İslâmî sözcüğü Büyük Türkçe Sözlük’te “İslâma ait, İslâm’a hâs, İslâm’la ilgili; İslâm’a uygun” olarak tanımlanıyor. Dayanışma ise; “Birbirine dayanak olma, birbirine istinat etme, yardımlaşma. Bir topluluk bütününü meydana getiren unsurların, kişilerin, ortak çıkarların sağlanması, bütünlüğün korunması için karşılıklı bağlılık göstermeleri, tesanüt” olarak tarif ediliyor.

***

Gelelim İslâmî Dayanışma Oyunlarına…

İslami Dayanışma Sporları Federasyonu (İSSF) tarafından İslam İşbirliği Teşkilatına üye ülkelerin katılması ile dört yılda bir yapılan geniş kapsamlı bir spor organizasyonu olan İslâmî Dayanışma Oyunlarının ilki, 2005 yılında Suudi Arabistan'ın Cidde şehrinde düzenlenmiştir. Bu organizasyona İslam Konferansı Teşkilatı’nın 57 üyesi katılmıştır. 2009’da İran’da yapılması düşünülen ikinci oyunlar anlaşmazlık sebebiyle iptal edilmiş, üçüncü oyunlar 2013’te Endonezya’da, dördüncü oyunlar ise 2017’de Azerbaycan’ın Başkenti Bakü’de yapılmıştır.

Türkiye’de 2021’de yapılması gereken oyunlar, korona virüs salgını sebebiyle gecikmeli olarak 2022 tarihine ertelenmişti. “Konya 2021 Beşinci İslâmî Dayanışma Oyunları” bu ayın dokuzunda başlıyor. 56 ülkeden 20’ye yakın spor dalında binlerce sporcunun katılacağı 5.İslâmî Dayanışma Oyunları, Konya’ya ve Türk-İslâm dünyasından şehrimize gelen sporculara hayırlı olsun. Yirmi spor kolu arasında binicilik sporunun olmaması, bu oyunların eksik kalmış tarafı sayılabilir.

Hz. Peygamber; “Çocuklarınıza atıcılığı, biniciliği ve yüzmeyi öğretiniz” buyuruyor. Bir babanın evladına karşı vazifeleri arasında “helal rızıkla beslemek”, “yazıyı öğretmek”le birlikte ok atma, ata binme, yüzme, güreş, yürüme ve hanımıyla eğlenme de zikrediliyor. Türk-İslâm âlimleri, gayeli oyunları öğrenmede “dini aziz, düşmanı zelil kılma vardır” görüşünü benimseyerek her türlü atıcılık sporu üzerinde ısrarla durmuşlar. Atı evcilleştirip savaş sahasına sokan Türkler için yabancı tarihçiler “Türkler, atın sırtında doğar, yaşar ve ölür.” diye boşuna söylememişler. At ve at sporları konusunda bir uzman olan Carl Diem de Dünya Spor Tarihi adlı kitabında şöyle diyor: “Türk üç yaşından itibaren atın üstüne bağlanır; bir nevi o at üstünde büyür ve onunla bütünleşir… Evcilleştirilmiş at, sahibini sadece bir yerden biri yere taşımaz, aynı zamanda onu ‘bozkırın hakimi’ kılar… At sahibini nereye kadar taşırsa, orası onun olur.”

Dünya tarihi açısından iktisadi alanda hayvan yetiştirmeyi geliştirme ve olağanüstü devlet kurma yeteneğine sahip Türk milleti, tarih boyunca ümmet ve soydaşlarıyla dayanışmaya çok önem vermiş, mazlumlara el uzatarak yardımlaşmada tesanüt örneği göstermiştir.

Spor insanlar arası dayanışmanın, kaynaşmanın, kardeşliğin, karşılıklı kültür alışverişin sağlandığı yararlı hür ortamlar sağlıyor insana. Kur’an’ı Mübin’de, “Ey insanlar! Şüphesiz biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık; sırf iyilik uğrunda tanışasınız, yarışıp ve yardımlaşasınız diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık” buyuruluyor (Hucurât, 13). İslâmî Dayanışma Oyunları, ümmet bilinci aşılama, İslâm ahlâk ve faziletini öğrenme açısından da önemli bir fırsat. Türk dünyasının büyük düşünce adamı ve eğitimci İsmail Gaspıralı Bey’in “Dilde, işte, fikirde birlik” ilkesi, Türk topluluklarının birleşebilmesi açısından önemli bir fikir. Basın ve eğitim çalışmalarıyla silinmez izler bırakan Gaspıralı'nın düşünceleri bugün de örnek teşkil ediyor.

Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliğini sağlama gerek Türk Devletleri Teşkilatı’nı ortak bir dil ve alfabe birliğini tesis etme açısından Kur’an dili olan Arapça ortak dil olmalı diye düşünüyorum. Bu aynı zamanda İslâm’a uygun bir düşünce. Senede bir defa Mekke’de, Kâbe-i Muazzama’da Hac Kurultayı’nda bir araya gelen müslümanların ve Muhammed Ümmetinin ortak dili İngilizce değil, Arapça olmalı değil mi?

Eğer biz, sporda, ticarette, dilde, fikirde, işte iktisâdî ve siyasî birliği sağlamak istiyorsak ilk işe, dilden ve ortak bir para biriminden başlamalıyız.  Sporda başlatılan İslâmî Dayanışma diğer sahalarda da sağlanmalıdır.

Tasada, kıvançta ve sevinçte bir ümmet ve millet olmak elbette kolay bir şey değil.

Afrika’da açlıktan ölen çocukların sessiz çığlıklarını yüreklerimizde duymuyor, Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Hindistan’da, Avrupa ülkeleriyle dünyanın dört köşesinde yaşayan müslüman kardeşlerimizin acı feryatlarına kulaklarımızı tıkıyorsak; onlarla, köye dönen şu dünyada her türlü dayanışma, yardımlaşma ve haberleşme sağlayamıyorsak bizim bu dünyada Allah’ın “halifesi” olarak yaşamaya ve nefes almaya ne hakkımız ola ki…

Her mübarek 10 Muharrem’de Aşk Dininin şehidi Hz. Hüseyin’i ve yetmiş iki şehidin yurdu olan Kerbelâ’yı hatırlamamak ne mümkün.

Hak aramanın ve hürriyetin destanı olan Kerbelâ’da Yezid soylulara lânet etmenin yanı sıra; aslında her yer Kerbelâ’dır, her gün Âşura…

Aslında Yezid’i başka yerlerde değil kendi nefsinde ara…

İçindeki Yezid’i, içindeki Fravun’u, içindeki Nemrut’u ve içindeki putlar ile sana acı çektiren, seni kıvrandıran o virüsleri kovamıyorsan eğer…