Dua kelimesi, çağırmak, seslenmek, istemek; yardım talep etmek anlamında isim olarak kullanılır.

İslâm literatüründe ise Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tazim duyguları içinde lütuf ve yardımını dilemesini ifade eder.

Duanın ana hedefi insanın Allah’a halini arz etmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre dua kul ile Allah arasında bir diyalog anlamı taşır.

Bunun gerçekleşmesi için önce Allah insanı kendi varlığından haberdar etmiş, insan da varlığını benimsediği bu yüce kudret karşısında duyduğu saygı ve ümit hisleri sebebiyle kendisinden daha üstün olanla irtibat ihtiyacını duymuştur.

Dua böyle bir irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksiklerinin telâfisini, diğer taraftan daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtasıdır.

Duanın kabulü için şart olmamakla birlikte uygulamada bazı şeklî unsurlar gözetilmiştir. Bunlar daha çok zaman, mekân ve dua şekilleriyle ilgilidir.

 Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
“Siz, kabul edileceğine yakinen inanarak, Allah’a dua ediniz. Allah’ı unutarak, gafletle edilen dua kabul olmaz” 

“Emr-i marufu bırakırsanız dualarınız kabul olmaz” 
Ebülleys-i Semerkandi hazretleri, “Haram yiyenin, gıybet edenin ve haset edenin duası kabul olmaz” buyuruyor.

Peki, bizim dualarımız neden kabul olmuyor? Dua müminlerin kalkanı olduğu halde biz bu kalkandan neden yeterince istifade edemiyoruz?

Bunun maddi ve manevi sebepleri olsa gerek. Bu konu İslam âlimlerin, mana âleminde mesafe almış büyüklerin izah edebileceği bir konu olduğu için burada fazla haddimi aşmak istemiyorum. Yoksa cenabı Allah kendisine açılan hiçbir duayı reddetmez… O merhametlilerin en merhametlisidir.

 “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir” hadisini nasıl anlıyoruz?

Biz yaptıklarımız kadar, yapmaya gücümüz olduğu halde yapmadıklarımızdan da Allaha hesap vermeyecek miyiz?

“Ninnilerle uyutulması gereken bebeklerin, silahlarla susturulduğu bir dünyada susmak alçaklıktır!” diye biliyor muyuz?

Bütün kusurlarımızla, eksikliklerimizle, gafletimizle yine de âlemlerin rabbi Cenabı Allah’a boynumuzu bükerek,   “Yeryüzünde nice zulümler işleniyor, Filistin’de, Gazze’de, Kudüs’te, Arakan’da, Irak’ta, Hindistan’da, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da ve dünyanın pek çok yerinde yaşanan bu zulümleri en kısa zamanda ortadan kaldırman için Sana yalvarıyoruz, bizleri her türlü kötülüklerden, şerlerden, düşmanların zulmünden muhafaza eyle Ya Rabbi!”

Rahmetli Arif Nihat Asya’nın dua şiirine kalbi selim bir halde âmin diyelim.

Biz, kısık sesleriz... Minareleri,
Sen, ezansız bırakma Allah’ım!
Ya çağır şûrada bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma Allah’ım!

Mahyasızdır minareler... Göğü de,
Kehkeşan’ız bırakma Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslüman ‘sız bırakma Allah’ım!

Bize güç ver... Cihat meydanını,
Pehlivansız bırakma Allah’ım!
Kahraman bekleyen yığınlarını,
Kahramansız bırakma Allah'ım!

Bilelim hasma karşı koymasını,
Bizi cansız bırakma Allah'ım!
Yarının yollarında yılları da,
Ramazansız bırakma Allah'ım!

Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma Allah'ım!
Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma Allah'ım!


Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslüman ’sız bırakma Allah'ım!

Gelin canlar yeryüzünde yaklaşık 2 milyar Müslümanlardan biri olarak Teheccüd vakti Cenabı Allah’a iltica edelim…O bize mutlaka bir umut kapısı açacaktır.. 

Baki selamlar…