Bütün canlıların ortak bir hakkı varsa, şüphesiz ki bu; yaşama hakkıdır. Yaşama hakkı bize yasalar tarafından tanınmamıştır. Yaşamak zaten haktır! Yaratılan her canlının sahip olduğu bir haktır. Can sadece insana bahşedilmemiştir. Koşulsuz sevgiyi paylaşmak ve merhametimizi diri tutmak için hayvanlara ve bitkilere olan ihtiyacımız yadsınamaz bir gerçektir. Ancak çoğu insan, soyut olarak yaşadığı hislerini somut olarak yansıtmakta başarısızdır.

Toplumun kalıplaşmış yargısı haline gelen “sevgisini gösterememe” davranışı bütün alanlara sirayet etmiştir. Sevgisiz bir neslin, ilgi bekleyen insanları olarak dünyayı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Ama galiba bunu doğru bir şekilde yapamıyoruz. Son zamanlarda artan vahşetin ve vicdan yoksunluğunun faturasını kesecek birilerini arıyorum. Çünkü insanların bu kadar vefasızlaşmasını henüz kendime açıklayamıyorum. Sizin de bu konu üzerine biraz düşünmenizi istiyorum.

İnsan Hakları Beyannamesi’nin “Yasalar önünde herkes eşittir.” maddesinde geçen eşitlik üzerine kafa yoralım mesela. Burada; cinsiyet gözetmeksizin tanınan eşitlikten bahsediyor. Kadın erkek eşitliğinden bahsetmiyorum, insan olarak eşit oluşumuzdan bahsediyorum. Sizce de öyle değil mi? Hepimiz insanız sonuçta. Bunda hemfikirsek gelelim “insanı cinsiyetsiz olarak görememe” sorunumuza. Böyleyiz değil mi? Kadın için ayrı önyargılarımız var, erkek için ayrı. Yeryüzündeki her şey, eşi benzeri olmayan insanlığımız için var. Peki, biz bu insanlığın neresindeyiz?

İnsanları okumak, onları anlamak, verimli bir iletişim halinde olmak hepimizin ihtiyaç duyduğu önemli bir ayrıntıyken; toplum arasında süregelen tahammülsüzlük seviyesi günden güne artıyor. Tanımadığımız insanlara karşı önyargılarımızdan bir türlü sıyrılamıyoruz. Tabularımızın çevrelediği bir ahlak anlayışımız var. Kendi doğrularımıza paralel olmayan düşüncelerden uzak durmayı tercih ediyoruz. Oysaki iki karşıt düşünceden yeni bir düşünce doğar; bunu değerlendiremiyoruz.

Hepimizin bir anlam arayışı var. Bizler; hüviyetimizde yer alan bilgilerle sınırlı değiliz. Yetilerimizin sınırlılıklarını görebilme imkânımız varken, emsal yaşantılarla kısıtlandırılıyoruz. İnsanın bir kimliği benimseyip tamamlama aşaması, hayatının son evresini bile bulabilir. İçimizdeki açmazlara çözüm buldukça, kendimizi ölçümlüyoruz. İyiliğin neresinde duruyoruz, kötülüğe ne kadar yakınız? Herhangi bir olayla karşılaşmadan bunun cevabını bile veremiyoruz.

Abaküsümüzün bir tarafındaki boncuklar, diğer tarafa geçmeye çok müsait. Sadece kültürlerin yozlaşmadığının farkına varmamız lazım artık. Kimsenin özü sabit değil, olmayacaktır da. Hayallerini gerçekleştirmek için çabalayan da, ölüm anını bekleyerek yaşayan da ortak bir kadere sahip. Bırakın herkes kendi hayatını yaşasın. Biraz izin verin kendinize.