Boks sporunu izlemeyi daha çok severim. Gerçi zor ve tehlikeli bir spordur ama özellikle güçlü ve kuvvetli, profesyonel boksörlerin maçlarını izlemekten ayrı bir zevk alırım.

İmam Hatip Lisesi'nde okuduğum yıllarda bir ara heveslendim. Türkiye'de ve Balkanlarda şampiyonluklar kazanmış kıymetli arkadaşım Hasan Oğuz'dan çeneme yediğim ilk yumruktan sonra bu hevesimden bir anda vazgeçtim.

Gerek İlkokul, gerekse Lise yıllarında aklımızda kalan efsane bir boksör vardı ki Onun maçlarını, müsabakalarını, sabaha karşı sahura kalkar gibi uyanıp, birbirimizi uyandırıp, televizyonu olan uzak bir komşuya gider coşkuyla ve heyecanla izlerdik.

O yiğit, o kahraman boksör Muhammed Ali'ydi. Haber Türk'ten Muhsin Kızılkaya'nın dediği gibi “Hayallerimizin bile yetmediği bir kıtadan bizim adımıza yumruk atıyordu koca bir dünyaya. Daha ne olsun!”

Televizyonun gizli gizli evlere alınıp, gizli gizli izlendiği siyah beyaz günlerdi o günler. Hocalarımızın Cami kürsülerinde “Televizyon olan eve girmem” dediği günlerdi. Televizyon almak hem para hem de cesaret isterdi.

Bir karşı komşumuz Faik Şanlı amcada, bir merhum Ali Şanlı amcada, bir de Kurtuluş mahallesinde, Selçuk Camii yakınlarında evi olan merhum Mustafa Aydoğdu abimizin evinde vardı televizyon.

O günlerde televizyona ve televizyon izlemeye muhalif babam, amcalarım ve eniştelerle birlikte gece yarılarında daha çok Mustafa Aydoğdu abinin evine gitmeyi tercih ederdik.

O vurdukça biz de vurmuş gibi, O yendikçe biz de yener gibi olurduk. Maç çabuk bitince de üzülürdük. Ertesi sabah gün boyu, hatta günlerce onun rakiplerini nasıl nakavt ettiğini, nasıl sırt üstü yere devirdiğini anlatırdık.

Okul bahçelerinde oynarken onu taklit eder, onun gibi yumruklarımızı sıkar,  onun gibi ağaçlara, direklere, duvarlara yumruk sallardık.

Hor görülen, aşağılanan, ötekileştirilen, ezilen, sömürülen milyonlarca insanla birlikte kendimizi onda bulurduk. O bizim sevdamızdı.

 Vicdanlarımızın şampiyonunun zaferleriyle coşardık.

Şimdi O, eski dünya ağır sıklet Boks Şampiyonu, ABD'li Müslüman Boksör Muhammed Ali 74 yaşında hayata veda etti. Hakk'a yürüdü.

Uzun süredir Parkinson hastalığı ile mücadele eden Muhammed Ali, kasları kadar, gücü kadar, güçlü kişiliği ile de adını tarihe yazdırdı.

Hayatı boyunca ırkçılığa karşı mücadele eden, Vietnam Savaşı'na katılmayı, “Vietnamlılar bana hiçbir kötülük yapmadı ki onlarla ne diye savaşayım” diyerek reddeden Muhammed Ali sadece ABD'de değil, bütün dünyada ezilen, sömürülen, ötekileştirilen, horlanan milyonların sesi oldu.

“Allah'tan zenginlik istedim, bana İslâm'ı verdi” diyerek Müslümanlığı nasıl özümsediğini göstermiş, yine Muhsin Kızılkaya'nın dediği gibi “Bütün mazlumların, fakirlerin, ezilmişlerin, çaresizlerin, dilsizlerin öfkesi bir araya gelmiş, o öfke onun yumruğunda cisimleşmişti.”

Ve O, cisimleşen o öfkesiyle “Kelebek gibi uçtu, arı gibi soktu”

O sözleriyle de rakiplerini daha maç öncesi moralini bozdu ve” Alt tarafı bu da bir iş. Otlar büyür, kuşlar uçar, dalgalar kumları yalar. Ben de insanları döverim” diyerek rakiplerinin ayağını titretti ve ringlere serdi.

“Ben boksu özlemeyeceğim, boks beni özleyecek” diyerek hastalığı ve yaşı nedeniyle boksu bıraktı. Bırakmak zorunda kaldı.

Evet O, mazlum ve mağdurların sesi oldu.

Muhtaçların, hastaların iyileşmesi ve ihtiyaçlarının giderilmesi için çare olacak çalışmalar yaptı.

Barış elçisi olarak da gönüllerde taht kurdu.

O, çifte kavrulmuş zenci bir Müslüman olarak, yumruklarını başkasının özgürlüğü için kullandı. Dava adamı olmayı boksörlüğünün önüne koydu. Direniş, disiplin ve iradeyi, muhteşem bir hayal gücüyle birleştirip, üzerine düşen görevini yaptı ve Rabbinin huzuruna kanatlandı. Çok sevdiği Muhammed'ine ve Ali'sine kavuştu.

Mekânı Cennet, ruhu şâd olsun. Binlerce Fatiha!

                                                   GÜNÜN SÖZÜ

ŞAMPİYONLAR SALONLARDAN ÇIKMAZ. ŞAMPİYONLAR İÇLERİNDE TUTKU, HAYAL VE AMAÇ OLAN İNSANLARDAN ÇIKAR.

                                                                                               Muhammed  Ali

 

 

KAMİL BİRCAN  08.06.2016