Ebeveyn danışanlarımdan en çok duyduğum ifadelerin başında  “Biz yaşayamadık, çocuğum yaşasın; biz göremedik o görsün hocam.” geliyor.

Kendi çocukluk yıllarındaki ekonomik güçlükler; bunun yanı sıra sevgi ve ilgiden yoksun bir ailede büyütülmüş olmaları imiş sebep. “Şimdi bizde para-pul var, bilinç var; bize verilmeyeni, esirgeneni çocukluklarımıza vermeliyiz”, diyorlar. Pekâlâ, gayet iyi düşünmüşsünüz fakat niçin buradasınız” dediğimde;

Çocuklarının hiçbir şeyden mutlu ve memnun olmadığını, çok sabırsız olduğunu, kendilerini hiç dinlemediğini ve yanlarında oturmaktan bile çok sıkıldığını ifade ediyorlar. “Hiçbir şeyin kıymeti yok onun gözünde, annesiyle benim bile…” demişti bir danışanım.

Neden…

Çünkü anne-baba kendinde gördüğü eksik olan şeyi, çocuğunda tamamlamaya çalışırken aşırı uçta davranmakta. Nerede durması gerektiğini bilememekte.

Çocuk hiçbir şeyin eksikliğini hissedip, hayalini kuramamakta. Her istediği şey kucağına düşüvermekte.

Çünkü çocuk değer vermeyi bilmiyor,

Çünkü o değere sahip olmak için hiçbir çaba göstermemiş...

Sürekli pohpohlanarak büyüyen, sorumluluk verilmeyen, bir dediği iki edilmeyen çocuk, bir süre sonra evin mutlak hâkimi olmaya adaydır. Siz ona -ideal olduğunu düşündüğünüz- ebeveynlik yapmaya çalışırken o çoktan hükmetmeye başlamıştır bile. Sakın yanlış anlaşılmasın. Burada çocuğu kötülemek değil asla niyetim, ya da anne babayı.

Günümüz çoğu ailesinde görülen paradoksal bir ilişki şekli bu. Çocuklarımızın mutlu, neşeli, huzurlu olmalarını istiyoruz.  Aynı zamanda ailesine, büyüklerine saygılı olmasını istiyoruz. Bu beklentilerimiz eşliğinde, sorgusuz sualsiz her dediğini yapmanın peşine düşüyoruz.

Biz anne-babalar böyle böyle, emek vermeden, yorulmadan ve hak etmeden her istediğini elde eden bir neslin büyümesine neden olduk ne yazık ki.

Hem her istedikleri oluyor ama hem de bir türlü neşeli, huzurlu olamıyorlar. Ne yapsak da yüzlerini güldürebilmek çok zor. Mutlu olabilme eşikleri her geçen gün biraz daha yükseliyor sanki.

Değer verme, ilgi-alaka göstermeleri de bir o kadar azalmakta...

Peki, ne yapmalıyız?

Çocuklar isteklerini ertelemeyi, elde etmek için önce mücadele etmeyi öğrenmeliler. Kendi sorumluluklarını üstlenmeleri ile birlikte tecrübe ve kişisel bağımsızlıklarını da kazanacaklardır.

Bırakın yanlış yapsınlar, bırakın yeterince çalışmadıkları için başarısız olsunlar ya da sıkı giyinmedikleri için, terli su içtikleri için hasta olsunlar.

Çünkü çocuklara sorunlarla yüzleşme fırsatı verilmediğinde, yanıldıkları durumlarda nasıl idare edeceklerini öğrenemezler. Bu, sorunları çözme yeteneklerini de azaltır. Dünya hayatı her zaman sütliman değil ne yazık ki. Her türlü zorlu mücadele ile karşılaşabilir hayatı boyunca. İzin verin çocuklar tehlikelerin varlığından haberdar olsunlar. Üstesinden gelebilmeleri için bu türden durumlara hazırlıklı olsunlar.

           Şimdi “Ne yani anne baba olarak çocuklarımızı korumayalım mı?” şeklinde itirazlar yükselebilir. Tabi ki bu dünyadaki en kıymetli varlıklarımız, bize emanet çocuklarımızı koruyup kollayacağız. Fakat bunu yaparken çocuğumuzu kendi vücudumuzun bir parçası gibi görerek değil. Onlar her ne kadar canımız, ciğerimiz olsalar da bizden ayrı, bağımsız birer bireydirler.

Çocukların gerek fiziksel gerekse ruhsal olarak ihmal edilmeleri kadar, tümüyle ebeveynleri tarafından işgal edilmeleri de sıkıntı oluşturmaktadır.

Nasıl ebeveyn olmalıyız?

 Çocuğun her istediğini yapmadan, her an başında beklemeden, aşırı korumacı anne-baba tutumuna bürünmeden, gerekli durumlarda gerektiği kadar…

Bugünkü yazımızı bilim felsefesi uzmanı Anooshirvan Miandji’nin bir anlatımıyla bitirelim.

“Meksika’da çölde yetişen bir tür kaktüs vardır. Agave Kaktüsü…

Bu kaktüs tekilanın hammaddesi olduğu gibi, yapraklarında da Sisal denen ipeksi bir iplik var ve ipekten daha pahalı bir kumaşın yapımında kullanılır.

Bir gün bir işadamı bu kaktüslere yatırım yapmaya karar verir.

Büyük bir fabrika kurar, büyükçe ve verimli bir tarlada kaktüsleri yetiştirmeye başlar.

Kaktüsleri orada daha büyük ve daha bol yapraklı yetiştirmek için her türlü fedakârlığı yapar.

Kaktüsleri bol vitaminler ve zenginleştirilmiş gübrelerle besler.

Çabaları sonuç verir, daha iri ve yaprakları daha büyük bitkiler elde eder.

Sıra yaprakların içindeki iplikleri toplamaya gelir. İlginç bir olayla karşılaşırlar; hemen hemen tüm kaktüslerde bu iplikler kaybolmuştur!

Yapraklar daha iri olmuş ama içlerindeki iplikler kaybolmuş.

 Buna bir türlü anlam veremez ve işadamı büyük bir zararla fabrikayı kapatmak zorunda kalır.

Ama olayın sebebini öğrenmek ister ve sorunun peşini bırakmaz. Sonuçta Amerikalı bir bitki biyoloğu ile anlaşır.

Bitki biyoloğu çöle gider, bu tür kaktüslerden birinin yanında çadır kurar ve bir-iki ay kaktüsü gözlemler, inceler ve sonuçta bir rapor yazar.

Raporda şu ifade yer alır;

“…bu ipliklerin ortaya çıkma sebebi çölün çetin ve zor koşullarıdır.

Siz bu kaktüsü rahat bir ortama yerleştirmekle onu bu yeteneğinden mahrum bırakmışsınızdır...”

Çocuk yetiştirirken, eğer ona kötülük yapmak istiyorsanız her istediğini verin.

Eğer iyilik yapmak istiyorsanız, bırakın bazı sorunlarını kendisi çözmeye çalışsın.

Bunu yaparken de kendisini geliştirsin…