Gün geçmiyor ki yeni bir ölüm haberi ile sarsılmayalım. Bazen bir yakınımızın, bazen bir dostumuzun, bazen bir arkadaşımızın, bazen bir sevdiğimizin, bazen de sevmediklerimizin ölüm haberini işitir, yüreğimiz sızlar,  içimiz burkulur, bazen de duymazdan geliriz.

Ramazan'ın son günlerinde çok sevdiğimiz bir çınarı, Selçuklu Müftüsü Ali Okutan'ı kaybettik. Dünden önce Terör belâsına 32 gencimizi, bir askerimizi, iki polisimizi toprağa verdik. Terör ve yandaşlarına lanetler okuduk.

Dün de Konya'mızın ve bütün Türkiye'nin tanıdığı araştırmacı yazar, nur talebesi, gönül insanı, demokrat ve aydın, sayısız yazı, makale yazan,  konferanslar veren ağabeyimiz Halil Uslu'nun ani ölümüyle bir daha acizliğimizi hatırladık.

Allah rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun. Halil Uslu Ağabey için ölüm çok erken oldu. Ama O, ölüme bir yokluk, bir hiçlik olarak bakmadı. O, ölümü Büyük Pir gibi sevgiliye bir kavuşma, bir vuslat gibi gördü ve çok sevdiklerine, bize göre daha erken kavuşmuş oldu.

Evet, ölüm, değişmeyen, daima gündemimizde olan ya da olması gereken bir gerçektir. Bütün gündemleri alt üst eden, bu hayatın geçici ve fânî olduğunu hatırlatan “ey insan dur bakalım nereye?” dedirtendir ölüm.

Bu hırs, bu tamah, bu öfke, bu aç gözlülük, bu kavga, bu nefret, bu kin ve düşmanlık ne diye hatırlatandır ölüm.

Lokman Hekim “Dünyada iki şeyi unutma: Allah'ı ve Ölüm'ü” derken, Kur'an “Her nefs ölümü tadacaktır” buyururken, Hz.Peygamber (s.a.v) de “Ölmeden önce ölünüz, hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” diyerek bizleri uyarırken hep ölümü hatırlatmış bizleri ölümden sonraki asıl hayata, Ahiret Hayatı'na hazır olmaya davet etmişlerdir.

Ölüm bizler için, soğuk da olsa, acı da olsa, ürkütücü de olsa kaçınılması zor büyük bir randevudur. Şairin dediği gibi:

Ölüm, büyük randevu, bilmem nerede, saat kaçta,

Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta?

Evet, nerede, saatin kaçında, ne zaman ve nasıl öleceğimizi önceden bilemesek de öleceğiz. Çünkü ölümlü bir dünyada yaşayan ölümlü bir varlığız. Ölümümüz doğmakla başlıyor. Ölümden kaçış yok. Onun bizi nerede karşılayacağı belli değil, en iyisi bizim onu her yerde ve her an beklememiz.

Ölüm, inananlar için bir yokluk bir hiçlik, bir yok oluş değil, belki bu dünyadaki vazife ve sorumluluklardan bir terhis, bir ayrılış ve gerçek vatana dönüştür. Sevenin sevdiğine kavuşmasıdır. Mevlâna'nın dediği gibi “Şeb-i Arus”tur, düğün gecesidir.

Bu yüzden biz ölümü tevekkülle ve teslimiyetle karşılar, bir ölüm haberi alınca “Allah'tan geldik ve Allah'a döneceğiz” demeyi asla unutmayız.

Yine şairin dediği gibi:

Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber,

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?

Diyerek, ölüme sadece tebessüm ederiz.

Şimdiye kadar, iki kapılı bu dünya hanından niceleri geldi ve geçti. Bir değirmen gibi bu dünya nice insanları öğüttü.

Nice peygamberler, nice velîler, nice âlimler, nice salih ve saliha insanlar bu dünyada görevini tamamladı ve aslî vatanına göç etti.

Nice zalimler, nice Firavunlar, nice Nemrutlar, nice Ebu Cehiller de yok oldu, toprak oldu. Bu yeryüzü hepsini yedi bitirdi. Büyükler ne güzel söylemiş:

Kısmetindir yer yer gezdiren seni,

Göklere çıksan da sonunda yer, yer seni

Onun için onun adı oldu yer

O, insanı kendi besler, kendi yer

Yeryüzü bizi bir bir tüketirken, her gün aramızdan sevdiklerimiz, çekilip giderken, ölüme karşı duyarsız kalmak, ölüme inanmazmış gibi yaşamak ne kötü.

Daha bana sıra gelmez, daha gencim, daha çok sağlıklıyım, daha çok yapacaklarım var gibi bir gaflete düşmek ne acı. Ölümden ve ölenlerden ibret almamak hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılmak ne abdalca bir davranış?

Sonuç olarak, ticaretinin tümden ziyan, sonunda bizi bekleyen eşyanın, patiska kefen, çürük teneşir, isli kazan olduğu şu dünya hayatında, ahirette bizi kurtaracak olanı, mezarımıza birlikte gidecek olanı elde etmeye çalışmalıyız.

İçimizdeki ölüm korkusunu öldürüp, ölümden sonraki ebedî hayata kendimizi hazırlamalıyız.

Allah yolunda çalışırken göstermiş oldukları yoğun tempodan dolayı kalbi dayanamayıp genç yaşta aramızdan ayrılan ve bize değişmeyen gündemi, ölümü hatırlatan Hem Ali Okutan Hocamıza, hem de Halil Uslu ağabeyimize tekrar Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyorum.

Dünya hayatında kalp ve gönülleri nur ile dolu olan bu kardeşlerimizin kabri de inşallah nurla dolu olacaktır.

 

                                                    KALBİN PASI

Allah Rasulü(sav) bir sohbette buyurdular:

-Demirin paslandığı gibi, kalpler de paslanır. Sahabîlerden biri sordu:

-Kalplerin pasını silecek, parlatacak cilâ nedir ya Rasulullah? Allah Rasulü cevap verdi:

-O, Kur'an'ı okumak ve ölümü düşünmektir.

 

                                                   GÜNÜN SÖZÜ

Fikr-i müstakbeli mâziyi bırak Ârif isen,

Böyledir hâl-i zaman, bir varmış bir yokmuş.

                                                                                      La Edrî

KAMİL BİRCAN   24.07.2015