“Bülbülü altın kafese koymuşlar ille de vatanım demiş.” Söylene söylene sıradanlaşmış bir atasözü. Derinliğine, manasına inildiğinde, insanın başına geldiğinde ise anlamını yazmaya kitapların yetmeyeceği bir söz.
Dünya, insanlık tarihinden bu yana hep anlaşmazlıklarla, savaşlarla çalkalanmış durmuş. İslam dini yani bizlerin de inandığı din, insanların Adem’den yaratıldığına inanırız. Yine inancımıza göre “Adem atamız ve Havva annemizden ilk doğan Kabil bir çiftçi, kardeşi Habil ise bir çobandır. Tanah'a göre Kabil, kardeşi Habil'i kıskandığından dolayı ona karşı kin ve nefret beslemiş, en sonunda da kardeşini öldürerek İnsanlık tarihindeki ilk cinayeti işlemiştir. Bunun üzerine YHVH (Tanrı) , Kabil'i cehennem azabıyla cezalandırmıştır.”
Daha sonraki zamanlarda da savaşlar, cinayetler devam etmiş ve günümüze kadar yani bir hesaptan 12 bin yıldır, bir anlatıma göre 130 bin yıldır, 200 bin yıldır, 300 bin yıldır insan yaşadığı varsayılır. Bu konuda yani tam tarih konusunda elimizde yeterli bir delil bulunmamaktadır.
Güçlü olanlar güçsüz olanları öldürmüşler, katletmişler, yerlerinden uzaklaştırmışlar, başka diyarlara göç etmek zorunda bırakmışlar.
Günümüzde yaşananlar da yine bu güçlü güçsüz ilişkileri yüzünden devam edip gelmektedir. “
“Bir dem gelir bir tekmeyle dünyaları yıkacak olursun, bir dem gelir yerdeki karıncaya mağlup olursun. Güç hayvanda bile mevcut. Akıl sadece anahtar. Anahtara takılmasın. Aslolan anahtarın açacağı kapılardır. Kapıların ardında hazineler, kapıların ardında sırlar vardır. Sırlar ki ebedi muştuları koynunda barındırır; sonsuza kavuşturur. Aklını kullanıp dünyadayken cennetin kapılarını aralayasın oğul. -Şeyh Edebâli Osman Gazi’ye böyle nasihat ediyor mesela.
“Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir.” demiş Blaise Pascal.
Adolf Hitler ise “Ben Dünya'ya insanları güçlü yapmak için gelmedim, onların güçsüzlüklerini kullanmak için geldim.”
Oscar Schinder; daha manidar bir söz etmiş güçle ilgili olarak. “Güç, elinde her türlü öldürme imkânı varken bağışlayabilme becerisidir; gerçek güç merhamettir.
İslam’a göre merhamet; “Acıma, esirgeme, koruma, sevgi gösterme, yardım etme. İnsanı başkalarına iyilik ve yardım etmeye yönlendiren acıma duygusu. Tüm yaratılmışlara sevgi ile yaklaşma, onları kötülüklerden koruma ve kurtarma, zor durumlarında yardım etme, bağışta bulunma, affetme gibi iyi huy ve davranışların başlıca nedenidir.” Şeklinde açıklanmış.
Talha Uğurluel; “Türklerin merhameti kılıçlarından daha tehlikelidir” şeklinde bir dizide sarf edilen bu sözü duyunca aklıma 3. Haçlı Seferi geldi . Alman imparatoru Frederic Barboros’un Anadolu’daki darmadağın askerleri oradan oraya kaçışırken, onlara merhamet eden Türkleri ile Müslüman oluşları geldi.” diyor.
“Sefarad” İbranice'de İspanya anlamına geliyor. 1492 yılında İspanya'dan kovulan Sefarad Yahudilerinin birçoğu Kuzey Afrika, Güney Avrupa ve Balkanlar’a sürgün edildi. Bu Yahudilerin bir kısmı da dönemin Padişahı 2. Beyazıt'ın çağrısıyla Osmanlı topraklarına gelip yerleşti. Bu olay da Türk İslam Kültürü’nde sığınmacılara, mültecilere nasıl bir yaklaşım içinde olduklarının ispatıdır.
600 yıl Osmanlı olarak yaşayan her milletten insan acaba bir arada bulunuşlarını hangi anlayışın, hangi uygulamanın eseri sayarlar?
“Türkiye, Osmanlı döneminde 1492 yılında İspanya’dan sürülen Yahudilere kucak açtığı gibi, İkinci Dünya Savaşı sırasında da vatandaşı olan Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmelerini engellemiş, başta bilim adamları olmak üzere, her kesimden Yahudiler için sığınılacak güvenli bir liman olmuştur.” Türk dışişleri Bakanlığı.
Konu çok derin bilgi gerektiren ve tarihi vesikalarla desteklenen bir konudur ama içinde yaşadığımız son 13 yıldır olanlar hepimizin nazarında canlı belgedir ve bir belgesel gibi izlenmiş, izlenmeye de devam etmektedir.
Ortadoğu’da yüzyıllardır süren karmaşa içinde durmadan haritalar değişmekte, güneyde Araplar aynı ırktan insanlar olmalarına rağmen emperyalist devler tarafından parça pincik devletlere dönüştürülmüş, güçleri paramparça edilmiştir. Yine aynı şekilde dünyanın daha Kuzey coğrafyasında yani Türkistan’da yaşayan Türkler benzeri bir işleme tabi tutularak küçük küçük devletler halinde isimlerinden Türk ibaresi de çıkarılarak parçalanmış ve 100 yıl boyunca baskı ve zulme tabi tutulmuşlardır.
Irak, Libya, Fas, Tunus Cezayir emperyalist emeller yüzünden milyonlarca insanlarını kaybetmiş, yaşamaya çalışanlar ise açlık ve sefaletten yok olup gitmişlerdir.
Son Suriye konusunda, kendi insanını bombalarla yok etmeye çalışan zalim Esed’in zulmünden kaçabilenler Türkiye’ye, Ürdün’e, Lübna’a ve diğer komşu ülkelere sığınmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinden ve kültüründen gelen asil duruşuyla milyonlarca Iraklı’ya ve Suriyeli’ye kucak açmış, onları en doğal yaşama haklarından mahrum etmemeye gayret etmiştir.
Bunu fırsat bilen bazı menfaatperest siyasiler bu konunun üzerinde yıllardır tepinmeye devam etmişler, Türk’ün tarihi mirası ve kültürü olan “ensar” özelliğiyle dalga geçilmiş, “iktidar olunca bütün Suriyelileri zorla da olsa memleketlerine göndereceğiz” diyerek siyasi rant için sloganlar üretmişlerdir.
Sonunda zalim Esed ülkesini terk etmek zorunda kalmış ve Suriye’de şu anda zuhur eden huzur ve güven ortamını fırsat bilen göçmen ve sığınmacılar ülkelerine dönmeye başlamışlardır.
Allah milletimize güç versin. Versin ki dünya üzerindeki mazlumlar huzura kavuşsun, her insanın hakkı olan refah içinde yaşama hakkına her daim sahip olsun.
Allah kimseyi vatanından ayrı düşürmesin.
“Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.”