Avrupa’nın hasta adam olarak nitelendirdiği, özellikle ekonomik alanda çökmüş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde siyasi bağımsızlığını kazanmış Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.  Atatürk’ün  “ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlığın da olmayacağı” düşüncesi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti iktisadi hayatta hızlı atılımlar yapmaya başlamıştır.  İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar paralelinde 1923-1929 döneminde kısmi bir liberal dönem yaşanmış fakat gerek 1929 yılında bütün dünyayı etkileyen Büyük Buhran’ın etkisiyle gerekse sermaye ve girişimcilik yetersizliğiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti devletçilik politikası izlemeye başlamıştır.

19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında katılmış olduğu savaşlar neticesinde Osmanlı Devleti ekonomik anlamda güçsüz bir konumdaydı. Girmiş olduğu savaşların finansmanında iç kaynakları yetersiz kalmış ve yüksek oranda borçlanmaya gidilmiştir. Yıllarca süren bu savaşlar sonrası; ülkede birçok iş sahası kapanmış, üretken erkek nüfusu azalmış, göçler
nedeniyle de işsizlik büyük boyutlara ulaşmıştır. Var olan kaynakların büyük ölçüde ordunun hizmetine sunulması, bu kaynakların tükenmesine sebep olmuştur.

Böyle bir ortamda başlayan ve dört yıl süren Kurtuluş Savaşında da ülkenin beşeri ve fiziki kaynakları sonuna kadar kullanılmış, Cumhuriyetin ilanından sonra her işin devletten beklendiği uzun ve zor bir dönem başlamıştır. Devlet bir taraftan okul, hastane, yol yaparak ülkeyi yeniden inşa etmeyi; diğer taraftan da şekeri, çimentoyu üretecek fabrikalar kurmayı planlamaktaydı.1920’li yıllarda ülkenin bulunduğu bu olumsuz durumda dahi egemen olan iktisadi düşünce, piyasa mekanizması esas alınarak, sermaye birikiminin özel sektör
aracılığıyla gerçekleştirilmesi yönündeydi. 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde özel sektör ağırlıklı ve piyasa ekonomisine yönelik bir iktisadi kalkınma modelinde karar kılınmıştır.

İzmir İktisat Kongresi’nde benimsenmiş olan esaslara koşut olarak kongreyi izleyen yıllarda Türk ticari ve sanayi hayatını finanse edecek bazı bankaların kurulduğu gözlenmiştir. Bu bankalar Türkiye İş Bankası, Türkiye Sınai ve Maadin Bankası, Türkiye Sanayi Kredi Bankası, Emlak ve Eytam Bankası, yeniden düzenlenmiş Ziraat Bankası ve T.C. Merkez Bankası’dır. Bu dönemde bankacılık alanındaki en ilginç gelişmelerden birisi de çok sayıda mahalli bankanın kurulmuş olmasıdır. Belirlenebildiği kadarıyla 29 adet mahalli banka faaliyette bulunmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin ulusal gelirinde dış ticaretin oldukça büyük pay alması, dışa açık bir ekonomi politikasının güdülmesi altı adet yabancı bankanın faaliyete geçmesine sebep olmuştur.

Geliştirilen ekonomi politikalarında beş yıllık sanayi kalkınma planları da dünya genelinde yaşanan ekonomik buhranlar nedeniyle zaman zaman sekteye uğramıştır. Devletçi sanayileşme ve devletçilik anlayışı Atatürk tarafından şöyle tanımlanmıştır: ” Bizim izlediğimiz devletçilik, özel girişimi esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar milleti refaha, ülkeyi imara eriştirmek için milletin genel ve yüksek faydası gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik anlamda devleti gerçek anlamda ilgili kılmaktır.”

Atatürk’ün bu sözlerinden uygulanan devletçiliğin doktriner bir yanının olmadığı fakat bir zorunluluk sonucu ortaya çıktığı ve özel girişimi savunduğu anlaşılmaktadır.

O zamanlar dünya genelinde yaşanan savaşlardan dolayı çöken ekonomiler dışarıdan gelecek yatırımların da önünü tıkamaktaydı. Yüksek maliyetli ithalat ve düşük getirili ihracatla da ekonomide istenen sonuçlar elde edilemiyordu. Ancak burada dikkat çeken en önemli husus bu kadar yorgun bir ekonomiyi diriltmenin bugünle kıyaslanamayacak kadar büyük farklılıklar göstermesiydi. Bu tükenmişliğe rağmen, üretime katkısı olacak erkek nüfusun azalmasına karşı kanla, canla kazanılan bu topraklardan ışık ışık bir millet doğdu. Kendine yetebilmeyi öğrendi. Üretmeyi öğrendi.

Bugün içinde bulunduğumuz durum her ne kadar dünya ekonomisinde yaşanan çalkantılara, pandemi salgın hastalıklar bahane gösterilse de artık gün dünde değil. Daha kolay üreteceğimiz, daha aktif ekonomi ve tarım politikaları daha büyük pazarlarda söz sahibi olacak sanayi kalkınma politikaları sözde değil özde biran önce üretime geçmelidir.

Paranın siyasetçilerin ağzından ne çıkacak diye hop oturup hop kalktığı bugünde artık geleceğe umutla bakmak, üretmek çalışmak isteyen gençler var. Öyle kağıt üstünde açıklanan rakamlarla bu milletin ne karnı doyar, ne de beklentilerine cevap bulur. Toplum cinnet noktasına gelmiş, birilerini en küçük bir olayda öldürmekten, hayatına son vermekten çekinmez duruma gelmiş. Parçalanan aileler ve sevgi evlerinde büyüyen çocukları da unutmamak gerekiyor. Hani İçişleri Bakanı metruk evleri yıkın oralar uyuşturucu batağı diyor ya…o zaman suçluyu başka yerde aramaya gerek yok gençleri başka şeylerde umut aramaya yönlendirmemek gerekiyor.

Bu Cumhuriyet kolay kurulmadı. Bu ülkenin toprakları o kadar vefalı ki size her zaman hizmet ediyor. Bu topraklar dedelerimizin kanıyla bize emanet edildi. O zaman Cumhuriyete, gençlere, çocuklara sahip çıkıp ülkenin kalkınma planlarını yapanların doğru kararlar almaları gerekiyor. Çünkü ekonominiz diri olmazsa size çıkış kapısı bırakmazlar. O dedelerinizin kanıyla canıyla elde ettiği toprakları başkalarına kaptırırsınız. Cumhuriyetin ışığında, ekonomide atılacak adımlar üretimden yana olursa, kalkınma planları da istenilen grafikleri elde etmenizi sağlayacaktır.

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN