Benim doğduğum köyde benimle aynı yıllarda doğanlar hele hele benden daha önce doğmuş olanlar “narenciye” denilen meyveleri bilmezlerdi. 

“Portakal nedir?”, “mandalina nasıl bir şeydir?”, “greyfurt diye bir meyve var mıdır?” bilen yoktu. Muzun tadını bırakın, şeklini bile gören olmamıştı.  Belki bir ömür tüketip de o tür meyvelerin tadına dahi bakmadan göçüp gidenler çok olmuştur.

Yıl 1965’ler falan olmalı. Amcam Manavgat’a din görevlisi olarak giderdi o senelerde.  O zamanlarda devletin, her köye bir kadrolu din görevlisi atama imkânı yoktu demek ki.  Benim kendi köyümde de kadrolu din görevlisi yoktu. Mevcut din görevlisinin bütün iaşesini köylülerimiz karşılardı. 

Amcam, imamsız bir camisi olan Manavgat’ın bir köyünde iaşesi ve harçlığı köylüler tarafından karşılanmak üzere din hizmetleri görürmüş. Zaman zaman kendi köyüne izinli gelirken de heybesine sığdırabileceği kadar yukarıda isimlerinden bahsettiğim “narenciye” meyvelerinden getirirdi köye. Benim de aklım dünyaya yeni yeni ermeye başladığı yıllardı o yıllar.

Amcamlarla birlikte belki de 17-18 nüfus aynı hanede yaşardık. O getirdiği meyveler, herkese birer adet pay edilse yetişmeyebilirdi. Bu yüzden iki kişiye bir tane falan dağıtıldığını hatırlarım. “Cabucak bitmesin” diye o yarım portakalın suyunu yalardık, birazını da sabaha bırakırdık ki ertesi gün de tadına bakabilelim.

Bu örnekten yola çıkarak hayallerimin gerçekleşme derecesini,  imkânsızlıkların nasıl da imkâna dönüşebildiğini vurgulamaktır amacım. 

Çocukluğumuzda, dünyayı kendi köyümüzden ibaret sanırdık genellikle… Ancak bu farklı meyvelerin varlığından dolayı ben; portakalın, mandalinanın, muzun ve benzeri meyvelerin bolca yenilebileceği, yarımşar değil adetlerce paylaşılabileceği başka diyarların varlığını da hissetmiştim o yaşlarda.

O diyarlara gidilebilme imkânlarının bulunup bulunmadığını hayal ederdim hep. Öyle yerlere nasıl gidilebileceğini, yokluk yoksulluk zincirlerinin nasıl kırılabileceğini hayal ederdim. 

O zamanlarda radyolar vardı. Radyolardan en çok da ‘acanslar” (haberler)  dinlenirdi. ‘Acans’ların çıkacağı saatlerde büyüklerimiz evde çıt çıkartmazlardı bizlere.  Dedelerimiz, babalarımız, amcalarımız can kulağıyla dinlerlerdi radyodan gelen sesi.  “Acans”lardan arta kalan zamanlarda “Yurttan Sesler Korosundan Türküler” çalardı. Çok severdim ben o türküleri. 

Zaman zaman “dinleyici istekleri” okunurdu. İzmir’den, İstanbul’dan, Ankara’dan, Bursa’dan TRT Radyosuna mektupla türkü isteklerinde bulunanların isimleri okunur ve ben imrenirdim onlara. “Ah ben de istekte bulunabilsem de radyodan ismim okunsa ve istemiş olduğum,  Yıldıray Çınar’dan “Sabah İle Sabah İle, Kahve de gelir Tabak ile” türküsünü çalarken benim de ismim okunsa ve herkes duysa ismimi” şeklinde hayaller kurardım.

Bu hayaller benim için; nasıl ki “göğe direk dikilmez, nasıl ki yıldızlar gökyüzünden toplanamaz, nasıl ki sıradağlar ardında saraylar kurup, bahçesinde güller derilemez” işte o derece gerçekleşmesi zor hayallerdi.  

Mesela, TRT’de spiker olmak isterdim o zamanlar. Radyoda her gece “Arkası Yarın” romanını okuyan o adam olmak isterdim, Yıldırım Önal olmak isterdim.

“Ah ben de romanlar, hikâyeler yazsam” diye hayal ederdim bir de. “Bir Şiir kitabı yazabilir miyim ki?” şeklinde hayal kurmaya cesaret dahi edemezdim. Zira bu hayalleri çok fazla abarttığım hissine kapılır, kendi kendime utanırdım. Meğerse hayaller, geleceğin bir planlaması imiş.  Çok hayal eder ve bu yolda da çaba sarf edersen gerçek oluyormuş meğerse...

Şimdi ilk şiir kitabım çıkmak üzere. Şu an için başka cümleler kurmaya mecalim yok bu konuda. Yoksa sesimi salar, avazımca ağlayabilirim.

Bu yüzden, ilk şiir kitabımdaki bir şiirimi paylaşmakla yetineyim şimdilik…

---0---

Umut Benim Ekmeğim

Damarımda kandır o, onsuz nasıl yaşarım?

Umudumu kırma da, al götür ne istersen. 

Hayat denen bu yükü hayalimle taşırım

Umudumu kırma da al götür ne istersen

Çok uzak diyarlarda saraylar kuruyorum.

Dağlar perdelese de ben yine görüyorum.

Bahçesinde rengârenk gülleri deriyordum

Umudumu kırma da al götür ne istersen.

"Göğe direk dikilmez", ister isem dikerim.

Yıldızları yerinden birer birer sökerim,

Yeryüzüne indirip gönüllere ekerim

Umudumu kırma da al götür ne istersen.

Uçuyorum semada kanatlanmış, kuş gibi,

İster gerçek olmasın, ister olsun düş gibi.

Karabasan gibisin eskilerde kış gibi

Umudumu kırma da al götür ne istersen.

Ne bedel ödüyorum ne de yalvar yakarım,

Zaman mekân fark etmez, bulutlara çıkarım.  

Canım ister baharda yağmur olur akarım

Umudumu kırma da al götür ne istersen.

Umut benim ekmeğim, var mı sana zararım?

İster attır zindana budur benim kararım.

Bazen tükeniverir, fazlasını ararım

Umudumu kırma da, al götür ne istersen.

03/2011/Konya