RAMAZAN'DA YENİGÜN

Kimliğimizi yok etme planları tutmadı

Başörtülü olduğu gerekçesiyle Öğretmenlikten uzaklaştırıldıktan sonra, 2002 yılında bir gece yarısı telefonuyla Recep Tayyip Erdoğan tarafından AK Parti MKYK Üyeline davet edilen Nilgün Kılıç ile sonraki süreci konuştuk.

Abone Ol

2

2002 yılından sonra Ak Parti MKYK üyeliği yaptınız. Bu süreç nasıl gelişti? 28 Şubat Postmodern Darbesinin oluşturduğu tahribatı onarmak üzere neler yaptınız?

Evet. Ak Parti’nin yeni kurulduğu 2002 yılında ilk olarak Genel Merkez Kadın Kolları’nda kurucular kurulunda görev aldım. Kısa bir süre sonra yapılan ilk kongrede de Ak Parti Ana Kademede MKYK üyesi olarak 3 yıl görev yaptım.

Bu süre zarfında yaşanan 28 Şubat süreci henüz taze olduğundan dolayı tabii ki girdiğim hemen her ortamda bu konu enine boyuna konuşuluyor ve o dönemde sıkça yapılan protesto gösterileri gündeme geliyordu. O dönemde başbakanımız olan Recep Tayyip Erdoğan, bu konuyla ilgili hassasiyetini her zaman dile getiriyor ve kurumlararası uyum çerçevesinde bu sorunun çözüleceği güvenini veriyordu. Daha sonra da zaten “Demokratikleşme Paketi”ndeki maddelerin yürürlüğe girmesi ile bu sorun çözülmüş oldu.

2006 yılında sicil affı ile görevden uzaklaştırılan öğretmenler, kaybettikleri bütün özlük hakları iade edilerek, isteyenlerin yeniden göreve başlamaları sağlandı.

28 şubat mağdurlarının kaybettikleri hakların iade edilme süreci nasıl gelişti ve siz öğretmenliğe ne zaman dönüş yaptınız? Nerelerde ve hangi okullarda görev aldınız?

2006 yılında sicil affı ile birlikte kaybedilen yıllarda alınmayan maaşların haricindeki bütün özlük hakları iade edildi. Çalışılmayan yıllar emekliliğe sayıldı, kadro derece-kademeleri ilerletildi, puanlar verildi. Hükûmetimiz, başörtüsünden dolayı mağdur olan kadınlara iade-i itibar diyebileceğimiz türden hak teslimi yaptı. O tarihten itibaren ilkokullardan itibaren isteyen kız çocukları ve memurlar başörtüleriyle rahatça devlet kademelerinde görev alabilmekte, eğitim haklarından faydalanabilmektedirler. Ben şu anda Ankara’da İlkokul Öğretmeni olarak görev yapıyorum. Benim çalıştığım İlkokulda bile başörtülü olarak okula gelen öğrenciler var. Gayet rahat bir şekilde eğitim alıyorlar. Bu özgürlük ve demokrasi adına büyük adım ve gelişme.

Sicil affının çıktığı 2006 yılında ben hemen geri dönmedim. İdealist olarak öğretmenlik yapabileceğim en verimli yıllarım evde geçmişti. Artık çalışma isteğim ve enerjim bu mesleğe gerçekten geri dönmek isteyip istemediğim konusunda beni ikilemde bırakıyordu. Bu süreç altı yıl sürdü. 2012 yılında ben de geri dönüş için başvurumu yaptım ve Konya’da tekrar göreve başladım. Eşimin işi Ankara’da olduğundan dolayı 2015 yılında tekrar Ankara’ya geldim ve hâlâ Ankara’da görevime devam etmekteyim.

 “Bin yıl sürecek” denilen 28 şubat postmodern darbesinin getirdiği düzenlemeler nelerdi ve bunlardan hangileri onarıldı ve onarılamayanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Biz sadece kendi başımıza gelenleri biliyoruz. Fakat o dönemde neler oldu neler! Liseli başörtülü kız öğrenciler kazandıkları ödülleri başörtülü oldukları gerekçesiyle alamadılar. Okula girmeleri yasaklandı. Üniversite öğrencilerinden son sınıfa kadar gelmiş Tıp Fakültesi öğrencileri okulu bırakmak zorunda bırakıldılar. Doktor olma, hâkim olma, avukat olma, hemşire olma hayalleri ellerinden alındı. Sakallı genç erkek öğrenciler de sorguya alındı, sakallarını kesmeleri istendi. Protesto yaptılar, yaka paça karakollarda aldılar soluğu. Eşleri başörtülü olan polislerin, askerlerin evlerine gece saatlerinde baskınlar yapıldı, yaka paça götürüldüler, işlerine son verildi. Birçoğu pazarlarda limon satarak evini geçindirmek zorunda kaldı. Bu işe karşı çıkan akademisyenler fişlendi, kimileri görevden alındı. Başörtülü kız öğrenciler için üniversitelerde ikna odaları kuruldu. Ağıza alınmayacak aşağılayıcı cümlelerle sözde ikna edilmeye çalışıldılar. İnsanlığa sığmayacak, demokrasiye yakışmayacak iş ve işler icra edildi maalesef. İnsanları dinden soğutmak, dindarları en aşağılık kişiler olarak ilan etmek için televizyon kanallarında kurgu olduğu sonradan anlaşılan dindar insanları töhmet altında bırakan olaylar, hikâyeler geliştirildi.

Oysa yok edilmeye çalışılan hepimizin kimliğiydi. Bunun içindir ki plânlar tutmadı. Bin yıl sürecek denilen bu operasyonun yerle bir olduğunu bizzat kasıt oklarıyla yaraladıkları bizler gördük, çocuklarımız gördü.

Gönül isterdi ki, “Demokratikleşme Paketi” kapsamında kamuda başörtüsü yasağını kaldıran düzenleme kanunlaşsın. Hangi iktidar gelirse gelsin, bu özgürlük daim olsun, kaim olsun.

Onarılamayan hakları soruyorsunuz, onun için de şunu söyleyebilirim: Hak olduğu sürece bâtıl da hayatta olacaktır. Bu mücadele insanın yeryüzünde var olduğu ilk andan itibaren başlamış, hâlâ da devam ediyor. İnsan var olduğu sürece de devam edecektir. On binlerce yıl önceye ait bulunan tabletlerde yazılı olan şeylere bakınca bugünkü güncel konulardan bahsediliyormuş gibi tanıdık geliyor. Onun için duamız; “Allah yarattığı insanın elinden tutsun, doğru yola ulaştırsın, mücadele azmi versin” olabilir. Şu da bir gerçek ki, kadınlar erkeklerden daha fazla imtihana maruz kalıyorlar. Bunun hikmetini ve ecrini de Allah bilir.

1960 darbesi, 1971 muhtırası, 1980 darbesi, 28 Şubat postmodern darbesi, 17-25 eylül girişimi, 15 temmuz darbe görünümlü işgal harekâtı… türkiye neden hep böyle olaylar yaşamak durumunda kalıyor?

Evet. Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan askerî isyan ve darbeler, Cumhuriyet kurulduktan sonra da neredeyse her on yılda bir darbe, muhtıra, postmodern darbe ya da darbe girişimi adı altında kendini göstermektedir. Bizim ülkemizdeki darbeler büyük oranda asker odaklıdır. 1960’da ordu içindeki bir grubun bir araya gelerek emir komuta zincirini devre dışı bırakmasıyla gerçekleştirilen darbe, 1980 yılında ise emir komuta zinciri içerisinde gerçekleştirildi. Bazı darbe görünümlü muhtıralar hükûmetlerin varlığına son verecek şiddette iken bazen de 28 Şubat’ta olduğu gibi postmodern olarak adlandırıldı.

Oysa darbeler, anayasaya koyulan maddelerle suç olarak kabul edilmişti. Yapılan bütün düzenlemelere rağmen darbeler engellenemedi ve iş başına gelen bütün hükûmetler darbe korkusuyla görev sürelerini tamamladılar. Bu darbeleri yapan askerî vesayet, anayasada var olan “Rejimi Korumak” görevinin her şeye, herkese rağmen kendilerinin üzerinde bir sorumluluk olduğunu zannettiler. Bu darbeyle Cumhuriyeti koruma görevi 15 Temmuz 2016’ya kadar sürdü.

28 Şubat’a postmodern darbe denilmesinin sebebi de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetime doğrudan el koymayıp, medyayı ve çeşitli zorba unsurlarını kullanarak hükûmetin istifaya zorlanmasıdır.

Ak Parti hükûmetiyle birlikte askerî vesayet kontrol altına alındı. Türkiye’nin içte ve dışta varlığının gücünü temsil eden bu organ, olması gereken yerde ve zamanda gücünü ortaya koyacağı bir devlet kurumu niteliğine büründü. Bu ilk olarak 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerçekleşti. 27 Nisan 2007’de Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinden yayımlanan bir bildiri ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale edilmek istendi. Fakat hükûmet bildiriye karşı geri adım atmadı. Bu; demokrasi adına önemli bir dönüm noktası idi. 1961’deki askerî vesayete ve 12 Mart 1971’deki muhtıraya teslim olan hükûmetlere rağmen Ak Parti hükûmeti bu askerî vesayete teslim olmamıştır.

Her darbe bir ülkenin her bakımdan neredeyse elli yıl geriye düşmesidir. Allah bir daha böyle günler göstermesin.  

Ülkemizin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Artık hiçbir şey eskisi gibi değil, her şey değişiyor, dönüşüyor. Başta zihniyetler. Ben öyle Türkiye hayal ediyorum ki; her şeye rağmen her konuda insanî duyarlılığımızı kaybetmeyelim. Bize ezelden emanet edilmiş olan Veda Hutbesi kanun maddelerini miras kabul edip, bu yol üzere bir hayat inşa edelim. Türkiye hepimizin. Sen ben kavgasını sonlandırıp, birlikte inşa ettiğimiz insanca hayat vadeden kanun maddelerimizi birlikte oluşturalım. Öz birliğimizi, öz kültürümüzü unutmadan yaşayalım. Hiçbir vesayete düşüncelerimizi kurban vermeyelim. Bu eşsiz ülke, bu güzel vatan hepimize yeter. Bana kendim ve ülkeme dair söz söyleme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Bu konuşmayı Cahit Sıtkı Tarancı’nın duygularımızın tercümanlığını yaptığı bu nefis şiiriyle bitirmek isterim. 

                                    Memleket isterim

                                    Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun

                                    Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

                                    Memleket isterim

                                    Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

                                    Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

                                    Memleket isterim

                                    Ne zengin fakir ne sen ben kavgası olsun;

                                    Kış günü herkesin evi barkı olsun.

                                    Memleket isterim

                                    Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

                                    Olursa bir şikâyet ölümden olsun.