Gerek gazeteci Sabit Horasan gerekse Haşmet Öyken ve Kemal Soylu’nun, birlikte çalıştıkları Koray Ekener’e dair anlatacağı çok şeyler olmalıydı. Önce Sabit Horasan’a kulak verelim:
Koray Ekener ile ne zaman tanıştınız?
Yeni Konya Gazetesi’nde Gazeteciliğe başladığım 1972-73’lü yıllarda tanıştık. Eniştesi Yeni Konya Gazetesi’nde başyazı yazardı ve aralarındaki kırgınlık nedeniyle çok gelmezdi gazeteye. Ara sıra uğrar, çay içer giderdi. Ancak, 1976 yılının Mayıs ayında Konya’nın Sesi gazetesinin yayına başlamasıyla birlikte görüşmelerimiz sıklaştı. Haftanın en az 5 günü gazeteye uğrar, sohbet eder, bizimle birlikte yemek yer, çay içer giderdi. Ara sıra Konya dışına çıkar, kafasını dağıtır yine gelirdi.
Gazetede edebiyat yazıları dışında görevler de aldı mı?
1974-75 yılları arasında kısa bir süre Konya’nın Sesi Gazetesi’nde ilan servisinde görev yaptı. Ama verilen ücreti az bulmuş olacak ki, göreve devam etmesi konusunda tüm ısrarlarımıza rağmen, “benim emeğimi sömürüyorlar” diyerek ayrıldı. Fakat bu ayrılık sadece görev konusunda oldu. Yine sık sık gazeteye geldi, biz de elimizden geldiğince kendisine destek vermeye çalışırdık.
Nasıl bir dünyası vardı Koray Ekener’in?
Hayatın tokadını yemiş, ağır yaralar almış, ailesi tarafından zaman zaman dışlanmış, duygusal bir insandı. Ablası ve Konya dışında bulunan ağabeyleri ile uzun süre görüşmedi. Daha sonra ağabeylerinden biriyle irtibata geçerek yardım istediğini ve onun da kendisine giysi gönderdiğini anımsıyorum. Ama onun beden ölçüleri Koray’a uymadığı için o giysileri satmıştı.
Yapayalnız bir yaşama nasıl düşmüştü?
Eski dostların anlattıklarına göre, yalnız kalmasında belki onunda hataları vardı. Örneğin, geçmişte İbrahim Sur’un ağabeyi Fransızca öğretmeni Faruk Sur, dostlarının yardımı ile Koray’a Kocaeli Petkim’de iş bulmuş ve çalışmaya başlamış. Ancak, Koray bir süre sonra çalışma ortamına ayak uyduramadığı ve özgürlüğünün kısıtlanmasını bahane ederek işten ayrılmış. Aç kalsa bile belirli sürelerle işlerde çalışmayı gözüne kestiremeyen, özgürlüğe aşırı düşkün bir kişiliğe sahipti.
Şairliğine dair neler söylemek istersiniz?
Koray, duygusal, içten gelerek yazan iyi bir şairdi. Şiirlenin bir bölümünü, “Gücüme Giden Dünya” isimli kitapta yayınlamıştı. Ayrıca, bu kitapta yer almayan “Sen saçlarıma koşan aklar gibisin” şiiri, ünlü müzisyen, besteci Avni Anıl tarafından bestelenmiş ve o dönem radyolardan sık sık yayınlanmıştır.
Sen saçlarıma koşan aklar gibisin.
Ansızın uykularıma dolan rüyalar gibisin.
Acılar, kahırlar, dertler getirdin bana.
Şimdi içimde açan baharlar gibisin.
Ansızın uykularıma dolan rüyalar gibisin.
Yalnızlığa nasıl tahammül gösteriyordu?
Garip bir insandı. Yaşamının son yıllarında fizik olarak çökmesi nedeniyle de yapılan şakaları, kendisi hakkında ki bazı konuşmaları kaldıramayacak duruma gelir, sıkı sık sinirlenir ve isyan ederdi. Konya’nın Sesi gazetesinden sonra Yeni Meram Gazetesi’nde çalıştığım yıllarda da beni bırakmadı. Her gün gazeteye uğrar, sohbet ederdik. Tutkulu bir Fenerbahçe taraftarıydı, takım yenildiği zaman çok kızar, kendisiyle dalga geçeceğimiz için iki-üç gün gazeteye uğramazdı. Alkol almazdı ama sinirsel bir rahatsızlıktan ötürü elleri titrerdi. Dolmuş veya otobüste ellerinin titremesi nedeniyle kendisine sarhoş muamelesi yapanlara çok kızar, gelip içini bana dökerdi. Onu yatıştırmak yine bana düşerdi. Türk Halk Müziğinin değerli sesi Ahmet Alıcı’nın amcasının yanında çalıştığı Alaaddin Caddesi’ndeki otelde de bir süre konakladı. Alıcı Koray’a çok destek oldu.
Ekener’in Şiirlerine de konu olan bir Sultan Hanımı tanıyor musunuz?
Platonik aşklar yaşayan Koray’ın, kendilerini görmese bile Konya dışından mektuplaştığı hayranları vardı. Onlara şiirler yazıp yollardı. Sultan ise Koray’ı belki de aşk potasında eriten insandı. Sultan’ı Koray’ın anlattıklarından gıyaben tanıyordum. Hemşire olduğunu ve şimdi şehrini unuttum, görevi gereği ege illerinden birinde yaşıyordu. Koray’ın vefatından sonra bir gün ansızın Yeni Meram gazetesine bir bayan çıkageldi. Yanında da genç bir kız vardı. Spor Servisine gelip “Ben Koray Ekener’in arkadaşı Sultan” diyerek kendini tanıttı. Emekliye ayrıldığını söyledi ve Koray’ın Gücüme Giden Dünya’sını istedi. Meğer bir görüşmelerinde Koray Sultan’a benden bahsedip kitabın bende olduğunu da söylemiş. “Veremem” dedim ama o kadar ısrar etti ki dayanamayıp yıllardır sakladığım kitabı, Koray’ın ömrünü adadığı Sultan’a verdim. Bir daha bulamayacağım için üzüldüm ama vermiş bulundum.
Koray Ekener benim Konya’da olmadığım 1992 yılında vefat etmiş. Hayatının son demleri ve vefatına dair neler anlatabilirsiniz?
Son yıllarını, iş insanı İhsan Atasagun’un Çimenlik mahallesinde kendisine açtığı bahçeli evde geçirdi. 1992 yılının Mayıs ayında yanıma uğramıştı ve bana “Kıvırcık, bu kış da ölmedik, bahara kavuştuk” demişti. Saçlarımın dalgalı olması sebebiyle bana kıvırcık derdi. Ancak 29 Haziran 1992 günü yalnız yaşadığı o bağ evinde hayatını kaybetmiş, Daha acı olan, ölüm haberi üç gün sonra gelmişti. Musalla mezarlığında toprağa verdik. Mezarını ise bizim girişimlerimiz sonucu iş insanı Abidin Erenmemiş yaptırdı. Bu Dünya’dan garip bir şair böyle geldi geçti. Acılarla dolu bir yaşamın ardından garip bir şekilde, sesiz sedasız veda etti.
Terki diyar edip yıllardır Antalya’da gazetecilik yapan Haşmet Öyken’de Koray Ekener’in dost bellediği insanlardan biriydi. Telefon edip Koray Ekener’e dair bir yazı istedik. Dostunu özenle seçilmiş cümlelerle anlattığı şu yazıyı yolladı:
“Bir yerlerde birlikte bir fotoğrafımız var ama bulamıyorum. İbrahim Sur, Sabit Horasan, Selçuk Demirel, Feyyaz Caner, Ethem Öyken, Orhan Berk, ben ve o...
Kış günüydü, çok iyi anımsıyorum, şehir telaşlı. Ya vuslat törenleri öncesi ya da sonrası. Karanlık odanın kırmızı ışığında sakal tıraşı olmaya çalışıyordu. Elleri titrerdi. Yemek yerken, yazarken, kitap sayfalarını çevirirken... 'Bekle' dedim. Kabanımı çıkartıp geldim. Yüzünü sabunladı, gülümsedi. 'Favorileri biraz uzun bırakmak istiyorum' dedi... Aslında bu telaşını gazetede hepimiz biliyorduk. Uzaklardan mektuplaştığı bir kızla buluşacaklardı. Birbirlerine şiirler yazıyor, fotoğraflar gönderiyor, aşk ilan ediyorlardı. Gelmeyeceğini bilse de heyecanlanmış, 'Ya bu sefer gelirse' diye umutlanmıştı. Tıpkı diğerlerinde olduğu gibi. Tıraşını bitirdim, teşekkür etti. 'Çıkıyorsunuz değil mi halâ o kızla' diye sordu. Gülümsedim. 'İki satır yazayım sana. Kulaklarına fısılda, kül olsun...' dedi. Briyantinimden verdim. Titreyen avuçlarının içerisinde ovalayıp birkaç haftadır yıkanmamış saçlarına sürdü. Sobanın başına oturdu. Cemal Botsalı amca 'Çay vereyim mi ' diye sordu... Gücüyenerler bir kitabını basmıştı 68 yılında. Not kâğıtlarının altında tutardı. Neredeyse her şiirinde bir 'tut ki' diye başlayan satırlar... 'Gücüme giden dünya'...
Eğer bu dünya için kahırlanacak birisi varsa oydu...
İhsan Atasagun sahip çıkmıştı son zamanlarında. Yatıp kalkacağı bir yer verdi. Harçlığını eksik etmiyordu, biliyorduk. Zamanının çoğunu yanımızda geçirir, yemez içmez cebindeki son kuruşa kadar renkli kâğıtlar alır, yazar, postalardı. Ülkenin her tarafından onlarca mektup gelir, sevdalı kadınlar, kızlar mektupların ucunu yakardı.
Önceki gün radyoda Avni Anıl tarafından bestelenen bir hicaz şarkıda gözlerim doldu. Güftesi ona aitti ve ben ezbere biliyordum. Işıklar içinde uyu sevgili dostum Koray Ekener...” Öyken’in de dediği gibi Koray’ın elleri titrerdi. Birkaç defa camiye gitmeye ısrar ettiğimizde yürek yakan şu serzenişini unutamam: “Bir Cuma günü camiye gittim. Ben oturduğum yerde titredikçe sağımda solumda, önümde kim varsa gözlerini bana dikti. Birinin yanındakine ‘Sarhoş’ diye fısıldadığını duyunca camiye sığamaz oldum.” Aynı şey bir de Kayalıpark’ta otururken gelmişti başına. Onun titreyen halini gören biri ‘Gündüz vakti içmeye utanmadın mı’ demiş. Oysa sarhoşluktan değil hastalıktan titriyordu. Avni Anıl’dan başka, birkaç bestekârın elinde bestelenmesini beklediği güfteleri vardı, bunu kendisi söylemişti. Fakat akıbetini bilmemiz mümkün değil. Merhum Ümit Yaşar Oğuzcan’dan Cahit Zarifoğlu’na kadar pek çok şairden ‘dostum, arkadaşım’ diye bahsederdi.
Gazeteci Kemal Soylu’da mesai arkadaşı Koray Ekener’e dair şu satırları yazdı, bizim için:
“Yıl 1991... Otobüsle İzmir’e gidiyorum. O zamanlar otobüslerde “Şu şu koltukta seyahat etmekte olan çok kıymetli yolculuklarımız için, falancanın sesinden, falanca şarkı/türküyü armağan ediyoruz” diye özel kasetler yapılır, yolculuk başladıktan bir süre sonra da otobüsün hoparlöründen anons yapılırdı. Bir kaç şarkıdan sonra, aralarında benimde olduğum 3-4 yolcu için yapılan anonsla irkildim. Anonsta, “Bestesi Koray Ekener’e, güftesi Avni Anıl’a ait olan ‘Sen saçlarıma koşan aklar gibisin’ adlı Hicaz şarkıyı Bekir Sıdkı Sezgin’in sesinden dinleyeceksiniz” deniliyordu... Şarkıyı biliyordum ama bizim Koray abinin güftesi olduğunu bilmiyordum. Konya’ya döndüğümde durumu anlattım ve kendisine de “Abi senin değerin ölünce anlaşılacak” diye takıldım. Hemen çekmeceden bir kâğıt çıkardı, koca koca harflerle “Benim değerim öldükten sonra anlaşılacakmış laf... Sağlığımda sefilleri oynadıktan sonra...” diye elleri titreyerek iki satır bir şiir yazdı, o günün tarihini attı, imzaladı bana uzattı. Bunu ben oturduğum masamın arkasındaki panoda uzun yıllar sakladım... Hayatında hiç evlenmedi. Yeni Meram ve Yeni Konya Gazetelerinde muhabir olarak çalıştı. Başka gazetelerde edebi yazılar yazdı. Çok daha eskiden de Türkiye genelinde yayınlanan Yeni İstanbul Gazetesi’nin Konya temsilciliğini yaptı. Koray abi bizim çıkardığımız Flaş Dergisi’nde çalışırken vefat etti. Deccal İhsan Atasagun abinin Aslanlı Kışla’nın arkasındaki Yonca Fabrikasındaki evde kalırdı. Rahmetli avukat Suat Abanazır eniştesi olurdu. Gerek ablası Yıldız hanım ile gerekse İstanbul’da yaşayan abisi ile görüşmezdi. Siyasetçi Turan Bilge, sarraf Şeref Nalçacıgil ile Deccal İhsan Atasagun’dan başka bizim cenahtan Rahmetli Mehmet Gazel, rahmetli İbrahim Sur, Allah uzun ömür versin Sabit Horasan ve Haşmet Öyken ile Konya Folklorünün değerli sesi Ahmet Alıcı’nın dışında pek samimi olduğu insan yoktu. Fazla konuşmaz, İçine kapanıktı. Sigarası dudağından, kalemi elinden hiç düşmezdi. Devamlı şiir yazar, yazdığı şiirleri kendisi sessizce okur ve sonra da yırtıp atardı. Yitik kitabından başka, gazete ve dergi sayfalarında onlarca şiiri vardır. Bu dünyadan garip bir şekilde geldi geçti.”
Birkaç kelam da Gücüme Giden Dünya üzerine edip konuyu tamama erdirelim. Gazeteci Nurettin Özkan, arşivindeki kitabı bulamadı. Emanet alan birisi getirmemiş olmalı diye düşündük. Kemal Soylu ve Ahmet Alıcı’da da yoktu ama Alıcı ‘Turan Bilge’yi çok severdi, oğlu Turgay’da olabilir” dedi. Sevgili Turgay baba emanetlerine ulaşmada yaşadığı imkânsızlığı anlattı, haklıydı. Kime sorduysak kitap yoktu. Derken Bolu İl Halk Kütüphanesi’nde bulduk ve kitap olarak değilse bile fotokopi olarak elde ettik. O sıralarda Haşmet Öyken’e sormayı akıl edememiştik ama yazı istemek üzere telefonla aradığımızda sorunca heyecanla “Evet, o kitap bende var. Hem de İstanbul’da sahafları gezerken tesadüfen bulup almıştım” diye hikâyesini anlattı. Kitabın ön ve arka kapak fotoğraflarını da Öyken yolladı.
Birinci bölümün yayınlanmasını müteakiben yazar Ali Işık Konya Ansiklopedisi için Koray Ekener maddesini yazarken merhum Seyit Küçükbezirci'nin kütüphanesindeki kitaptan yararlandığı bilgisini paylaştı. Tetkik ettik; Gücüme Giden Dünya'da Kücükbezirci'nin diğer kitapları gibi Koyunoğlu Müzesi envanterine girmişti.
Koray Ekener 1968’de Çağrı Yayını olarak Yenikitap Basımevinde basılan ilk ve son kitabı Gücüme Giden Dünya’yı Yüksek Mühendis Faik Sevilir’e ithaf etmiş. Takdim Yazarı Yaşar Kaya ise “Siz nereden bileceksiniz bu genç adamı? Ben de belki kolay kolay bilemedim. Umutsuz bir çocukluğun, yaşanmamış bir gençliğin, tutkunun, aşkın, sevdanın karanlık kentler ortasında boy attığı saatlerde sokakların yalnız adamı… Kendi hayatının yorgun savaşçısı…” diyerek Ekener’e dair tespitlerde bulunuyor. Kitabı bulamamış olsak, Koray Ekener’in ödüllü şiirinden de haberimiz olmayacaktı. Meğer 1960’lı yıllarda Selçuk Eğitim Enstitüsü’nün açtığı Şiir Yarışmasında Koray Ekener’in ‘Nice ki?’ başlıklı şiiri birinci seçilmiş. Okuyunca onu birinci seçen jüriye hak vereceksiniz.
NİCE Kİ?
Bir bayram öncesi bende kalan yalnızlığım,
Bunca köy akşamlarından daha da yitik...
Çaresiz düşünceler arasında karamsar,
En kutsal duygulardan uzak,
Bir rüzgârın tesiri ile savrulup...
Bozkır otlarına doğru düşmek,
Nice ki?
Tutup ellerini öpmekler aksakallıların,
Ufak çocukların mutluluğuna özenmek hani...
Renkli balonlarımız yok ki oynayalım.
Yok ki patlatalım mantar tabancalarını bir, bir.
Bu garipsi köy akşamlarında,
Gayrı sigara dumanlarında dağılır efkârımız...
Gelip elimizden tutan kimse de yok.
Düşler uykularımızda ser sefil...
Sıçrayıp kalkmalar gece yarılarına doğru, nice ki?
Uzak ama çok uzak mutluluklar...
Gökyüzündeki bulutlar örneği.
Bir tutup yakalamak lâzım.
Şöyle sonsuzluğa doğru uzanıp,
Yeniden doğmak… Yeniden yaşamak gibi.
Karma karışık bir yol uzanır önümüzde,
Uzanır da nereye varır bilinmez...
Oturup ağlamalar delicesine, Nice ki?
Ben böyle zamanlarda kaçarım kent akşamlarından...
Top seslerinden, renkli ışıklardan!
Görmemesi içindir ki çaresizliğimi kimsenin...
Ağır yükler misali taşırım acıyı yüreğimde,
Oysa bir tek ben bilirim yaşarken öldüğümü.
Birde katran gibi… Zift gibi geceler...
Efkâr dolu azap dolu geceler,
Geceler offff, Nice ki?
Nice ki bu yalnızlığımdaki sır.
Bu umutsuzluk, bu kavram!
Kaşıklamak bir kenarı kırık tastan acıyı,
İsli lambaların ışığı gibi titreşip,
İçmek bir ömür boyu...
Nice ki?
Ressam Atıf Kemal Atalayer kapak tasarımının yanı sıra çizgileriyle Gücüme Giden Dünya’nın sayfalarına canlılık kazandırmış. Biz ne kadar uğraşsak da kendini en iyi o anlatmış bir şiirinde:
“Ben her şeyden bigâne,
İnsancıl kavgalardan uzak,
Cümle yağmurların kahrına kurban,
Uzanıp giderim bir avuç toprağın üstünde,
Yaşamayacak sevilere tutsak.”
MUSTAFA GÜDEN