RAMAZAN'DA YENİGÜN

Darbelerin hepsi dış ülkelerin tesiri ile yapıldı

Akıncı Liderlerinden Tahir Erbil, ideolojik ayrışmaların sebebini, 12 Eylül sürecini ve sonrasında aldığı görevleri anlattı.

Abone Ol

2

Akıncılar, anarşi ve terör olaylarından ne tür zararlar gördü?

Akıncılar Derneği 1978 de kuruldu. Yani, darbeden önceki son merhalede faaliyetlere başlamıştı. Kendi üyelerine yönelik kültürel faaliyetleri daha fazlaydı. Kamplar düzenlendi. Orada kitaplar okundu, spor yapıldı. Organize bir sokak hareketine de kalkışmadı. Bu yüzden de en az zayiatı alan dernek Akıncılar oldu.

Akıncılar Derneği’nin feshedilip AGD’nin kurulmasına neden ihtiyaç duyuldu?

1980 Darbesine yakın zamanda Akıncılar Derneği kendini feshetme kararı aldıktan sonra Mehmet Güney başkanlığında kısa adı AGD olan Akıncı Gençlik Derneği kuruldu. Beş-altı ay sonra da 12 Eylül Darbesi oldu. Bu dernek de Milli Güvenlik Konseyi tarafından kapatıldı.

Siz MTTB ve Akıncılar Derneği Hareketinde bulunduğunuz 1970’li yıllarda gözaltı sorgu ya da cezaevine alınma gibi durumlarla karşılaştınız mı?

Şeker Akıncılar’ın başkanıyken, Peygamber Efendimizi Anma Gecesi düzenlemek istedik fakat Emniyet Müdürlüğü izin vermedi. Bizden habersiz olarak, o günün şartlarında gençler program afişlerini asmaya çıkmışlar. Biz de araba ile gezmeye çıkmıştık. Gece afiş asıldığını gören polisler bizi de gözaltına aldılar.

163. Maddeden yargılandığım 15’e yakın dosyam var. Bu, dine dayalı devlet kurmaya teşebbüs suçudur. Bunlardan biri çok ilginçtir. İran’da Devrim yapan Humeyni’nin “Konuşmalar” isimli bir kitabı basılmıştı ve Türkiye’de de hakkında yasaklama kararı bulunmuyordu. Yasak olmayan Türkçe basılmış bu kitabı, İran Büyükelçiliğinden, okumak üzere bir mektupla istedim. O dönem İslâmî düşünceye sahip insanlar, İran’ı çok iyi bilmeseler de; İslâmî Devrim yapıldığı için efsane gibi görüyordu. Türkiye’nin de İran’a aşırı tepki verdiği günlerdi. Benim kitap talep ettiğim mektuptan her nasılsa güvenlik güçlerinin haberi olmuş ve yasak olmamasına rağmen o kitap yüzünden gözaltına alındım.

Hiçbir suç olmadığı halde beni askeri sorguya alıp Askeri Mahkemeye sevk ettiler. Elli beş gün gözlerim bağlı olarak gözaltında kaldım. Kitap okuyor olmaktan dolayı gözaltına alınmak çok zoruma gitmişti. Yasak bir kitap da değildi. Hem suç işlemeden cezaevine girmek hem de içerideki insanların hali insana sıkıntı veriyordu. Daha sonra askeri cezaevine sevkimi yaptılar. Bu kitaptan dolayı, dine dayalı devlet kurmak ve rejimi yıkmaya teşebbüs suçundan hakkımda dava açılmıştı. Cezaevine gönderilince, Mevzuatı bildiğim için, ilk bir hafta içinde Savcılığa itiraz dilekçesiyle başvuruda bulundum. Eğitim Enstitüsünde Okutman olan Metin Köse hocam da o sırada cezaevindeydi, ismini anmadan geçemeyeceğim. Akıncıların El Kitabını yazan adamdı.

Elli beş gün gözü bağlı kaldıktan sonra, verdiğim dilekçeden mütevellit, mahkeme olmadan bir gece ansızın salıverildim. Cezaevinde iskarpinle Harbiye Marşını yürümek kolay olmuyordu.

Çıktıktan sonra biraz zaman geçmişti ki Emniyet Siyasi Şube beni çağırdı ama gitmedim. Sonra onlar gelip beni dükkândan alıp götürdüler. Şube müdürü bana, “Oğlum, bize güvenmiyor musun, çağırınca niye gelmiyorsun?” diye sordu. Ben, “Yasak olmayan bir yayından dolayı ansızın bir gece gelip evime baskın yaptınız, haksız yere gözaltına alıp aylarca salmadınız. Size nasıl güvenebilirim?” diye karşılık verdim. Hemen ifade edeyim, bunu Emniyeti, polisi kötülemek için söylemiyorum. Biz bunları yaşadık. Birileri bu şekilde yapılması talimatını verip tatbik ettiriyordu. Bunu da bugün Emniyeti beğenmeyenler duysun!

Türkiye’deki ideolojik kamplaşmanın ana sebebi neydi?

Fırsat verilip herkesin suç işlemesine imkân bırakıldı. 1980’e gelinceye kadar sürekli darbe planları yapıldı. Zaten her on yılda bir düğmeye basılıyordu. 1971’de yapılmak istenen darbe, muhtıra şeklinde hafif atlatılmıştı. Ama darbe yapmaya yönelik planlar devam etti. Arada yapılmak istenen darbe girişimleri de kuvvetli irade sahibi idareciler tarafından bir şekilde boşa çıkarılıp atlatılmıştı.

Darbelerin hepsi dış ülkelerin tesiri ile yapıldı. Ve bütün darbeciler, “Amerika ile ilişkilerimiz kuvvetli bir şekilde devam edecek” mesajı verdi. Sol örgütleri de NATO kullandı.

Gençlerin suç işlemekte serbest bırakılması, yılları heba olanlar, dosyaları olduğu için kamuda görev alamayanlar bizim nesil için büyük kayıp oldu.

12 Eylül Darbesine gerekçelerden biri olarak gösterilen Kudüs Mitinginde neler oldu, siz neler yaptınız?

Miting alanı olarak Atatürk Lisesinin önü tahsis edilmişti. Türkiye çapında katılım oldu. Alâaddin Bulvarında yürüyüş yapılarak oraya gidildi. Benim mitingle ilgili şahsıma verilen bir görevim yoktu ama katıldım. Baştan sona heyecanı yüksek tutan sloganlar atıldı, tekbirler getirildi ama darp vesaire gibi hiçbir hadise yaşanmadı. İstiklâl Marşı okunurken de o devasa kalabalıktan genel bir saygısızlık olmadı ama altı-yedi kişi bir kenarda oturmuş; biz onları görmedik. Kürsüye odaklanmıştık. Büyük çoğunluğun hiç farkına varmadığı bu hadise sonradan ortaya çıktı.

Dediğim gibi, Türkiye’yi darbeye hazırlamaya çalışanlar vardı ve kavga-gürültü çıkmadan icra edilen bu mitingde katılımcıların arasına sızmalar olmuştur. Anlaşılan; küçük bir grup galeyana getirilip, İstikâl Marşı okunurken oturma hadisesi cereyan ettirildi ve yapılacak darbeye gerekçelerden biri olarak kenara not edildi. Bunun dışında o gün hiç bir hadise yaşanmadı, organizasyon sükûnetle tamamlandı.

12 Eylül Darbesi olunca siz ne yaptınız?

Bir sessiz ortam oldu, herkes kabuğuna çekildi. Suların durulması beklenirken ben de hukuk tahsili yapmak için pasaport çıkarıp Kahire’deki Aynusşems Üniversitesine gittim. Burada bir yıl kadar Arapça dil kursuna devam ettim. Bir yıl sonra okulu bırakıp Türkiye’ye döndüm. Çünkü Kahire’nin hayat şartları öğrenci açısından o zamanlar bile pahalı ve ekonomisi sıkıntılıydı.

Bir yıl sonra nasıl bir Türkiye ile karşılaştınız?

Türkiye’ye döndükten sonra 1983 yılında Denizli’ye askere gittim. Usta Birliği olarak da Kıbrıs’a gönderildim. Yargılandığım dosyalardan ceza almamış olmama rağmen, bu dosyaların görev yaptığım askeri birliğe gönderildiğini öğrendim. Fakat beni rahatsız edecek bir uygulamaya maruz kalmadım. Askerden döndükten sonra Elmas Kur’an Kursunda yurt müdürü oldum.

Refah Partisinin yükseliş döneminde siz ilçe başkanı olarak görev yapıyordunuz ama iki yıl sonra kenara çekildiniz. O dönemi anlatır mısınız?

1987 Seçimlerinde Refah Partisi Meram İlçe Başkanı seçildim. Yoğun bir siyasi çalışma dönemi yaşadık ve 1989 seçimlerinde Meram dâhil, Konya Merkez belediye başkanlıklarını kazandık. Buna rağmen ben seçim sonrasında İlçe Başkanlığı görevimden istifa edip, Elmas Kur’an Kursundaki yurt müdürlüğü görevime döndüm.

Daha sonra 1990’da da Büyükşehir Belediyesinde Kültür ve Turizm Müdürü olarak görevlendirildim. Basın Protokol ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü ile Özel Kalem Müdür Vekilliği gibi görevlerde de bulunarak 2002 yılında emekli odum.

Siz epeyce sivil toplum örgütünde başkan ve yönetici olarak bulundunuz. Bu faaliyetlerinizi anlatır mısınız?

MTTB ve Akıncılar dönemini ayrı tatarsak; Elmas Kur’an Kursu bu alanda benim ilk vazife yerim diyebilirim. Daha sonra Balkan ülkelerinden tahsil için Konya’ya gelen öğrencilerin iaşe ve ibate ihtiyaçlarına yardımcı olmak üzere arkadaşımız Ercan Uslu’nun gayretleri ve başkanlığında, Halil Ürün, Hüseyin Üzülmez, merhum Muharrem Şener gibi birçok arkadaşlarımızla merhum Seyit Mehmet Buğa ağabeyimizin büyük desteği ile SADAV Vakfını kurduk. Halen aynı amaç üzerine faaliyetlerimiz devam ediyor.

Yine 1990’lı yıllarda, rahmetli Mehmet Doğan’ın Genel Başkanlığını yaptığı Türkiye Yazarlar Birliği’nin Konya Şubesi’ni kurduk ve burada başkanlık görevinde bulundum.

Ercan Uslu Bey ve ekip arkadaşlarımızın desteğiyle, 2000’li yıllarda Türkiye Dil ve Edebiyat Derneğinin beş yıl kadar başkanlığını yaptım. TEYAD’da yönetim kurulu üyeliği, ESADER’de de kısa bir süre idari görevde bulundum. Son yıllarda eski Stadyumun yerine inşa edilmekte olan Merkez Cami ile ilgileniyorum.

Ben 12 Eylül Darbesi yapıldıktan sonra resmi makamlardan pasaport alarak, herhangi bir sorun yaşamadan Mısıra gitmiştim. Dönüşümde de yurda girerken bir sorunla karşılaşmadım. O zaman zarfında yargılandığım ne kadar dosya varsa hepsinden beraat etmiş olmama ve arananlar listesinde bulunmadığım halde pasaportuma haksız yere tahdit koyulduğunu, Sivil Toplum faaliyeti kapsamında Bosna Hersek’e gitmek üzere başvuruda bulunduğumda öğrendim. Yargılamalar lehimde sonuçlandığı halde, yıllar sonra o dosyalar yüzünden pasaport vermek istemediler. Bu haksızlığı gidermek için itiraz dilekçesiyle başvurduktan sonra tahdidi kaldırdılar da Bosna Hersek’e gidebildik.

1970-80’lerin şartlarını yaşadınız, 28 Şubat Postmodern Darbesini gördünüz, yurt dışında faaliyetleriniz oldu. Bilgi ve birikimlerinizden istifade edilmesi hususunda neler yaptınız ya da neler yapmak istiyorsunuz?

Türkiye’de vahdet ve birliğin sağlanmasını engellemeye çalışanlar vardı. Onları uzun yıllar gördük ve mücadele ettik. Bu ülkede vatan, bayrak ve milli marş başta olmak üzere, milli değerlere karşı çıkacak kimse olduğunu zannetmiyorum. Ancak durum farkına varamayıp kullanılmış olanlar vardır.

Bilgi ve birikimden istifade edilmesi hususunda da; zaman zaman siyasi danışmanlık talep edildiğinde bu hizmeti verdiğimiz oldu. Ömrümüz ve imkânlarımız kâfi gelirse de bir gün hatıralarımızı yazmak isteriz.

Türkiye duruldu ama yıllardır Filistin ve Suriye sükûnete ermedi; ne diyorsunuz?

Günümüzde dünya nüfusunun Müslüman olmayan yüzde 41’i Filistin’e İsrail tarafından zulüm yapıldığı inancını taşıyor. Buna Müslüman ülkeleri de eklediğimiz zaman oran çok daha yükseliyor. Silah verip, Filistin’e karşı İsrail’i destekleyen ülkeler bir gün nasıl büyük bir yanlışın içinde olduklarını anlayacaklar.

Teşekkür ediyorum.