Hakikat yolcusu Şems-i Tebrizi,
Hâk olanı ve hakikata vasıl olanı,
Arayıp durur, hakta benliği yok olanı,
Diyar diyar gezer, benlik de hiç olanı.
Bizzat kendisine Allah Resulü,
Mânâ aleminde giydirdi hırkasını,
Eskimeyen, çürümeyen, dahi külhanlara satılmayan,
Bu hırka hakikat ve sohbet hırkası olan.
Öyle bir hakikat ve sohbet ki,
Zaman ve mekanın üzerinde,
Ne dünü, ne bu günü, ne de yarını olan,
Aşkın mekanla, zamanla işi olmayan.
Şemsi Tebrizi makam ve mertebe de durmayan,
Derin ve hakikat ehli olan,
Daha yüksek makamlara ulaştıran,
Mürşid'in sohbetine girecek şeyh arıyor.
Aradığı hakikat ve gönül eri için,
Uzun yolculuklar yapıyor.
Hanlarda, kervansaraylarda kalıyor,
Tanındığı zaman da, oradan ayrılıyor.
Çoğu zamanını Şam da geçirir,
Hana iner odasına kapanır,
Daima riyazet yapar,
Bir somun ve bir testi suyla yaşar.
Şems gençlik çağında ilmini,
Baba Kemal Cündi’nin yanında aldı.
Yanında ilim alanlardan bir arkadaşı,
Şiirle, hocasına manevi hallerini bildirirdi…
Hocası merak eder Şemseddin’e;
”Sende hal hasıl olur mu?
Şems der; “Daha fazla hasıl olur.”
Lakin şiire kabiliyetim yoktur,
Ondan size bildiremem.
Hocası buyurur; “ Allah sana öyle dost verir ki ilerde,
Ne varsa marifet ve hakikatle,
O zat söyler senin namına”
Bildirdi Celâleddin Rûmi’yi kerametle.
Erzurum’a kadar da gelmişti,
Mektep hocalığı ile meşgul olmuştu,
Kısa sürede halk tanımıştı,
Oradan da uzaklaşmıştı.
Yaş altmışa ulaşmış,
Siyah sakalına beyaz teller bezenmiş.
Sırtında keçeden bir cübbe, elinde bir asası,
Başında kalpağa benzer bir külâhı.
Kimselere yük olmaz, bir şey talep etmez,
İşçilik yapar, sırtında taş çeker,
Birkaç mangırla geçimini sağlar,
Çokça da aç kalır, kendisi ile alay eder.
Ahh Konya, aradığını barındıran Konya!
Şems dualar, niyazlar ediyor gecelerde,
-Allah’ım, beni dostlarınla buluştur, görüştür diyor.
Bu hal üzere uyuya kalıyor,
Rüyasında Anadolu’ya gitmesi, arzusunun yerine getirildiği söyleniyor.
Rüyasında buna karşılık kendisinin,
Ne bağışlayacağı soruluyor.
Şems; - Başımı!...
Diye cevap veriyor ve uyanınca Konya'ya yola düşüyor.
Şems uzaktan Konya'yı görüyor,
Ne ulu, ne büyük şehirdi,
Minareleri görülüyor,
Heyecanın doruğunu yaşıyor.
Etrafı kalın surlarla çevrili şehir,
On iki kapısından köprülerle giriliyor.
Büyük bir kapıdan içeri giriyor,
Şekerciler hanına yerleşiyor.
Konya demek Mevlâna demek,
Mevlâna demek Konya demek,
İlim, irfan, velisi, bilgini, aşıkları, âlimi
Saltanatı içinde barındıran şehiri.
Dünya gezilir,
Konya gönül gözüyle görülür.
Gönül gözü Konya demişti,
İçinde Mevlâna’yı barındırıyordu.
25 Kasım ikindi vakti Şems,
Hanın kapısında taşlığa oturdu,
Herkesler Mevlâna, Mevlâna diyerek ayağa kalkıyor,
Bir hareketlenme başlıyor.
Uzaktan gördü Şems, katırına binmiş Mevlâna,
Yıllar önce Şam'da görmüştü,
Kısa siyah sakallı, yanık buğday benizli, maviş gözlü,
Mütebessim çehresi, hoşuna gitti hali tavrı.
Şems yerinden kalktı,
Kalabalığı yara yara ilerledi,
Karşılaştıkları yerde,
Katırın dizginlerinden tuttu.
Adeta iki deniz kavuştu,
Şekerciler Han'ın önünde,
Birbirlerini mana, gönül gözüyle arayan dostlar,
Hasret ve heyecanla kucaklaştı.