Milli Eğitim Bakanlığının hazırladığı müfredat taslağı açıklandı ve kamuoyunun görüşüne sunuldu. Müfredat taslağı hakkındaki görüş ve düşünceleri takip ediyorum. Mevcut müfredattan daha iyi olduğunu savunanlar olduğu gibi “dağ fare doğurdu, değişen hiçbir şey yok” diye görüş bildirenler de var.

Sözü fazla uzatmadan müfredatın nasıl olması gerektiği konusundaki düşüncelerimi yazayım.

28 Şubat döneminin 5+3 kesintisiz eğitimi kaldırıldı ama yerine 4+4+4 gibi sakat bir sistem getirildi. Yani 8 yıl mecburi eğitim kaldırıldı yerine 12 yıl mecburi eğitim getirildi. Okuma kabiliyeti olmayan, okumak istemeyen ve ailesinin “biz çocuğumuzun sanayide yetişmesini istiyoruz” dediği çocuklara “hayır okuyacaksınız” diye dayatma yapmak saçmalığın da ötesinde bir uygulama… Çocuk da okuma isteği ve istidadı yoksa ilkokuldan sonra sanayide yetişmesi gerekir. Liseden mezun olan bir çocuk o yaştan sonra gidip sanayide çıraklık yapmaz. Sanayicilerimiz çırak bulmakta zorlanıyor. Kalfa ve usta yetişmiyor. Bu gidişle sanayimizin geleceği tehlike altında…

Öncelikle işe buradan başlamak ve 12 yıl mecburi eğitimi derhal kaldırmak gerekir. Sonra başarılı olan ile başarılı olmayan öğrencileri aynı değerlendirmeye tabi tutan ve sınıfta kalma uygulaması olmayan bu sistem yerine başarısız öğrenciler için sınıf tekrarı uygulaması getirilmelidir. Başarılı olmayan öğrencinin de başarılı öğrenci gibi sınıf geçmesi uygulaması ile hem öğretmene hem de o öğrenciye kötülük yapıyorsunuz demektir. Her şartta sınıf geçeceğini bilen öğrenci çalışmanın önemini de kavramamışsa nasıl olsa geçerim anlayışı içinde niçin ders çalışsın ki? Bu tür öğrencilerden, öğretmeninin kıymetini bilmesi de düşünülemez. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”

Benim öğrenciliğimdeki eğitim sistemine göre; başaramayan sınıf geçemezdi. Sınıf tekrarı vardı. Mezuniyet sınavları vardı, yıl içinde bütün dersler 10 bile olsa okul bitirme sınavlarında başarılı olamayan mezun olamazdı. İlkokuldan sonra okumaya yüzü olmayanlar sanayiye verilir, geleceğin ustaları yetişirdi. Manevi değerlere bağlı aileler ilkokuldan mezun olan çocuklarını hafızlığa verirlerdi. 4+4+4 gibi bir garabet yoktu. Öğretmenin bir değeri vardı. Öğretmen hem eğitici hem öğretici idi. Hangi görüşten olursa olsun öğretmene bir güven vardı. Şimdi bunların hepsi kayboldu. O eski sisteme milli ve manevi değerlere bağlı bir nesil yetiştirme derdi olanların hazırladığı ders müfredatları eklenip uygulansa bugünkünden çok daha iyi bir eğitim sistemine kavuşulmuş olur.

Eğitimde en önemli husus nesillerimizin ahlâklı, mânevi değerlere bağlı ve milli bir şuur verilerek yetiştirilmeleridir. Bu ahlâkın, bu değerin ve bu şuurun verilebilmesi, derslerde okutulan konulara bağlıdır. Bu sebeple ders konuları batıya hayran bir nesil yetiştiren değil, evlatlarımızın kendi tarihimize ve mânevi yapımıza bağlı olarak yetişmelerini temin etme gayesi ile hazırlanmalıdır.

Mesela tarih derslerinde, bin yıllık tarihimizin şanlı zaferleri olan Malazgirt Zaferi, Miryokefalon Zaferi, İstanbul’un Fethi, Ecdadımızın Viyana kapışlarına kadar dayanması, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamit’e İngiliz planı ile yapılan darbeler, Osmanlı’nın en zayıf olduğu dönemde 7 düvele karşı kazandığı  iki önemli zafer olan Çanakkale ve Kut’ül Amare Zaferleri ve sonuçları, son Padişah Vahdettin’in, ülkeyi işgalden kurtarmak için Mustafa Kemal Paşayı büyük maddi imkânlarla donatarak Anadolu’ya göndermesi anlatılamıyorsa bu dersin evlatlarımıza vereceği hiçbir katkı olamaz.

Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin kültürde, mimaride, sanatta, musikide velhasıl her alanda geldikleri nokta, bugün yaşayan eserlerle gösterilmeli, anlatılmalıdır.

Ayrıca okutulması gereken İslâm Tarihi dersi de olmalıdır. Bu derste de Peygamber Efendimizin yaşantısından ve savaşlarından itibaren 4 halife devri ve ilk fetihler, Emevi, Abbasi devirleri, 781 yıllık Endülüs Medeniyeti, Türklerin İslâm ile tanışmasını sağlayan Talas muharebesi, sonucu ve ilk Müslüman Türk Devletleri gibi önemli konular yer almalıdır. 

Din derslerinde İman esasları başta olmak üzere, namaz, oruç, zekât, hac ve cihad gibi Allah’ın farz kıldığı ibadetlerin önemi ile sosyal ve toplumsal faydaları mutlaka anlatılmalıdır. Bilhassa cihadın adının bile geçmediği ve Kur’an’da çok sayıda ayetle emredilen önemli bir ibadet mutlaka müfredata girmelidir. Cihad deyince akla hemen mukatele ve muharebe gelmesin. Cihad demek; Allah için, din için, vatan ve bayrak için büyük bir azimle ve gayretle çalışmak demektir. Bu gayretin ve çalışmanın olmadığı toplumların uzun süre yaşaması mümkün değildir. Ülkemizin her alanda gelişmesi, güçlenmesi ancak cihadla yani çok çalışmakla mümkündür. Günümüz şartları neyi gerektiriyorsa o alanda zirvede yer almamız için cihada şiddetle ihtiyaç vardır. Bu nedenle nesillerimizi cihad ruhuyla yetiştirmemiz şarttır. Aksi halde savrulmamız, çer çöp olmamız, küresel bir yarış içinde kaybolup gitmemiz kaçınılmaz olur Allah korusun…

Din derslerinde ahirete iman konusuna, herkesin yaptığının ahirette karşılık bulacağına, cennet ve cehenneme çok önem verilmeli, evlatlarımızın bu geçici dünyanın ardından ebedi bir hayatın olacağına kesin olarak inanmaları sağlanmalıdır. 

Ayrıca; İbni Sina, Biruni, Ali Kuşçu, Ebul Vefa, Uluğ Bey, İbni Türk, İdrisi, Piri Reis, Cezeri, Farabi, Cabir Bin Hayyan gibi tarihimizin önemli ilim adamları mutlaka evlatlarımıza tanıtılmalıdır.

İbni Sina’nın eserlerinin Avrupa üniversitesinde 600 sene ders kitabı olarak okutulduğu ve tıbbın babası olarak kabul edilidği, Ali Kuşçu’nun Büyük astronomi bilgini olduğu ve ilk defa ayın şekillerini anlatan kitabı yazdığı, Biruni’nin ilk defa dünyanın döndüğünü ispat ettiği, Akşemseddin’in, Pasteur ’dan 400 sene önce mikrobu bulduğu, Ebul Vefa’nın Trigonometri’de tanjant, cotanjant, sekant, kosekant ’ı bulan büyük âlim olduğu, Cabir Bin Hayyan’ın Atomun parçalanabileceği ve sonuçları hakkında ilk kitabı yazdığı, atom bombasının fikir babası ve kimya biliminin atası büyük âlim olduğu, Cezeri’nin 8 asır önce otomatik sistemin kurucusu ve bilgisayarın babası olduğu, İbni Türk’ün Cebirin temelini atan bilgin olduğu, İdrisi’nin yedi asır önce bugünküne çok benzeyen dünya haritası çizdiği, Piri Reis’in 400 sene önce bugünkünün aynısı olan dünya haritasını çizdiği, Ebu Ma’şer’in Med-Cezir (Gel-Git) olayını ilk defa bulduğu, İbn Firnas’ın Wright kardeşlerden bin sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştirdiği ve daha bir çok ilim adamlarımızın Avrupa’ya ilim öğrettikleri mutlaka ders kitaplarımızda yer almalıdır.

Diğer yandan İslâm Medeniyeti ile Batı Medeniyetinin iç yüzünün kıyaslamalı olarak nesillerimize mutlaka verilmesi gerekir. İslâm Medeniyetinin fetihleri ile Batı Medeniyetinin bugün bile devam eden zulüm dolu uygulamalarının yavrularımıza anlatılması şarttır.

İstanbul’un fethinde halkın “Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz” sözünün anlamı ile Batı Medeniyetinin Endülüs’teki, Bosna Hersek’teki, Irak’taki ve bugün Filistin’de devam eden bitmek bilmez zulümleri evlatlarımıza aktarılmalıdır.

Edebiyatta şiire ağırlık verilmelidir. Tarihi ve İslâmî konuların şiirlerle anlatılmasının ayrıca Münacaat ve Naat’ların ruhlarda büyük etkisi olur. Şiir başlı başına bir ders olarak konulsa yeridir. Bizim ecdadımız her alanda olduğu gibi şiirde de zirveye yerleşmiştir. Şiir ruhları inceltir, insaf ve merhamet duygularını arttırır, birlik ve beraberlikte önemli bir rol oynar. 

İşte milletimizin beklediği, istediği, özlemini duyduğu müfredat budur, böyle olmalıdır. Bütün bu konular nesillerimize verilemiyorsa ve eğitim sistemi aynı hamam aynı tas olarak devam edecekse kimse boşuna yorulmasın. Müslüman Türk çocuğu böyle bir müfredat doğrultusunda yetiştirilmelidir.

Vehbi Dinçerler’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde tüm okullara gönderdiği “Yaratılış Modeli” kitabını bir örnek olarak anmak istiyorum.

Daha önceki yıllarda Fen Bilgisi ve Biyoloji derslerinde Darwin’in Evrim Nazariyesi’ne aykırı olarak insanın varlığını Allah’ın yaratması ile anlatan öğretmenler hakkında soruşturmalar açılıyordu. Ben de o soruşturmalardan nasibimi almıştım. 1983 – 1985 yılları arasında Milli Eğitim Bakanı olan Vehbi Dinçerler, Amerikalı bir yazarın hazırladığı ismi “Yaratılış Modeli” olan kitabı Cumhurbaşkanı Kenan Evren’i de ikna ederek bir üst yazıyla okullara göndermişti. Üst yazı şöyleydi:

“Bundan böyle Biyoloji ve Fen derslerinde öğrencilere, ilgili öğretmenler tarafından evrim nazariyesi yanında ekteki kitapta geçen Yaratılış Modeli’de okutulacaktır. Bilgilerinizi ve gereğini rica ederim. Vehbi Dinçerler. Milli Eğitim Bakanı.”

Hem de darbe döneminde gönderilen bu yazı ve ekindeki kitap, Fen Bilgisi ve Biyoloji öğretmenlerinin önünü açmış, bundan sonra öğretmenler yaratılışı rahatça anlatma imkânı bulmuşlardı.

Samimi olunursa, inanılırsa ve cesaretle gayret edilirse her şey yapılabilir. Korkaklıkla hiçbir yol alınamaz. 22 sene iktidarda kalan bir yönetim istenilen, beklenilen böyle bir müfredatı hazırlayamamışsa ahlar vahlar olsun. İnşallah beklenen gerçekleşir. Bunu yapanlar unutulmazlar ve bu dünyada tarihe geçerler, ahiretleri de mamur olur. Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.