Son günlerde ne hızlı ekonomi gündemi yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz değil mi? Bu kargaşa arasında yemeğin hasını yiyip göbeğini şişirenler varken, yedikleri yemeğin bulaşığını yıkamak da kime düştü? Siz söyleyin. Bu kadar hızlı çıkış ve inişlerde ara malı gibi aradan sıvışanlar, her şeyden önceden haberi olanlar çoktan köşe oldu bile.

Yemeği, üretmeden tüketenler, kazandığından fazlasını harcayanlar, çalışmadan ATM’lerden para emenler, toplumun sırtından geçinen parazitler ve siyasetin kirlettikleri yedi.

Bugün söylenen, öncesinde unutulan üretim, yatırım, istihdam gibi durumlar bakalım nasıl harekete geçecek. Ortalık sakinlemiş görünüyor. Ancak, vatandaşın beklentileri henüz cevap bulmuş değil. Bugünden sonra sorun dövizin rakamlarında ya da diğer bir tanımla fiyatlanmasında yaşanan düşüşler, genel ihtiyaçlara yansıyacak mı önemli olan bu.

Bugün ürettiğimizden fazlasını tükettik; ithalat patladı. Kazandığımızdan fazlasını harcadık; borca battık. Üretimden vazgeçtik, doludizgin tüketen olduk. Ucuz kredi ile altına, dövize koştuk ve üretim davasını öldürdük.

Üretim bağımsızlık davasıdır.

Dışa bağımlılığı azaltacak en önemli davamız budur. Eğer ekonominin krizde olduğu acı gerçeğini kabul etmez isek üretimi yeniden dava haline getiremeyiz. Refahın öldürdüğü üretim davasını diriltmenin yolu, hamasetten değil, gayretten geçer ancak. Evet üretim bağımsızlık davasıdır.

Türkiye; topyekûn üretim seferberliği başlatmak zorunda… Salgının zaten zora soktuğu ekonomilerde üretimi kendisine dava edinenler, çare üretmeye başladı bile. Ancak sorun şu ki rantiyelerin, siyaset kenelerinin, toplum asalaklarının sayısı öylesine arttı ki dava sahibi üretici, zorlanır oldu.

Her zaman söylediğimiz üretmeden kazanamayacağımız gerçeğinden hareketle, üretimin artması istihdamın artması, gelirlerin artması demek. Önemli olan bu çıkışı yakalamak için üretimin yapılacağı fabrikalar, üretim bantları harekete geçirilmeli. En önemlisi de tarımın reform edilmesi ve istihdamdaki ve üretimdeki yerinin artırılmasıdır.

Dövizler bozuldu, kur geriledi, sisteme para girmeye başladı. TL'de kalmak isteyenler için alternatif yaratıldı.  Bundan dolayı kurdaki oynaklığın önüne geçildiği ve öngörülebilirliğin yaratıldığını belirterek olumlu karşılayan da oldu, "yapılan örtülü faiz artırımıdır, Hazine'yi yük altında bırakır" diye şüpheyle yaklaşan da. Hatta "tozlu raflardan indirilmiş Dövize Çevrilebilir Mevduat" (DÇM) benzetmesi bile yapıldı.

Özellikle DÇM benzetmesi önemlidir çünkü Türkiye'nin hafızasında DÇM'lerle ilgili oldukça olumsuz hatıralar var. 1960'larda uygulamaya başlanan DÇM'ler döviz baskısı altındaki ekonomiye soluk aldıracak çare olarak görülmüştü. Ama sonuçta ekonomiye enflasyon olarak geri dönmüştü. DÇM'lerin son taksiti ödendiğinde devrin başbakanı Turgut Özal bu borçları "bilgisizliğin vesikası" olarak tanımlamış ve "İnşallah gençlerimiz bundan ders alır. Bir daha böyle hesapsız kitapsız hatalar yaparak, gelecek nesilleri zor taşınan yük altına sokmaz" demişti. Özal, eğer Türkiye bu DÇM'leri ödemek zorunda kalmasaydı, bu paralarla 9,000 ilave okul, 900 orta boy fabrika, 500 hastane ya da 4,000 kilometre otoyol yapılabileceğini; yaklaşık 100 bin insana iş yaratılabileceğini söylemişti.

Kesin olan şey bu uygulamanın kurdaki baskıyı kısa dönemde hafifleterek ekonomi yönetimini rahatlatacağıdır. Kısacası bu durum TL'cileri değil; döviz yatırımcısını koruyor.

Ne diyelim biz sadece fikirlerimizi sizlere aktarmaya çalışıyoruz. Ne söylesek boş. İmam bildiğini okuyor.