Gördüğümüz usülde de, yetiştiğimiz kültürde de hayır işlerine başlamadan önce besmele çekilir. Konya Yenigün gazetesi ilk yazımıza sözlerin en hakikatlisiyle başlamak istedim. Öyle ki gün dahi besmele ile başlar. Tabiat uyanır ve bütün insanlığı besmeleye çağırır. Bilal yine ezan okur. Âlem-i İslam yine uyanır.

Uyanır da kimisi savaş altında uyanır, kimisi ülkesinin çok uzağında aile hasreti ile, kimisi açık denizlerde "Umuda yolculuk" ederken uyanır.

Hep belli başlı tarafların farklı fikir ve ideolojilerine esir olup yorulmuş farklı taraflar. İnsanlığın başladığı tarihin tarafı Habil ve Kabil; insanlığın süregelen tarihininse Bir tarafı Ebubekir bir tarafı Ebu Cehillerle doludur. Bir tarafta sefere ve mücadeleye memur, Allah yolunda şüphe etmeden yürüyen insanlar; diğer tarafta bunlara taş koyan insanlar. Tarihin bir tarafı kızgın kumlara yatırılıp üstüne taşlar koyulan Hz.Bilal, Müslüman olduğu için dövülen Ebu Zerrler, diğer tarafı Allah'ın yolunda gidenlere işkenceler edenler.

Kısacası yalnızca iki taraf var.

Bir taraf Hak, diğer taraf batıl.

Biri Müslüman kardeşinin derdiyle dertlendi, diğeri kendi derdiyle dahi dertlenemedi.

Biri çok tevekkül edendi, diğeri çok isyan edendi.

Biri, sahi...

Birini daha derin anlatmak isterim size.

Bundan birkaç ay önce. Bir Konya akşamı, günün yorduğu, zamanın akışı, hayatın sıradanlığının tecelli ettiği o anların birinde... İki üç arkadaş giderken yolun kenarında, çıplak ayaklarıyla betona oturmuş, hayattan tek beklentisi, önündeki son 5 veya 6 mendil olan, gözlerini önünden geçen herkesten kaçıran küçük bir çocuk ilişti gözümüze.

Bir arkadaş durdurdu hepimizi, "Hemen geliyorum, eve ekmek almam lazım "dedi ve biraz ilerlememizi söyledi.

Biraz ilerde onu beklerken, geciktiğini fark edince arkamıza baktık. Elinde tuttuğu ufak bir simit poşedi, çocuğun yanına oturmuş, çocukla bir şeyler konuşuyordu.

Ne konuştuğu hakkında fikir sahibi olmak istiyorduk. Kalabalığın arasından geri döndük çocuğun yanına. Çocuğa elindeki poşedi kabul ettirmeye çalışıyordu. Ve çocuk kabul etmiyordu. Hiç konuşmuyordu.

Israrla kabul ettirdik. Uzağa gidip izledik küçük kardeşimizi. Biz gözden kaybolana kadar tek lokma alamadı ağzına.

 

Hiç düşünmedik ki; bu çocuk hangi milliyetten, hangi ülkeden, hangi ananın göz bebeği.

 

Evet Şimdi...

Biri kalabalığın arasında yardıma muhtaç ama çok gururlu, hayatın yükünü erkenden omzuna almış ama pes etmemis, belki de açlıktan ve sefaletten ölecekken uzatılan simiti almayıp adeta "Bize Allah yeter" diyen bir çocuğa yardım eden, diğeri o yolun kenarındaki çocuğa  görünmezlik pelerini giydiren.

 

Küçük çocuk belki mürteciydi, belki yetimdi, belki de öksüzdü. Bunların hiçbirini ama hiçbirini bağdaştıramadık çocukla. O sadece insan. Tıpkı benim gibi, tıpkı bir simidin bütün dertlerini geçireceğini düşündüğü arkadaşım gibi. Tıpkı üzerlerine kabus gibi çöken savaştan kaçamayan milyonlarca çocuk gibi...

 

Sevdiğim bir ağabeyimin şu sözleri düşer hatırıma yazımı sonlandırırken.

 

"Dünyayı cerrahların neşteri değil, ameliyathane kapısında ağlayan annelerin gözyaşı kurtaracak!"

 

Selam ve Dua ile...

Twitter : @senolyilmz