanlık faydasızdır. İslâm'a ve Müslümanlara –ki onlar ne kadar da azdır- en çetin gelen iş,  şehirlerinin üzerinde çan sesinin, inançsızlık göstergelerinin ve kelime-i şirkin yükselmesi, Müminlerin Emîri Ömer b. Hattab'ın zimmet ehline getirdiği kısıtlamaların kaldırılmasıdır. Hâlbuki söz konusu şartlara göre onlar, kendi şehirlerinde ve civar şehirlerde yeni kiliseler, manastırlar, keşişhaneler yapmayacak, yıkılanları tamir etmeyeceklerdi. Müslümanların üç gece kiliselerine yemekli konuk olmalarını engellemeyecek,  casusları himaye etmeyecek, Müslümanlara hainlik yapmayacak (veya hainlik yapanları gizlemeyecek),  çocuklarına kendileri Kur'an-ı Kerîm öğretmeyecek, şirklerini izhâr etmeyecek,  -eğer isterlerse- akrabalarının İslam'a girmelerine engel olmayacaklardır. Bunun yanı sıra, Müslümanlara saygı gösterecek, oturmak istediklerinde kendilerine meclislerinde yer açacak; başlık koymak, sarık takmak, nalın giymek veya saçları ayırmak gibi kılık kıyafetlerinde herhangi bir tarzda Müslümanlara benzemeyeceklerdir. Müslümanların isimlerini kullanmayacak (kendilerine Müslüman isimleri vermeyecek) ve onların lakaplarını takmayacak, (bineklerinde) eyerli hayvan kullanmayacak, kılıç kuşanmayacak ve herhangi bir silah taşımayacaklardır. Yüzüklerine (ve mühürlerine) Arapça (ifadeler) yazmayacak, içki satmayacak, başlıklarını indirecek, her nerede olurlarsa olsun kendi kıyafetlerini kullanacak, bellerine zünnar takacak, Müslümanların kullandığı yollarda haç veya yazılarından her hangi bir şeyi âşikar olarak göstermeyecek, ölülerini Müslümanların  (kabirlerine) yaklaştırmayacak, çanlarını kısık bir sesle bir kere çalacak, kiliselerinde bir şey okurken ya da Müslümanların huzurunda iken seslerini yükseltmeyecek,  koşarak çıkmayacaklar, cenazelerinde seslerini yükseltmeyecek, onların ardından ağıt söylemeyecek, bir Müslüman tarafından (almak üzere) işaret konulan köleyi satın almayacaklardır. Getirilen kısıtlamalardan herhangi birini ihlal ederlerse, artık onlar zimmet ehli (güven altına alınmış kimseler) değildir. Bu durumda taşkın ve asilerin (kanı ve canı) helal olduğu gibi onlarınki de Müslümanlara helaldir.” İşte bu adil imam Ömer b. Hattâb'ın mektubudur.[6]  Bu hususta Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu sabittir: 'İslam ülkelerinde bir kilise yapılmasın, yıkılan da tamir edilmesin.'[7] Bu yazdıklarım üzerinde iyice düşünürsen neyi yapman gerektiği konusunda Allah'ın izniyle doğruya ulaşırsın. [8]

İbnü'l-Arabî'nin, I. İzzeddin Keykâvus'un bazı uygulamalarından rahatsız olduğu ve bunları tenkit ettiği bu mektubu, dönemin bazı kaynakları tarafından iktibas edilmiştir. Kerimüddin Aksarâyî özellikle mektubun İslâm-Hıristiyan mücadelesine vurgu yapılan kısmını nakletmektedir.[9] Buradan İbnü'l-Arabî'nin Selçuklu ülkesinde İslâmiyet aleyhine artan faaliyetlere karşı yeterince önlem alınmadığı hususunda ciddi endişeler taşıdığı ve İslâm dininin izzetinin korunmasında daha hassas olunması gerektiği konusunda sultan ve yakın çevresinin dikkatlerini çektiği anlaşılmaktadır.[10] Bu bakımdan mücadeleci bir ruha sahip olan ve özellikle yetiştiği Endülüs'te şahit olduğu İslâm-Hıristiyan mücadelesinden önemli deneyimler elde eden İbnü'l-Arabî, Doğu İslâm dünyası üzerinde bir tehdit unsuru olmaya devam eden Haçlı ruhuna karşı uyanık olunması gerektiğini, Hıristiyanlara tâvizkar davranılmamasını İzzeddin Keykâvus'un şahsında bütün Müslüman idarecilere hatırlatmakta ve onların asıl vazifelerinin İslâmiyet'in izzet ve ikbalini yükseltmek ve küfre tahakküm etmek olduğunu beyan etmektedir.'[11] "

(Yukarıdaki  mektup Meram Belediyesince düzenlenen 'I. Uluslararası Sadrettin Konevi Sempozyumu' kitabından alınmıştır.)

MUSTAFA DEVECİ  7 Cemaziyel Evvel 1436

--------

 [6] Hz. Ömer dönemi gayri müslimlere yönelik uygulamalar ve eş-Şurûtu'l-Ömeriyye'nin sıhhati konusunda geniş bilgi bk. Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstanbul 1989, s. 177-195. 

[7] Hadis ve hükmüyle ilgili bk. Ebû Ubeyd, Kitâbü'l-Emvâl (nşr. M. Halîl Herrâs), Beyrut 1986, 103-104; Kâsânî, Bedâiu's-sanâî, Beyrut 1982, VII, 114. Kilise yapımı veya tamiratı konusunda İbnü'l-Arabî'nin hassasiyetinin temel sebebi annesi bir Hıristiyan olan İzzeddin Keykâvus'un dayılarının Anadolu'nun çeşitli yerlerinde Müslümanlar aleyhinde göstermiş oldukları çeşitli faaliyetleri ve Hıristiyanlığı ihyâ etme çabalarının etkisinin olduğu unutulmamalıdır. bk. Turan, s. 458 vd. 

[8] İbnü'l-Arabî, el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye (nşr. Nevâf el-Cerrâh), Beyrut 1424/2004, VIII, 296-297. İbnü'l-Arabî mektubuna bir şiirle devam eder ve İzzeddin Keykâvus'a nasihatlerini sürdürür.

[9] Aksarâyî, s. 264-265. Eserin bu mektupla sona ermiş olması da câlib-i dikkattir10] Mahmut Erol Kılıç, “İbnü'l-Arabî'nin I. İzzeddin Keykâvus'a Yazdığı Mektubun Işığında Dönemin Dinî ve Siyasî Tarihine Bakış”, I. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi, Konya 2001, s. 25.

[11] Ülken, s. 237-238.