“Oğlum ıktısatlı olun!”, “Har vurup harman savurmayın!” , “Ak akçe kara gün içindir.” “Damlaya damlaya göl olur.” “İşten değil, dişten artar.” “Tasarruf etmezsen bugünden, hep tüketmiş olursun yarından.” “Tutumluluk az şeyi çoğaltır, israf çok şeyi azaltır.”, “Susayan bir insan için bir damla su, bir çuval altından daha değerlidir.”, “Gereksiz harcanan enerji, kaybedilen emektir.” V.s.

Ve daha nice söz ile iktisatlı olmayı, yani az harcamayı, tasarruf etmeyi öğütleyen sözlerle büyütülen bir neslin ferdiyim ben.

“Yerli malı, yurdun malı her Türk onu kullanmalı” sözü devletin sözüydü. İlkokullarda yerli malı köşeleri oluştururduk. Buğday, arpa, yulaf, çavdar, fiğ, burçak v.b. ürünleri küçük küçük keseciklere doldurur, sınıfımızın bir köşesinde sergilerdik.

Öğretmenlerimiz bize,” devletimizin dışarıya on kamyon buğday satıp onun parasına bir adet dikiş makinesi alabildiğini” anlatırlardı. “Bizim ülkemizin bir tarım ülkesi olduğunu ama Avrupa ülkelerinin sanayileşmiş ülkeler olduğunu” öğretirlerdi.

Öğretmenlerimiz bu gerçekleri bize öğretirlerken, nasıl bir aşağılık kompleksi içine girdiğimi hala hatırlıyorum.

O zaman Almanya’ya işçi olarak gidenlerin, ülkemize izinli gelirlerken yanlarında getirdikleri radyolar, pikaplar, hatta fırdöndü sigara kül tablaları, ‘kullan at’ çakmakları gördükçe onlara imrenir, hele hele bizler eşeklere binerken, Avrupa’dan gelenlerin oradan getirdikleri ikinci el otomobilleri gördükçe ‘bu zenginliğin nasıl oluşmuş olabileceğini’ çocukluk aklımla hayal ederdim.

Demek ki o ülkeler böyle şeylere kafa yorarlarken bizler, yakın köyden gelen jandarma devriye erlerinin, köydeki gençlerin başındaki feslerle uğraştıkları çağları yaşıyormuşuz.

Ama ne çağlarmış be!

Elin oğlu otomobil fabrikaları, nükleer enerji santralleri kurarlarken bizler insanların inançlarının nasıl olması gerektiği, giyim kuşamlarının şekli gibi çok önemli(!) işlerle,yapılan uçak fabrikalarını kapatmakla uğraşıyormuşuz... Tabi bir de “ıktısatlı” olmayı öğretiyorlarmış. Bizlere ıktısatlı” olmayı öğretirlerken, beyefendiler şehirlerde arsalar, tarlalar pay ediyorlarmış aralarında. Sonradan anlıyorum hep bunları.

“Ey sen öküz Anadolulu! Git köyünde buğday ek, arpa ek. Çağırdığımızda askerliğini yap, vergini öde! Başka işleri biz yaparız” zihniyeti iktidarda imiş meğer. Şimdi o “öküz Anadolulu” okuyup, ‘böyük adam’ olmaya başlayınca ve devleti yönetmeye talip olunca kıyametlerin kopması da bundanmış.

Doğduğum köyün yolu, suyu, ışığı, telefonu bile yokken bazıları darbe planlarıyla, ülkenin topraklarını parsellemekle meşgullermiş.

“Iktısatlı olun oğlum” diye babalarımız dedelerimiz bizlere öğüt verirken, bir evlek tarlasını dağların, taşların arasında eşek çiftiyle sürmeye çalışırken, oradan kaldırıvereceği beş eşek yükü ekin sapıyla on bir nüfuslu evinin efradını nasıl besleyeceği kaygılarını taşıyormuş meğerse...

‘Iktısat’lı olmasın da ne yapsın?

Dağ başındaki bir evlek tarlasını eşek çiftiyle üç gün sürüp ektikten sonra Allah’ın rahmeti de yağmazsa bir buçuk karış ekini el orağıyla biçerken tarlaya dökülen, içinde 3-5 ‘danesi’ bulunan buğday başaklarını bizlere tarladan toplatma nedenini sonraki yıllarda çok daha iyi anlamaya başlamıştım.

Eşeklerle harmana getirilen sapı öküzlerle düven sürerken, buğdayı yememeleri için öküzlerin ağzına torba takılmasının da bir “ıktısat” tedbiri olduğunu da sonradan anlayabilmiştim.

“Iktısatlı olun oğlum” diyen babalarımız, dedelerimiz, yüz çeşitli serpme kahvaltı sofralarına, açık büfe otel yemek salonlarında enva-ı çeşit yemekleri tabağına doldurup, çok az bir kısmını yedikten sonra çöpe dökenleri görmeden ölüp gittikler.

“Iktısatlı olun” diye diye ülkeyi zenginleştiren o babalar, o dedeler, o analar  ceplerimizdeki her biri 40-50 bin liralık cep bilgisayarlarını kullanamadan ölüp gittiler.

Elli metre genişliğindeki yollara dahi sığmakta güçlük çeken birkaç trilyonluk otomobillere binemeden, trilyonlarca liralık ‘akıllı evler’de oturamadan öldüler gittiler.

Şimdi öyle bir haldeyiz ki! ‘Iktısatlı olun’, biz ne günlerden geçip geldik bugünlere” diyen büyükleriyle kafa bulan bir gençlikle birlikte yaşıyoruz.

Nohut kahvesiyle kahve içen bir nesilden bir fincanı 200 TL olan bilmem ne kahvesine para döken bir nesle uzandık.

Devlet parasız yatılı okuldaki sosyal bilgiler öğretmenim; “Ey Türk evladı! Gereksiz yanan her lamba, musluğundan boşa akan her damla senin damarlarındaki asil kandan akan damlalar gibidir. Unutma boşa akan her damla su, senin milletinin vatanından düşmana teslim edilen bir karış toprak gibidir!” sözleri yankılandı kulaklarımda. Ondandır hala sokak çeşmeleri dâhil akan bir musluğu gördüğümde bedenimin titremesi. Ondandır bir çiklet ambalajını, çöp kutusunu buluncaya kadar cebimde taşıma sebebim.

Yaşıyorsan sağlık, yaşamıyorsan rahmet olsun Cafer Toksun Öğretmenim.

2023, 24 Kasım Öğretmenler Günün kutlu olsun. Şimdi gel de sınıfında bu cümleleri tekrar kur ve haykır bakalım, o öğrencilerin seni nereye kadar kovalayacaklar bir gör.

Biz on kamyon buğday satıp, bir adet dikiş makinesi alabilen bir ceddin ahfadıyız.

Savulun bre!