Ah katrem ne hırçın ne hoyrat geldin bu güne… Sanki içimde olan şu küçük kıyametin sesini işitmiş gibi göğü sarsıp bıraktın kendini yerlere… Bu aralar bir fetret devri içinde kalemim ve içimde açıklayamadığım tüm hislerim kendini gizlemek için benden köşe bucak saklanmakta… Nedendir bilinmez sen gelince lâl olan kelimeler davetsizce beni buyur etmekte sahifesine…

Yaz!.. Ne yazabilirim ki?.. Sen de kelimesiz haykırmıyor musun damla damla?.. Yazmaya ne mecalim ne de cümlelerim var. Bağdaş kurmuş bir köşe başında soluklanan ürkek hislerime, bir bardak su vererek kendine gelmelerini beklemekteyim.

Oysa harflere dokunmayı o kadar çok özlemişim ki; ellerim titriyor, çekiniyorum kelimelerimi tamamlarken… Yalnızlığım ne kadar sessiz ise sen o kadar şiddetleniyorsun. Kafamın içinde karıncalanan onca cümle ve kendime itiraf edemediğim yüzlerce şey var… Yeryüzünü yıkadığın gibi, tüm kalpleri de yıkasan ya…

Suskunluğum ardından gelecek olan şiddetli bir sağanağı beklemekte… Kim bilir senin sabrını kim bitirdi de böyle esip gürlüyorsun. Sana dert yanmam da bundan sanırım. Ne de yakın hissediyorum kendimi sana, sen de gizlenen sırlara, manalara…

Bir fetret devrinin ilk kelamının harflerini bir gelinliğe inci işler gibi işliyorum bembeyaz sayfama… Allanıp pullanıyor taze gelin gibi… Renkleniyor, güzelleşiyor benzi… Ne çok özlemiş yâr olacağı gözleri… Utangaç bir genç kızın pembeleşen yanaklarını anımsatıyor cümlelerin arasına konan noktalar… Gurbetliğin verdiği özlem ile yutkunuyor virgüllerinde cümlelerim…  

Yaşanan onca sıkıntı, stresin ardından ağırlaşan gönül göğü bir bir bırakıyor göz pencerelerinden damlalarını… Akabinde bir serinlik, ferahlık nüfuz ediyor. Ne büyük nimetsin sen katrem… Sabrın sonunda belki hüzün hüzün geliyorsun ama daha sonra bir huşu ile her şeyi sakinleştiriyorsun. Mevlana Celaleddin Rumi’nin bir sözü hatırıma düştü bu harfleri işlerken sana…

Ne diyordu mübarek zat: “Bu yağmur musibetler yüzünden insanın gönlüne çöken gamı yatıştırmak için yağıyordu.”

Gerçekten de öyle değil miydi? Geldin mi ne de hoş geliyordun. Her sene dönümü geleceğin kırkikindileri dört gözle beklemekteyim. Bu sene gözlerimizi yolda bıraktın. Epey geç geldin bu kirli dünyaya… Sen de görüyorsun ve yeryüzünden uzaklaşmak istiyorsun gibi hissediyorum geç kalışından…

Ben de uzak olmak istiyorum katrem. Şayet boğuyor beni faninin ücra sokaklarına gizlenmiş bir anda beliriveren gönül yangınları… Tek devam sen oluyorsun da yetişiyorsun söndürmeye odu… Bu bekleyişin ardından dilsizliğin çözülüşü bundan olsa gerek.

Geldin yine filizlendi gönül tarlama serptiğim tohumlarım. Umut umut büyüyor içimdeki cılız dallarım… Kara bulutların ardından yavaş yavaş masmavi beliren gök kubbenin ihtişamında canlanıyor hayallerim…

Ey katrem… Ey canıma can katan, yaşam kaynağım… Dünya’nın yaratılışında da, Âdemin var oluşunda da sen vardın. Yüzyıllar boyu geçti de sen bu fani bedenimin can suyu oldun. Sen olunca yeşeriyor düşüncelerim… Sana kavuşunca son buluyor hasret kaldığım kelâmım… Ne çok zaman geçti dokunmayalı harflere… Şimdi damla damla dökülüyorsun sahifemin yüzüne… Umarım bu yazmak için beklediğim son yağmur olur. Ve ben yüreğime biriktirdiğim sen ile de dinleyebilirim bana ilham veren sesini…

Bir fetret döneminin ardından sana kavuşmanın mutluluğu ile seninle daimi beraberlik diliyorum yazı dostum.