2-MEVLANA’NIN KONYA’DA DEVAM EDEN İLİM VE İRFAN YOLCULUĞU

MEVLANA’NIN KİMLİĞİ VE MİLLİYETİ

Bilindiği gibi Mevlana Celalettin Rumi 30 Eylül 1207 tarihinde bugün Afganistan sınırları içerisinde bulunan 13. yüzyılda İran'a bağlı Horasan vilayetinin kültür ve sanat merkezlerinden biri olan, Kubbetü’l-İslam, İslam’ın kubbesi, (Beldelerin Anası) diye tanınan Belh şehrinde doğmuştur. Görüldüğü gibi daha çocukluk yıllarında birçok ayrılıklar yaşayan, çeşitli seyahat rotalarından geçerek sonunda Konya'ya yerleşen Mevlana Celaleddin Rûmi 67 yıllık ömrünün 50 yılından fazlasını Konya’da geçirmiş ve bir rubaisinde kendisinin Türk olduğunu aşağıda ki sözleriyle ifade etmiştir: ‘Beni yabancı yerine koymayınız ben bu köydenim Ben sizin köyünüzde kendi evimi arıyorum. Düşman gibi görünüyorsam da, düşman değilim, Hintçe konuşuyorsam da aslım Türk’tür. Biz birleştirmek için geldik ayırmak için gelmedik.’ demiştir. Eserlerinde hiçbir, dil, din, ırk ve renk ayırımı gözetmeksizin tüm insanları dostluğa, kardeşliğe, sevgi ve birliğe davet ederek kucaklayan Mevlana’nın bu fikirleri, tüm dünyada büyük bir taraftar kitlesine ulaşmış ve evrensel bir nitelik kazanmıştır. Bu vasfı ile de Mevlana Hazretlerinin Afgan, İran ve Türk vatandaşlığının ötesinde gönüllerde bir dünya vatandaşı olmasına sebep olmuştur. Tüm bu değerleri, özünde yaşayan, Mevlana’nın sahip olduğu kimlik, “Kâmil İnsan” başka bir deyişle “Mükemmel İnsan” kimliğidir. Bu kimlik Mevlana’nın gerek eserleri gerek Sema Ayini ve eğitimi vasıtasıyla insanlara kazandırmak istediği kimliktir. “Ben Kur’an’ın kulu, seçilmiş peygamber, Hz. Muhammed’in ayağının toprağıyım”. Şayet birisi bu sözlerimden başka bir şey söylerse, ben bu sözden de o kişiden de uzağım” diyen Mevlana, kendine has tasavvuf anlayışının ve kişiliğinin temeli ve kaynağını açık ve net olarak ortaya koymuştur.

 KONYA İLE ANILAN VE ÖZDEŞLEŞEN MEVLANA’NIN EVRENSEL DEĞERLERİ

Mevlana’nın adeta Konya ile özdeşleşen bu evrensel değerlerden dolayı, genellikle Konya dışında ki insanlar, Mevlâna ismini duyunca Konya’yı, Konya ismini duyunca da Mevlana’yı hatırlıyorlar. Hatta bazı rehberler Konya’yı anlatırken, Diyarı Mevlana (Mevlana Diyarı) gibi ifadeler kullanıyorlar. İnsan ve toplum eğitimi için son derece önemli ve anlamlı olan sevgi, hoşgörü, birlik ve beraberlik gibi insani değerleri Mevlana’nın oğlu Bahaddin’e yazdığı öğütlerinde de görmek mümkün

MEVLANA’NIN OĞLUNA YAPTIĞI NASİHATİ VE İÇERDİĞİ İNSANİ DEĞERLER

‘’Bahaddin ! Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol,. Hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!. Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma! Merhem ve mum gibi ol, iğne gibi olma. Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemiyorsan. Fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olma! Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun. İşte bu o sevinç, Cennetin ta kendisidir. Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun. İşte bu gam da Cehennemin ta kendisidir. Dostlarını andığın vakit, içinin bahçesi, çiçeklenir, gül ve Fesleğenlerle dolar. Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar, canın sıkılır içine pejmürdelik gelir. Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar, içlerindeki karakteri dışarı vurdular. Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.’’ (Eflaki c. II. s.213) Tüm bu insanlık değerlerini ve öğretilerini eserleriyle insanlığa sunan Mevlana, gördüğümüz gibi işe önce kendi öz evladını eğitmekle başlıyor. Demokrasi ve İnsan hakları adına cinayet işleyip, kan döken ve böylece dünyayı yönettiğini söyleyen emperyalist devletleri görünce, neden 13. asırdan beri Mevlana gibi erenlerin ve öğretilerinin güncelliğini koruduğunu daha iyi anlıyoruz.

MEVLANA’NIN AMACI VE ÖĞRETİLERİ

Asıl amacı, insanı eğitmek ve onu “Kamil insan” seviyesine ulaştırmak olan Mevlana ,bize önce insanın ve evrenin yaratılış gayesini, sonra tüm canlı ve cansız yaratıkların görevlerini ve bu görevleri anlama ( idrak etme ) konusunda ki kapasitelerini hadis ve ayetlerle hatırlatır:

Yüce Allah, kutsi bir hadise göre: “Ben gizli bir hazineyim, bilinmek istedim, onun için tüm mahlukatı yarattım” yine Kur’an da, “Ben meleklere, yeryüzünde bir halife yaratacağım demiştim diyen, Cenabı Hak Önce insanın yaşayacağı evreni sonra insanı yaratıyor.” (Bakara 2 / 30.) Sonra bu yaratılışta ki “Emaneti “yaratılanlardan bir gurubun yüklenmesini istiyor “Biz, emaneti göklere yere ve dağlara arz ettik, ama onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor.” Diyor. (Ahzab: 33/72)

İNSAN VE YARATIKLARIN GÖREV VE SORUMLULUKLARI

İnsan dışındaki tüm yaratıklar, kendilerine verilen bu görevleri donatıldıkları şekilde, harfiyen yerine getirirler. Örneğin, arı görevini sadece bal yaparak görevini yaparlar, çünkü öyle programlanmışlardır. Gök cisimleri Allah aşkı ile dönerek görevlerini icra ederler. Ama insanoğlu akıl sahibi olduğu için, kendine verilen emaneti ve görevleri yerine getirme konusunda özgür iradesine bırakılmıştır. Bu görevi yapıp yapmamakta serbesttir. Bu nedenle insanın Yüce Yaratıcısı, Allah’a olan sınavı ve sorumlulukları da bu noktada başlamaktadır. Mevlana’nın Mesnevi’de ki hikayelerle uyarıları da bu yöndedir.

MEVLANA’DA KÜLLİ VE CÜZİ AKIL

Mevlâna’ya göre iki tip akıl vardır. Birincisi cüz-i akıl, ikincisi Külli akıldır. Cüz-i akıl insan aklı, Küll-i akıl ise, kâinatın aklı, yani Allah'ın aklıdır. Mevlâna’ya göre, Cüz-i akıl her zaman eksik akıldır. Yani insan bu eksik akılla kâinatın gerçeklerini, Külli Aklın sırlarını anlayamaz. Dolayısıyla, Cüz-i Akıl, Küll-i Akla muhtaç olduğu için Allah’a teslim olmak zorundadır.İnsan da ulaşamadığı bu ilmi ve ilahi gerçeklere, ancak inanç sistemiyle, yani kendisine verilen Hadis ve Kur’an bilgileri ile sahip olabilir.

MESNEVİ VE KUR’AN

Mevlana, yaşamımıza tefekkür kaynağı olan eşsiz eseri, Mesnevi ile İslami düşünceye ölümsüz bir etki bırakmıştır. Onun için, Abdurrahmannî Çaâmî “Peygamber değil,ama kitap sahibi bir velidir” demiştir. Bir nevi Kuran ve Hadislerin Şerhi olan bu kitapta  kastedilen Mesnevidir. Kur’an ve hadislerin ışığında yazılan 51.000 dizeden, 25.000 beyitten oluşan Mesnevi, yapı ve içerik bakımından Kur’an’a benzeyen bazı özelliklere sahiptir. İşte bunlardan bazıları:

1- Farklı zaman ve mekânlarda geçen olaylar ve konular, verilmek istenen ana tema altında iç içe geçmiş kısa hikayecilik sanatıyla sergilenmektedir.

2- Bildiğimiz gibi Mesnevi’nin tüm beyitleri Fars dilinde, kafiyeli, şiirsel bir anlatımla, ilahi aşkın zirveye ulaştığı bir duygu hali ve cezbe içinde söylenmiş ve yazılmıştır. Bu nedenle Mevlana, tüm dünyada çok sevilen mistik bir şair olarak bilinir.

BİR MUCİZE OLARAK KUR’AN

Yine biliyoruz ki Kur’an Arabistan’da Arap edebiyat ve şiirinin sanatta zirveye ulaştığı bir zamanda ve mekânda bir mucize olarak inmiştir. Çünkü Kur'an'ın tüm ayet ve sureleri insan aklı ve sanatının ulaşamayacağı bir mana ve kafiye sanatıyla doludur. Fatiha suresini dinleyen ünlü bir Arap şairi, “Benim şairliğim burada bitmiştir, demiştir. Kur’an-ı tebliğ eden HZ. Muhammed’in ümmi oluşu (okuma yazma bilmeyişi) Kur’an’ın başka bir mucizesi olmuştur.

 MEVLANA’NIN ŞEMSİ TEBRİZİ İLE KARŞILAŞMASI

Mevlana’nın Kur’an ve Hadis eğitiminde (tebliğinde), kullandığı usul ve yöntemlerden biri de, insan ilişkilerinde sergilediği sevgi ve hoşgörüdür.

Kendi döneminde Konya'da Şems ile karşılaşan Mevlana aşk ve sevginin insan hayatında ve eğitiminde ne gibi önemli bir rol oynadığını daha iyi idrak etmiştir. Bir gün atının üstünde öğrencileriyle Konya Şekerciler Çarşısından geçerken karşısına çıkan Şemsi Tebriz’i Mevlana'nın katırının yularından tutarak kendisine şu soruyu sorar:

EĞİTİMDE AŞK VE SEVGİNİN ROLÜ

Ya Mevlana! Manevi çabaların, çilelerin , ibadetlerin ve bilginin amacı ve hedefi nedir ? der. Mevlana: «Geleneği ve İslam şeriatını öğrenmek ve öğretmektir, der. Şems de: Şayet bu bilgi seni senden almıyorsa, bu bilgi neye yarar? Bunların hepsi aşktır, der. Mevlana: Bunların ötesinde ne var ki? der. Şems: Bilgi, bilinmeyenden bilinene geçmektir, der ve Snâi’nin şu beytini okur: «Bu manevi bilgi (Marifet) seni senden almıyorsa (Seni benliğinden çıkarmıyorsa) Böyle bir bilgiden (Marifetten) cehalet daha değerlidir. (Cehaleti tercih ederim).

MEVLANA’YI MEVLANA YAPAN AŞK ÖNGÖRÜSÜ

Mevlana o anda bayılıp yere düştü. Medrese eğitimini terk ederek, 40 gün Şems-i Tebriz’i ile dergahında sohbet ve tefekkür eder. Mevlana’yı Mevlana yapan Şemsi Tebriz’i de “Malakat” adlı eserinde Mevlana hakkında şu sözleri söylemiştir: “Benim Tebriz'de Ebubekir adlı bir şeyim vardı. Sepet örer, onunla geçinirdi. Ondan pek çok bilgiler edindim. Fakat ben de bir şey vardı ki, onu şeyhim göremiyordu. Zaten hiç kimse de görememişti. İşte onu Hüdavendigar’ım Mevlana gördü”.

MEVLANA’DA BAŞARININ SIRRI : AŞK, SEVGİ VE HOŞGÖRÜ

Bu buluşmadan sonra Mevlana’nın sözlü ve yazılı öğretilerindeki başarılarının sırrını anlamak zor olmasa gerek. Şu sorulara vereceğimiz cevapların da bu gerçeği daha iyi anlamamıza yardımcı olabileceğini düşünüyorum.

1) Yedi asırdır mesajlarıyla hala güncelliğini koruyan Mevlana’nın sırrı ne olabilir? Her yıl 17 Aralık’ta Mevlana’nın ölüm yıldönümünde düzenlenen Sema ayinlerini görmek için neden binlerce insan Konya’ya akın ediyor?

2) 2) Hala azda olsa dinler çatışmasının yaşandığı dünyamızda, neden her dinden, her inanıştan insanlar Mevlana’ya koşuyor? Onun sufi İslam anlayışında ne arıyor ve ne buluyor?

3) 3) Pek iyi, geçmişte 1273 yılında vefat eden Mevlana’nın cenazesi arkasından ağlayarak koşan Konya’da ki gayrimüslimler (Hıristiyan ve Musevi vatandaşlar) onda ne buluyorlardı

HIRİSTİYAN VE MUSEVİLERİN MEVLANA İÇİN SÖYLEDİKLERİ

Yukarıdaki 3.Sorunun cevabını da yine Hıristiyan ve Musevi vatandaşlarımız veriyorlar. Mevlana’ın arkasından ağlayan Hıristiyan ve Museviler şöyle diyorlardı: Mevlana bizim için “ekmek’ti, “güneş”ti. Biz ruhumuzun açlığını onun ilahi aşk dolu mesajlarıyla giderdik. Musa’nın, İsa’nın gerçek mesajlarını ondan öğrendik.” Ekmekten güneş ten kaçılır mı?

SEMA AYİNİ

Asırlarca tüm insanlığı cezbeden, Mevlana'nın “Sema Ayini” yine Kur'an'dan alınan ve görsel sanata dökülen bir aşk eseridir. Her yol Allah'a götürür; ben Sema ve musiki yolunu seçtim”, diyen, Hazreti Mevlana, hayatında bizzat kendinin de aşla dönerek icra ettiği, Sema Ayinini Kur’an’daki şu ayetlerden esinlenerek oluşturmuştur:

1-Kur’an: Hac 22/18 “Görmez misin ki göklerde olanlar ve yerde olanlar güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyor........)”.

2-İsra 17/44 : “Yedi gök yer ve bunlarda bulunan herkes onu tespih eder. O’nu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tespihini anlamazsınız. O halimdir, bağışlayıcıdır.”

3-Nur,24/41. “Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah'ı tespih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi duasını ve tespihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir.” Mevlana'nın Kur'an'dan etkilendiği bu Sema Ayini’ni, kısaca, aşk ile dönerek Allah’ı zikreden kâinatın hareketine, insanın katılması olarak tarif edebiliriz.

MEVLANA’YI DOĞULU VE BATILI YAZAR, ŞAİR VE DÜŞÜNÜRLERDEN AYIRAN ÖZELLİKLERİ

Batıda Mevlana’nın Şaşırtıçı Bilimsel Öngörülerini Ortaya Çıkaran Eva de Vitray, (Havva Hanım ) kimdir ? Bu başlık altında kısaca vereceğim bilgiler, 2008 yılında vasiyeti üzerine Mezarını Paris’ten Konya Üçler mezarlığına naklederek defnettiğimiz, Mevlana uzmanı, araştırmacı yazar, Müslüman Eva de Vitray Meyerovitch, Hanım’ın (Havva Hanım’ın) sayesinde başlayıp, sürdürdüğümüz çalışmaların ürünüdür. 1973- 1984 Yılları arasında lisans, mastır, doktora eğitimimi yapmak üzere bulunduğum Paris Sorbon Üniversitesinde tanıştığım Havva Hanım, yedi dil bilen, tüm dinleri incelemiş İkinci Dünya Harbi öncesi ve sonrası Fransa’nın en büyük İlmi Araştırma Merkezi (CNRS) de çalışmış bir bilim ve felsefe insanıdır. Hayatta tesadüf diye adlandırdığımız bazı tanışma ve buluşmalar vardır. Aslında tesadüf olmayan tüm buluşmaları görünürde biraz önce benim anlattığım gibi izah edebilir, ama hikmetini bilemezsiniz. Adını Mevlana Buluşması olarak nitelendirdiğimiz bu buluşma bizi anne oğul sevgi ve saygısıyla buluşturdu. Sonra anne oğul gibi olduk. Havva Hanım bana üçüncü görüşmemizde benim biri Tıp Profesörü, diğeri üst düzey bir avukat, olduğunu ve dini konularla ilgileri olmadığı için Mevlana’yı seven bir Konyalı evlada sahip olmak istediğini söyledi. Ben de kendisine maalesef, bende Mevlana’dan kalan tek şey, lise yılları da, yağmur sonu toprak kokusu gibi, türbe ziyaretinden başka bir şey yok. Bu durumumdan da bir Konyalı olarak üzüntü duyuyor ve utanıyorum. Bu bel ki benim hatam, belki Türkiye’de ki eğitim sistemimizin hatası. Gördüğünüz gibi burada ben hep batılı bilim adamlarını ve batı kültürünü araştırıyorum, dedim. Bunun üzerine bana üzülme evlat, sen batı ilmi ve kültürünü okumaya devam et. Sonunda Mevlana’yı okuduğunda onun büyüklüğünü daha iyi anlayacaksın. Sonunda bu durum benim için de senin için bir avantaj olacak. Benim gibi Mevlana’yı batılılara sen anlatacaksın. Batıyı tanımadan batılıya Mevlâna anlatamasın. Ben şimdi Mesneviyi Fransızcaya çeviriyorum, boş günlerinde gel birlikte Mevlana tartışacak ve sana batılı düşünürler ile Mevlana’yı karşılaştıracağın çalışmalar ve ödevler vereceğim. Tamam mı.? Sen benim manevi oğlumsun. Bundan böyle Konya dahil, dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan Mevlana konferanslarına birlikte gideceğiz, dedi. İlk[H1] olarak 1978 Aralık ayında Fevzi Halıcının ve müze müdürü Mehmet Önderin daveti üzerine, Konya’ya bir Mevlana bildirisi ile gittik ve Şebi -Arusta bir Mevlana kongresine katıldık. Yine kendisiyle Paris’te tanışmış olduğum ve o zaman Konya Belediye Başkanı olan Mehmet Keçecilerin Evinde 10 gün birlikte misafir olduk. Zamanın. O zamanlar Konya da 5 Yıldızlı oteller olmadığı için önemli Mevlana konuklarını evlerinde veya resmi konutlarda, Konya bürokratları ağırlar, misafir ederlerdi. İkincisinde İspanya Kordoba Şehrine gittiğimizde, Havva Hanım bildirimizi Fransızca olarak banim sunmamı istedi. 1987 Yılından sonra da, öğretim üyesi olarak göreve başladığım Selçuk Üniversitesinde Rektör Halil Cin Hocamızla düzenlediğimiz Uluslararası Mevlana Konferanslarına Havva Hanımı ben Konya’ya davet etmeye başladım. Her gelişinde ben çok sevdiğim şeyhim Mevlana’nı yanında üçler mezarlığına gömülmek istiyorum, sana da manevi evlat olarak vasiyet ediyorum derdi. Ama bana yazılı vasiyetname veremeden Paris’te defnedildi ve İş bitti. Manevi evlat görevini yerine getiremedim.) 10 Yıl sonra Paris Thais mezarlığında kendisi için bir on yıllık daha mezar parası ödenmez ise kemiklerinin “Fosse commune” denilen kimsesizlerin kemiklerinin atıldığı “ortak çukura” atılacağını öğrendim ve acele Paris’e gittim. Burada noktayı koyalım. Hikaye çok zor ve çok acıklı. Ama sonunda Rabbim mezarına döktüğüm göz yaşlarıma cevap verdi, Hz. Mevlana’nın da himmetleri ile olmazları olduran , Rabbim yolumuzu açtı ve bin bir güçlükle malum oğullarından aldığım izin belgeleriyle Rahmetliyi Üçler mezarlığına defnedip, Konyalılar olarak görevimizi çok şükür yerine getirdik. O şimdi 2008’den beri üçler şehitlik mezar kısmında yatan, diyarı Mevlana’ya Horasan erleri gibi hicret eden bir muhacir. Konyalı Ensarlar olarak bizlerden Fatihalar bekliyor.. Kendi Rahmeti Rahmana ve Mevlana’sına Kavuştu. Ama Mevlana eserleri ile onlarca yabancıyı Mevlana ile tanıştırıp Müslüman olmalarına vesile olmaya devam ediyor. Fransız üniversitelerinde onun ve Mevlana’nın üzerine onlarca mastır ve doktora çalışmaları yapılıyor. O Fransız öğrencilerinin çoğunun danışmanlıklarını da internet üzerinden Zoomla ben yapıyorum. Konya’ya onu ve Mevlana’yı ziyaret etmek üzere gelen Fransızlara, yine vasiyeti üzerine karşılıksız konferanslar veriyor, karınca kaderince onun sağlığında yaptığı gibi, tebliğ yapmaya çalışıyoruz. Herhalde şimdi konumuza dönüp Havva hanımla ilgili çalışmalarımızı içeren Mevlana’nın gelecekten haber veren bilimsel konularından bahsedebiliriz. Bu konuları defalarca yurt dışı bildirilerimizde yabancılarla paylaştık. Zaten Havva Hanım Fransızca yazdığı eserinde bunlardan sıkça bahsediyor. Onun için Mevlana’nın merak edilen bu ve diğer inanç konularında ilmi araştırma ve çalışmalar yapılıyor. Bu konuları merak eden Türk dostlar, Kısa da olsa Havva Hanım’ın Türkçeye çevrilmiş, “İslam’ın Güler Yüzü” kitabında 60- 62. sayfalarında bulabilirsiniz. Ayrıca Profesör Ömer Faruk İspirin “Mevlana Celaleddin Rumi (Gizli İlimlerin, Geleceği okumanın, Simyanın ve Astrolojinin Bilgesi),” isimli yeni çıkan bir kitabında 132- 136 sayfalarında “Mevlana’nın olağan üstü Kerametlerini Bilim adamları açıklıyor başlığı altında, gerek benim bu konudaki beyanlarımı, gerek Havva Hanım adına benim geçmişte yaptığım bildiri ve konuşmaları detaylı olarak kitabında ele alıp uzunca yer vermiş. O kitaptan da Mevlana hakkında önemli bulduğum başka bilgi ve bilgileri de okuyabilirsiniz. Bilgi ve bilim insanlığın ortak malıdır. Bilgi ve bilim iletildiği ölçü de var olur. Bu yüzden sayın Hocamıza da teşekkür ediyorum. Kendisini tanımıyorum. Bu kitabı tesadüfen aldım, okurken de bu konuların işlendiğini tesadüfen öğrendim. Tabi ne İslam’da ne de Mevlana da tesadüf yoktur. Benim biraz önce izah ettiğim gibi olayların şeklini izah eder, hikmetini bilemesiniz.

MEVLANA CELALEDDİN RUMİ’ DE ATOM BİLGİSİ

Mesnevi’de Mevlana’nın, ne 13. Yılda, ne daha sonra ki dönemlerde, kimsenin bilmediği Nükleer Atom Fiziği teorisinden bahsettiğini görüyoruz. Mevlana, Atomu keserseniz güneş sistemini bulursunuz, diyor. Bir çekirdek etrafında dönen gezeğenler bulunduğunu söylüyor. Ama çok dikkat etmek gerektiğini de söylüyor. Çünkü bu atomlar, ağızlarını açtıklarında bütün dünyayı yok edebilecek büyük bir ateşin çıkabileceğini söylüyor. Görüldüğü gibi daha 13. Yüz yılda Mevlana, atom bombasının tehlikelerinden söz ediyor. Dokuz gezeğen bilgisi. Ayrıca Mevlana, dokuz gezeğenin bulunduğunu söylüyor. Oysa bilim bunu ancak 1930 de ortaya koyabildi. Daha önce 7 gezeğenin olduğu biliniyordu. Batıda güneşin dünyanın etrafında döndüğü söylenirken, Mevlana dünyanın öbür gezeğenler gibi küçük bir gezeğen olduğunu söylüyor. Dünyada yaşayan bütün canlılar yıldızların etkisindedir. Güneş bitkileri, hayvanları etkiler, ay denizleri etkiler, diyor. Dünyada yaşayan bir insanın hareketinin bilinmeyen galaksilerde kaydedildiğini söylüyor. (Mesnevi II,1706,1611; V, 3858; VI, 38, 2900; VI, 36,3177; V,3401,3402,4580.).

MEVLANA’ NIN BİLİME VE GELECEĞE DAİR ÖNGÖRÜLERİNİ DOĞRULAYAN GÖRÜŞLER VE BULUŞLAR

Mevlâna’yı sadece mutasavvıf bir şair bir düşünür olarak görmüyor eserlerindeki bazı ipuçlarından onun aynı zamanda bir bilim adamı olarak da değerlendirebileceğini savunuyor ve bu yönü ile de dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Bir önce yayınladığım bildirilerimde veya yaptığım Televizyon programlarında bu konuları işlemiş ve Mevlana'nın atomla ilgili ay ve güneşle ilgili bazı bilimsel görüşlerini ve ilgili bilgilerini beyan etmiştim. Daha 1200 yılların ortalarında yazdığı Mesnevisinde dünyanın döndüğünü yazan Mevlâna’nın astronomi bilgisine modern batı yıllar sonra ulaşabilmiştir. Bildiğimiz gibi Kopernik 1543 ve Galilei 1642 de Dünya yuvarlaktır ve dönüyor dediklerinde İncil ile ters düşmüşlerdi. Çünkü müdahale edilen ve değişikliklere uğrayan farklı İncil nüshalarında tersi yazıyordu. Hatta bu konudaki yanlışları rahmetli Havva Hanım İslam’ın Güler Yüzü Kitabında açık olarak Mevlana’dan da bahsederek açıklamış ve bu konuda batıda anlaşılan bilimsel gerçeklerden sonra bile Kilise’ tarafından Galile’nin itibarının geri iade edilmediğini yazmıştır. Galileinin 13 Şubat 1663'te Roma'da mahkemede yargılandığı esnada zorlamalara dayanamayıp her ne kadar dünya dönmüyor demişse de, çıkışta ayağını yere vurarak ama yine de dönüyor diye bağırması tüm dünyanın dikkatini çekmişti. Ayrıca Mevlana daha 12. asırda Mesnevi’de açıkladığı çeşitli hikayelerle Newton'un 1687'de keşfettiği Yerçekimi’ kanununa dair bilgilere de işaret etmektedir.

ATOM’UN ŞEKLİ VE YAPISI

Benim bilgilerime göre, Mesnevi de Zerre tabirinin atom olarak çevrilmesi , Türkiye’ de, Havva Hanım’ın Farscada ki zerre kelimesini, Fransızca da atom olarak çevimesi ve bizim de onu Türkçeye atom olarak çevirmemizden sonra Mevlana’nın İrcada kullandığı zerre diye çevrilen kelimeden Mevlana’nın kastettiği şeyin atom olduğu fark edilmiştir. Zaten metinlerdeki ifadelerden de kasdilen anlamın atom olduğu gayet açıktır.tabi konunun uzmanı olmayan birini burada kastedilen şeyin atom olduğunu düşünmesi çok zor. Bu konu çeviri sorunları ile ilgili bir sorun. Geçmişte İsviçre Medeni Hukuk konularında yanlış çevrilen kanunların durumu hepimizin malumudur. Değerli dostumuz Profesör Adnan karaismailoğluda son dönem yayınladığı Mesnevi tercümesinde Zerre kelimesini atom olarak çevirmiştir. Ben Türkçe de onun çevirilerin, kullanıyorum. Mevlana mesnevisinde bir şeyin en küçük parçası manasına gelen zirve kelimesini kullanarak henüz yakın zamanda keşfedilen atom hareketi, yapısı ve atomun patlamasına gönderme yapmaktadır. Burada da Mevlana'nın zerrenin atomun içindeki güneşi atom çekirdeğinin patlaması durumunda, her tarafın yerle bir olacağına değinmesi ve bu şekilde kuzu postuna bürünmüş aslan olarak nitelemesi son derece ilginçtir. Zira yakın tarihimizde yaşadığımız Hiroşima dersi bunun en acı, ama somut bir örneğidir. Mevlana atomun tehlikelerinden de bahseder.Zerre bir cisimden ayrılmış küçücük bir parçadan başka bir şey değildir. Zerre taksim kabul etmeyen güneş olamaz ki !Bir güneş bir zerre içinde gizlidir derken ; ansızın o zerre ağzını açar .O güneşin huzurunda gizlendiği yerden sıçradı mı gökler de zerre zerre olur , yerler de işte sana zerrede gizli güneş; işte sana kuzu postuna bürünmüş erkek aslan.

MEVLANA DA HÜCRE ŞEKLİ

Hücreyi ilk defa 1665 yılında İngiliz bilim adamı Roberrt Hooke mantar dokusunu gizleyerek bulmuş ve boşluk oda, odacık anlamına gelen “cell” sözcüğü ile karşılamıştır. Hücre bilimine ilişkin ilk yayınlar ise bundan 200 yıl kadar sonra Alman botanikçi Matthias Schleiden (881) ve zoolog Theodor Schwann 1882 de başlayabilmiştir. Bu iki araştırmacı “Hücre kuramı’nın kurucuları olarak kabul edilir. İnsan hücresinin ise başlangıçta bal peteği şeklinde olduğu, henüz mikroskobun geliştirildiği 1700’lü yılların sonu ve 1800’lü yılların başına rastlar ve aynı kelimeyle karşılanır. Daha sonra yapılan araştırmalarda ise insan embriyosu oluşmadan önce varolan “zigot”un tek bir nokta şeklinde olduğu, daha sonra bölünerek bal peteği gibi geometrik şekiller aldığı tespit edilmiştir Bundan yüzyıllar önce 1250 yılında yazılan Mesnevi de insanların hücrelerden meydana geldiği ve insan hücresinin bal peteği şeklinde olduğu açıkça geçmektedir. Mevlana yukarıda belirttiği gibi oda odacık anlamına gelen “hücre” kelimesini de ev oda anlamındaki Farsça hâne kelimesi ile karşılanmıştır. Biz arı gibiyiz bedenler mum (petek ) gibi. Allah bedenleri bal mumu gibi göz göz ev ev yapmıştır. İşte görüldüğü gibi hem insanların hücrelerlerden meydana gelen beden yapısı, hem de hücreye verilen isim Mevlana ve kendisinden yüzyıllar sonra yaşamış olan bilim adamları tarafından aynı kelimeyle karşılanmaktadır. Mevlana’nın yine Mesnevi de tasavvufi manada söylediği vücudunun her zerresi ayrı ayrı yalvarsaydı yine başını kılıçtan kurtaramazdı ve içindeki zerre kelimesinden de insanların hücrelerinden meydana geldiğini çıkarmak mümkündür. Bakınız: Nuri Şimşekler Mesnevide hücre ve Şekli, Semazen Net.)

MEVLANA’YI BATILI VE DOĞULU DÜŞÜNÜRLERDEN FARKLI KILAN BAŞKA BİR ÖZELLİĞİ KADINA BAKIŞI

Mevlânâ’da kadın imajını daha iyi anlamak ve değerlendirmek için Mevlânâ’dan önce ve sonraki dönemlerde dünyanın çeşitli ülkelerindeki bazı önemli yazar ve düşünürlerin kadına bakış açısını birkaç cümleyle belirtmek yerinde olacaktır. Birliktelikleri, tüm canlıların yaşaması için gerekli olan havayı oluşturan, azot ve oksijene benzeyen ve insanlığın varlık nedeni olan erkek ve kadın, maalesef tarih boyu sanki iki ayrı varlık gibi algılanmış, kadınlar çeşitli haksızlıklara maruz kalmışlardır. Genelde erkeğin egemen olduğu insanlık tarihinde, kadın hep hor görülmüş, aşağılanmıştır. Ne yazık ki, ilk çağlardan günümüze düşüncelerini hâla örnek aldığımız çeşitli din ve kültürlere sahip birçok doğulu ve batılı düşünür ve din adamlarının da kadına bakışı hiç parlak değildir. Eski Yunan medeniyetinde, ünlü filozof Eflâtun” Kadın cehennemin kapısıdır. Kadın orta malı olarak elden ele gezmelidir.” demiştir.” Ruhlarda cinsiyet yoktur.” diyen Platon’a rağmen, yarım asır sonra öğrencisi Aristo “Kadın yaratılışta yarım kalmış bir erkektir.” demiştir. Ünlü hatip Çiçeron ise, “Kadın yer yüzünde erkekler büyük işler yapmasın diye yaratıldı. Kadın yaratılmasaydı, erkek tanrılaşırdı.” demiştir. (Kaynak : Citations Françaises)

Eski Hint’te Kadını dine sonradan kabul eden Buda, yakın dostu Anenda’ya “Kadını dine kabul etmeseydik, Budizm saf bir şekilde uzun süre yaşayabilirdi, bunun Budist toplumu için çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum.” demiştir.

Modern çağda, batıda kadının eşitliğini ve özgürlüğünü dile getiren düşünürler olmasına rağmen erkeklerin kadına bakış açısı, yine pek fazla değişmemiştir. Ünlü Alman filozofu Friedrich Nietzche (1844-19002) kadın hakkındaki düşüncesini belirtirken “Kadınla konuşacağın zaman kırbacı eline almayı unutma” demiştir. Kadınla erkeği kıyaslayan Chamfort ((1741-1794) kadının her zaman daha kötü düşüncelere sahip olduğunu ileri sürer: “Bir erkek kadınlar hakkında ne kadar kötü düşünürse düşünsün, hiçbir kadın yoktur ki, ondan daha da kötüsünü düşünmüş olmasın.” Montesquieu’ye göre (1689-1755) : “Genç kadınlarda güzellik zekayı telafi eder, yaşlılar da ise zeka güzelliği ikmâl eder.” .Charles Baudelaire (1821-1867) ise, kadının kilise ’deki ilişkisine bir türlü anlam veremez: “Kadınların kiliselere girmelerine izin verilmiş olmasına her zaman şaşırmışımdır. Onlar Tanrı ile hangi dialoğu kuruyorlar?”, der. Komedi yazarı Armond Salacrou da (-1899), “Papazlar günah çıkartan kadınları dinledikleri zaman evlenmemiş olmakla teselli buluyorlar.” demiştir. Yine XIX. Yüzyıl meşhur alman filozoflarından  Schopenhaur’un (1789-1860) kadınlar hakkındaki sözleri kadına yapılabilen en büyük haksızlık ve hakaret boyutundadır: “...Aslan’ın dişleri ve pençeleri vardır, filin ve yaban domuzunun büyük dişleri vardır; boğanın boynuzları vardır, mürekkep balığının da, çevresindeki suları bulandıracak mürekkebi vardır. Fakat tabiat kadına, kendini savunmak ve korumak için riyâkarlık vermiştir . Kaynak: ( Citations   Francaises.) En zarifinde olduğu kadar, en aptal kadında da riyâkarlık, fıtrîdir. Bu sebepledir ki, mutlak olarak dürüst ve samimi bir kadına rastlamak hemen hemen imkansızdır” ... (Essaî,133, Nihat Keklik’ten naklen ,139 ). Rönesans’la kısmen dinin tesirlerinden sıyrılan batıda, XVIII. Ve XIX. yüzyıldaki ansiklopedilerde “Kadının erkekten aşağı oluşunun nedeni, doğasından mı, yoksa eğitiminden mi?”, tartışmaları, kadına bakışın batı düşüncesini oluşturan mimarlarda da fazla değişmediğini açıkça göstermektedir. Ancak yine batı medeniyetindeki gelişmelerin bir sonucu olarak, Anayasalarında yapılan bazı yasal düzenlemeler sonucunda birçok sosyal haklar elde etmiş olmalarına rağmen toplumda hak ettikleri eşitliği bulamayan kadınlar XX.yüzyılda feminist hareketleri başlatmışlardır. Uygulamada batılı kadınların XX.y.y.da elde ettikleri hakları Türk kadını da Atatürk’ün kadına bakışı sayesinde kazanmış, hatta toplumda seçme ve seçilme hakkına Fransız kadınlardan yaklaşık on yıl daha önce sahip olmuşlardır.

MEVLANA’DA KADIN

Hayatı ve eserlerinde tüm öğretisini insan üzerine kuran Mevlana için kadın imgesi, özünde bir insan imgesinden başka bir şey değildir. İnsanın cinsiyeti, milliyeti yahut dini onu ilgilendirmemektedir. Çünkü bütün insanlar aynı Tanrı’nın kullarıdır. Bu nedenle Mevlana için kadın öncelikle insandır. O, kadını yaşamın içerisine almaya gayret etmiş ve insanlığın ancak kadınla bir bütün olabileceğini vurgulamıştır. Kadının toplum hayatına karışmasından yana olan Mevlana hayatında iki defa evlenmiş ama hep tek eş ile yaşamıştır. Kendine gel her müşteriye el atma, iki sevgiliyi sevmek kötüdür” (Mesnevî I/1465) diyen Mevlânâ köle ve cariye de edinmemiş, ilk hanımının ölümünden sonra ikinci sefer evlenmiş ve bu eşi ile evli iken vefat etmiştir. Mevlana toplum ve aile hayatının ayrılmaz bir parçası olarak gördüğü kadınları ilim ve sema meclislerine kabul etmiş, ayrıca hiçbir ayrım gözetmeden kendisini davet eden, her sınıftan kadınların toplantılarına katılmıştır. Mevlana’nın kadınlar meclisinde bulunduğunu anlatan Eflaki de “Peygamber’in, kadınları irşat ettiğini, bunun ancak Peygamber’e mahsus bulunduğunu, fakat Mevlânâ’ya kadar hiçbir asırda, hiç bir velinin kadınlarla bu derece ilgilenmediğini kaydetmek zorunda kalır. “Mevlana’nın kadın imgesine ait görüşlerini, tıpkı erkeklerde olduğu gibi bazı ana başlıklar altında incelemek mümkün.

KADININ DOĞASINA AİT ÖZELLİKLERİ

Mevlana, kadın olgusunu hem ulvi yönüyle düşünmüş ve kadını yüceltmiş; hem de onu insana özgü zaaf, tutku, kapris ve eğilimleriyle ele alarak gerçekçi bir tavır sergilemiştir. Özellikle Mesnevi’de hikayeler eşliğinde belirttiği bu görüşlerini kadının meziyeti ve zaafı altında toplayabiliriz. “Kadın Hak nurudur, sevgili değil. Sanki yaratıcıdır, yaratılmış değil” , diyen Mevlânâ kadını yaratan kudret mertebesine çıkartmış ve yaratıcılığın simgesi olarak göstermiştir. Onun bu düşüncesi, kadının bir anne olarak, insanlık adına yeni bir varlığın dünyaya gelişinin en büyük sebeplerinden birisi olmasından kaynaklanmaktadır. Ona göre, “Allah kadının kalbine erkekten daha çok sevgi ve şefkat vermiştir. Çünkü doğurmadaki zorluğu ana olmanın müşkülatını göze alması için Allah kadını bu tabiatta yaratmıştır. Kadın daha sabırlıdır, erkekten daha çok ıstıraba acıya dayanır. Kadının sevgisinin, şefkatinin, merhametinin erkekten çok oluşu, yalnız çocukları için değil, eşleri için de Allah’ın bir lütfudur. Çok başarıya ulaşmış büyük insanlar, sanatkârlar, mûcitler, başarılarını eşlerinin ihtimâmına, şefkatine ve muhabbetine borçludurlar.” ( Şefik Can , Mevlânâ , S.193 ) Mevlânâ’ya göre kadın, erkeğin sükûnu için yaratılmıştır. Ayrıca erkek kadından güçlü görünmesine rağmen gerçekte kadın, yaradılışındaki bazı özellikleri dolayısıyla erkeğe galip gelir. Bu konuda, bazı metaforlar kullanarak kadın ve erkeği kıyaslayan Mevlânâ, ancak cahil erkeklerin kadınlarına galip gelebildiğini, akıllı erkeklerin ise, eşlerine mağlup olduğunu şu sözlerle dile getirir: “Tanrı; kadını, erkek onunla yatışsın, erkeğe eş olsun diye yarattı. Âdem nasıl olurda Havva’dan ayrılabilir? Erkek, Zaloğlu Rüstem olsa, yiğitlikte Hamza’yı geçse yine hükmetme hususunda karısının esiridir.Dünyayı sözleriyle sarhoş eden bile, Ey kızıl saçlı kadın! Benimle konuş dedi. Heybet bakımından su, ateşten üstündür ama su bir kaba kondu mu ateş, onu fokur fokur kaynatır. İkisinin arasına, engel olarak bir tencere girdi mi, ateş, o suyu yok eder, hava haline getirir. Görünüşte su nasıl ateşten üstünse, sen de kadından üstünsün; fakat hakikatte ona mağlupsun, sen onu istemektesin. Peygamber dedi ki: “Kadınlar; akıllı kişilere, ehli dil olanlara fazlasıyla galip olurlar. Fakat cahiller, kadına üstün gelirler!.” Çünkü onlar sert ve kaba muameleli olurlar. Onlarda acıma, lütfetme, sevme azdır. Çünkü tabiatlarında, yaratılışlarında hayvanlık üstündür. Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse., hayvanlık vasfıdır.”

Sonuç: Kadın ve erkeğin doğasından gelen ruh yapısını çok iyi çözümleyen Mevlânâ, aile ve toplum hayatında kadına baskı yaparak yön vermeye çalışan erkekleri de eleştirir ve eğitim boyutunda kadına nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda önemli tavsiyelerde bulunur. Böylece, Mevlana, ileri görüşleri ile kadına layık olduğu gerçek değerin verilmesi için bir psikolog gibi konuyu irdelemiş, ve deyişlerinde kadın ruhunun inceliklerine inmeğe çalışmıştır. Sonuç olarak özünde cinsiyet ayrımına yer vermeyen Mevlânâ da kadın imgesi, çağları aşan bir anlayışla hala geçerliliğini korumaktadır. Çünkü Mevlânâ düşüncesinde kadın yaratılış, inanç, ibadet, aile ve sosyal yaşam da eşit haklara sahip olan bir varlıktır. Maalesef kadın haklarından ve özgürlüklerinden sık sık dem vurulduğu günümüzde, moda sanat ve cinsel özgürlük gibi süslü ifadeler altında kadının bir meta ve porno aracı haline getirilerek bazı çevrelerce istismar edilmesi, kadının kişiliğinden çok dişiliğinin ön plana çıkarılması, podyumların ve vitrinlerin reklam aracı olması çok üzücüdür. Diğer taraftan hala dünyanın çeşitli bölgelerinde kadının sadece ev ortamını tamamlayan bir eşya gibi görülmesine, insani yetenekleri, becerileri ve iradesinin göz ardı edilmesine şahit oldukça yedi asır önce yaşayan Mevlânâ’nın kadına bakışından daha öğrenecek çok şeylerimizin olduğunu inanıyorum.