Ben bir güz yaprağıyım.

Kahverengiye dönmüş rengim, kıvrılmış, buruşmuş kenarlarım, kırılgan tenimle rüzgârın önüne katıp istediği yere sürüklediği bir faniyim. 

Oysa bütün bunlardan habersizdim doğduğumda. Gözlerimi bu dünyaya ilk açtığım gün bugün gibi aklımda. İsminin çınar olduğunu yazın uzun ve sıcak günlerinde altında gölgelenen insanoğlundan öğrendiğim yüksekçe bir ağacın dalında merhaba dedim hayata. Ilık ilkbahar yağmurunda yıkandıkça serpildim. Sabahları seher yelinin nefesiyle, çiğ damlalarının ferahlığıyla uyandım. Yaz boyunca gelip geçenlere hep yukarıdan baktım. 

Kimi zaman âşıklar vardı ağacın gölgesinde;  söyledikleri aşk şiirleriyle mest oldum. Kimi zaman öğrenciler gelip tatil hayalleri kurdular. Bazen bir anne ninniler söyledi bebeğine. Bazen yaşlı bir çift az soluklanmak için uğradıkları ağacın gölgesinde yalnızca bakışlarıyla söyleşti. Bulmaca çözen de oldu çekirdek yiyende; en bedbahtı da gölgeledim en bahtiyarı da.

Bir gün hiç unutmam bir serçe yuva kurdu dallardan birine. Yumurtladı sonra yavruları çıktı yumurtadan cıvıl cıvıl. Onları besledi, büyüttü, yuvadan uçurdu. Baştan sona bu mucizeye tanıklık ettim.

Günler geçti, mevsim değişti. Artık güneş daha az ısıtıyor, hava daha çabuk kararıyordu. Uçlardan gövdeye doğru bedenimde yeşilden sarıya bir renk değişimi baş gösterdi; şaşırdım. Günden güne yeşilin esamisi okunmaz oldu; sarardım. Şiddeti artan rüzgâr beni yerimden yurdumdan etmeye azmetmişçesine kararlı esmeye başladı. Derken sarsıntılara daha fazla dayanamayan bedenim nazlı bir kelebek misali havada süzülerek benim gibi sararmış otların üzerine düştü. Günler sonra sert rüzgâr ve soğuk sarı rengimi de aldı benden kahverengi oldum. Bedenim kurudu, kıvrıldım.  Ilık meltemlerle ıpıl ıpıl salınırken şimdi asfaltın üzerinde takır tukur sesler çıkararak nereye savrulduğumdan habersiz gidiyorum. Ağacımı kaybetmenin hüznüyle sonbaharda sicim gibi yağmur ağlıyorum. Şairlerin hazan dedikleri, ömrün sonunu simgeleyen hüzün verici o mevsimin hem tanığı hem de mahkûmu oldum.

Acep bu diyarda var mı ola?

Şöyle garip becileyin

Bağrı taşlı, gözü yaşlı

Şöyle garip bencileyin.

Söyle büyük usta sende söyle;  

!

Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa... 
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa... 

İçtik bu nadir içkiyi yıllarca kanmadık... 
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık! 

Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor; 
Lâkin vatandan ayrılışın ıztrabı zor. 

Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sahile, 
Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile.

Y. K. Beyatlı