Depremler yer kabuğunu oluşturan levhaların birbirine basınç uygulamaları ve birbirlerini hareket ettirmeleri sonucu oluşur. Dünyada üç deprem türü görülür. Bunlar; Birincisi; Tektonik depremler çoğunlukla levha hareketleri sonucu oluşur. Türkiye’de çoğunlukla tektonik depremle meydana gelir. İkincisi; Volkanik depremler, volkanların püskürmesi sonucu oluşur. Üçüncüsü; Çöküntü depremleri mağara gibi doğal oluşumların çökmesi sonucu oluşur.

Tabiattaki hiçbir hadise sebepsiz ve hikmetsiz değildir. Zira her şeyi olduğu gibi, tabiat hadiselerini de yaratan, Cenabı Hak’tır. O’nun bütün işleri, idrak edilebilen veya edilemeyen nice hikmet ve sırlarla doludur. Bu hakikat, ayeti kerimede şöyle ifade buyrulur: O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içinde tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa, apaçık bir kitaptadır. (el-En’am, 59) Kainatta bir yaprak bile O’nun iradesi, bilgisi ve izni dışında düşemezken, koskoca beldelerin rastgele ve şuursuz bir şekilde sarsıldığını kabul etmek; akıl, idrak ve izan dışıdır. Kainatta meydana gelen her şey, sayısız sır ve hikmete mebnidir. Yani tabiat da diğer bütün mahlukat gibi, kainattaki ilahi nizam, denge ve ahenge göre vazifesini icra etmektedir. Cenabı Hak, kainattaki bazı hadiseleri periyodik bir akışa bağlamıştır. Mesela ilahi bir takvim olan Güneş’in ve Ay’ın doğup batışı ve diğer hareketleri, bir saniye bile şaşmadan milyonlarca yıldır devam ediyor. Yine atmosferde %21 oksijen ve %77 azotun değişmeyen bir denge içinde mevcudiyeti de bunun gibidir. Bunlar, Cenabı Hakk’ın tabiata koyduğu ekolojik denge unsurlarından yalnızca birkaçıdır. Bunlar gibi sayısız şartın bir araya gelmesiyle mümkün olan bir hayat yaşamaktayız. Bunlardaki en ufak bir değişiklik, dünyanın altını üstüne getirip insan hayatını imkansız kılmaya kafidir. Bu yüzden Cenabı Hak, insan hayatının devamını murat ettiği müddetçe, bu ekolojik dengeyi de sürdürmektedir. Yani Güneş ve diğer yıldızlar gibi cesim kütlelerden, bir atomun içindeki esrarlı ışınlara kadar kainattaki bütün varlıklar, hayal ötesi bir düzen içinde vazifelerini ifa ediyor. İlahi iradenin programına her şey tabi durumda…

Bir imansız dahi Güneş’in süratinin artması veya azalmasına, günün 24 saatin altına inmesi veya üstüne çıkmasına ihtimal vermez. Vicdanen ilahi irade ve kudrete teslim olur. Fakat gaflet ve nefsaniyeti icabı, bu ve benzeri hadiselerin ilahi takdir ile olduğunu reddeder. Böylece kainattaki nizamı, tabiat kanunları diyerek kendiliğinden meydana gelen bir kuvvet ve hayat kaynağı şeklinde görme gafletinde bulunur. Oysa kainattaki nizamı temin eden kaide ve kanunlar, kısaca adetullah veya sünnetullah denilen hakikatlerdir.

Deprem, sel, fırtına, yanardağ patlamaları, tsunami gibi bazı tabiat hâdiseleri de, belli bir periyoda bağlı olmayan adetullah tecellileridir. Cenabı Hakk’ın bunları meydana getirişinde zahiri sebeplerin dışında, üç tane de batıni sebep vardır. Bunları hikmet penceresinden değerlendirmek gerekirse: Cenabı Hak, bu afet ve fela­ketlerle insanoğluna ne kadar da derin bir acziyet ve hiçlik içerinde bulunduklarını ve bu cihandaki asıl vazifelerinin kulluk olduğunu hatırlatır. Ayrıca dünyanın faniliğini, ölümü ve esas hayatın ahiret olduğunu bildirir. Bilhassa kıyameti, yani kainat çapındaki o büyük infilakı hatırlatarak biz kullarını ikaz buyurur. Mesela fay hatları… Allah Teala toplumları, fay hattını harekete geçirmeden, yani zahiri bir sebep olmaksızın da helak edebilir. Ancak daha evvel bu fay hatlarını takdir edip onları devamlı olarak kullarının gözleri önünde bulundurmak suretiyle, kıyamet günü mutlaka gerçekleşecek olan hakikati her an ikaz ediyor. Böylece insanoğlunun ahiret yurduna hazırlıkta gaflete düşmeyip uyanıklık halinde olması için bir nevi lutufta bulunuyor. Elbette bu ikazı ilahiler fay hatlarından ibaret değil… Sel, fırtına, tedavisi mümkün olmayan bulaşıcı hastalıklar vs. hep bu kabildendir. Bu ilahi ikazlar olmasaydı, insanoğlu ansızın ve gafilane bir şekilde ölümün pençesine düşer ve ebedi felakete duçar olurdu. Bu itibarla, merhamet sahibi olan Allah Teala, kullarının dikkatlerini mutlak gelecek olan hakikatlere çekmek ve çok geç olmadan önce manen uyandırmak için muhtelif hâdiseleri bir “adetullah” olarak tahakkuk ettirmektedir.

Bu nevi felaketler, Allah’a isyan edenlere bir kahır tecellisidir. Toplumdaki fertlerin ekseriyeti nefsani azgınlıklara meyletmişse, şer galip olmuş, vicdanlar günahlarla kirlenmiş, kalplerde isyan hatları teşekkül etmişse, bu hal, aslında rahmet olan yağmurların sel felâketine dönmesine veya tamamen kesilip kuraklığın vuku bulmasına, bazen de depremlerin zahiri sebebi olarak gösterilen fay hatlarının infilakına sebep olur. Bu tip acı hadiseler, insanların isyanları ve günahları sebebiyle meydana gelir. Yani vicdanların kirlenmesiyle ruhlarda yaşanan manevi depremin ardından, yeryüzünün felaketleri tahakkuk safhasına girer. Fay hatlarının ve yanardağların ilahi kanun icabı zaman zaman patlaması zaruridir. Zira bu suretle dünyanın merkezindeki bir ateş denizi olan “mağma” rahatlayacak, içinde biriken gazı atacaktır. Aksi halde dünya birden infilak ederdi. Lakin insanların müsbet veya menfi durumuna göre bu fay hatları denizlerin veya okyanusların ortasında da kırılabilir, insanların yaşadığı beldelerde de…

Yani Cenabı Hak, kalplerin duruma göre, bunu insanlara zarar verecek şekilde de tahakkuk ettirebilir, zararsız bir şekilde de… Bu, Cenabı Hakk’ın mağmaya ve yer kabuğuna koyduğu bir kaidedir. Ayrıca ilahi kanunların tabiattaki tanzimine göre bu ilahi ikaz tecellileri; kimi mıntıkada deprem, kimisinde tusunami, kimisinde yanardağ patlamaları, bazı bölgelerde kuraklık, bazılarında ise sel gibi çok farklı şekillerde vuku bulmaktadır. Yani Cenabı Hak, Dünya’nın her tarafına koyduğu farklı kanun ve kaidelerle kullarını ikaz ve imtihan etmektedir.

Ayeti kerimede buyrulur: İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı (düzen bozuldu), ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler. (er-Rum, 41)

Hakikaten, birtakım afetlerde, kurunun yanında yanan yaş ağaçlar misali, masum çocuklar ve salih kimseler de vefat ederek hükmen şehid olmaktadır. Bu iptilaları Cenabı Hak bazı kullarının günahlarına keffaret kılmakta, bazılarının ise manevi derecelerini yükseltmeye vesile etmektedir. Nitekim bu husustaki bazı hadisi şeriflerde şöyle buyrulur: “Bir kul kendisi için (Cennet’te) hazırlanmış olan makama ameliyle erişemeyecekse, Allah onun bedenine veya malına veya çoluk çocuğuna bir bela verir. Sonra (Allah) o kulu bu musibete sabretmeye muvaffak kılar. Nihayet (Allah) o kulu kendi katında hazırlamış olduğu makama eriştirir.” (Ebu Davud, Cenaiz, 1/3090; Ahmed, V, 272) “Kulun Allah indinde bir mevkii vardır ki, ona ibadetle erişemez. O mevkiye erişinceye kadar Allah, onu hoşuna gitmeyen (iptila ve musibetler)le imtihan eder.” (Heysemi, Mecmauz Zevaid, II, 292) Velhasıl, meydana gelen afet ve musibetleri materyalist bir dünya görüşüyle seyretmek ve sırf zahiri sebeplerinde takılıp kalmak, meselenin hikmet ve hakikatinden gafil kalmaya sebep olur. Bir müslüman, bu tip hadiseleri manevi perspektiften de tahlil ederek imani ve İslami ölçülerle değerlendirmekten gafil kalmamalıdır.