Çocuklarımız ve ebeveynleri arasında geçen “Ee bugün okul nasıl geçti?” ya da “Okulda ne yaptınız?” gibi diyaloglar hemen hep “Hiiiiç, iyiydi.”  gibi kısacık bir cevapla geçiştirilmekte.

Okul çağı çocuğu olan tüm velilerimizin diline pelesenk olmuş bu sorular. Öyle güdümlenmişiz ki, her gün yaşanılan sahne aynı… Soru cümleleri ve cevapları da aynı. Ama duramıyoruz sormadan. Cevabı hiç değişmeyen, hep aynı soruları sormakta neden bu kadar ısrarcıyız?

Hâlbuki yakınlaştırmıyor bu durum bizi evlatlarımıza.

Çocuklar genelde ebeveynleriyle diyaloga girmekten uzak duruyorlar. Çünkü kendilerine laf söylenmesine, eleştirilmelerine ve nasihat edilmesine tahammül edemiyorlar... Büyüklerinin çok fazla ve anlamsız konuştuklarını düşünüyorlar. O yüzden bir problemle karşılaştıklarında, ailelerinden ziyade, arkadaşlarıyla paylaşıyorlar sıkıntılarını. Anne-babayla paylaşılan probleme çözüm bulunamayacağı gibi, konunun yine dönüp dolaşıp aynı noktaya (kendilerinin eleştirileceklerine) geleceğini düşünüyorlar.

Peki, haksızlar mı?

Değiller ne yazık ki.                                                                                                                                                                   

Çocuk-ebeveyn arasında geçen konuşmalarda, anne/baba eleştiren, nasihatler veren (çocuk tarafından emirler olarak algılanan)taraftır. Çocuktaki sistemde ise, muhalefet etme, kabullenmeme ile birlikte savunma şeklinde işlemekte durum.

Sonrası…

Diyalog değil, tek taraflı konuşmalara dönüşür olay. Çünkü ses ne kadar yükselirse yükselsin, her iki taraf da birbirine sağır olur. Kişi zihninde sadece kendi söylemek istediklerini düşünür. Duymaz karşıdakini.

Bu, karşılıklı sevgi eksikliğinden ya da bilgisizlikten değildir aslında; saygı ve anlama yeteneğinin eksikliğinden kaynaklanır. Çünkü çocuklarımızla anlamlı ilişkiler kurmak istiyorsak, gündelik, dışarıda kullandığımız, sıradan konuşma tarzından farklı bir yol izlememiz gerekir.

Çocuklarla yakın ilişki kurabilmek için, herhangi bir gerginlik anında, ortamın yumuşamasını sağlayacak, etkili yöntemleri öğrenmek gerekir.

İlkokul 3. Sınıftaki Mehmet’in eve, yüzü asık bir şekilde  geldiğini gören annesi, konuşmasına “Gene ne oldu?” diye girerse, baştan çoğu iletişim yollarını kapatmış olur. Çocuk “Öğretmen kızdı bana” diye devam etmişse ve annesi hele bir de “Ne yaptın da kızdı?” dediyse durum daha vahim. Çocuk bundan sonraki problemlerinin çözümü noktasında, annesiyle birlikte olamayacağını keşfetmiş olur.

Anne ne yapmalıydı?

Evladının öfkesini, acısını, çektiği sıkıntıyı anladığını göstermeliydi. Çünkü Mehmet çok güçlü, olumsuz duygularla eve dönmüştü. O haldeyken Mehmet kimseyi dinleyemezdi. Öğüde, yapıcı dahi olsa eleştiriye ve hatta teselliye açık değildi.

Mehmet’ in tek istediği o anda onun ne hissettiğinin anlaşılması idi. Mehmet sadece olayın küçücük kısmını anlatabilmişti annesine. İçinde kopan fırtınanın çoğundan bahsetmemişti bile. Tam da burada annesi üzerine gidip ayrıntılara girilmemesi gerektiğini düşünebilseydi, Mehmet’in daha da çok içini acıtan problemlerin kaynağına ulaşabilirdi.

 Burada anne nasıl davranmalıydı?

-Çok öfkelisin sanırım. Anlatmak ister misin niçin öfkeli olduğunu?

-Öğretmen kızdı bana. Derste ayakkabımın ipinin çözüldüğünü fark ettim ve ayakkabımı bağlamak için sıranın altına girdim. Ama öğretmen niye tahtadakileri yazmıyorsun, diye bana kızdı, ben ayakkabımı bağlayıp geçirecektim zaten tahtayı.

- Evet, ayakkabını bağlamadığın takdirde üzerine basıp düşebilirdin. Ve sana haksız yere kızıldığını düşünüyorsun. Bu kadar öfkeli olmanı anladım şimdi.

 Annesi Mehmet’e herhangi bir soru sormadı, sorgulamadı. “Ders bitince bağlasaydın ya” ya da “Tahtayı geçirdikten sonra bağlasaydın ya” gibi, kendince nasihat içeren, yorumlar yapmamayı başardı. Çünkü Mehmet’in annesi oğlunu anladığında, hissettiği acının farkına vardığında, Mehmet’in öfkesinin dineceğini öğrenmişti. Ve o gün, belki de Mehmet’in, kendi başına halledemediği, annesinin şefkatle sarıp sarmalamasına ihtiyaç duyduğu diğer  zor durumlarını da…