Geçen yazımda, toplumumuzda giderek yaygınlaşan cinayetlerin önlenmesi için önce manevi eğitimin sonra da caydırıcı cezanın şart olduğunu kaleme almıştım.

Bugün kü yazımda da öldüren öldürülür anlamına gelen kısasın niçin gerekli olduğunu izah etmeye çalışacağım.

"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas emredildi. Buna göre hüre hür, köleye köle ve kadına da kadın kısas edilir. Fakat kâtil, öldürdüğü kimsenin yakını tarafından affedilirse kısas düşer. O zaman affeden, uygun görülen diyeti kabul etmeli, affedilen de diyet borcunu güzelce ve tam olarak ödemelidir. Bu, Rabbinizin bir hafifletmesi ve merhametidir. Bütün bunlara rağmen kim Allah’ın koyduğu sınırı aşarsa, pek acı bir azabı haketmiş olur." (Bakara Sûresi 178)

"Ey akıl sahipleri! Sizin için kısasta hayat vardır. Umulur ki böylece hem öldürmekten hem de öldürülmekten korunursunuz." (Bakara Sûresi 179)

Rabbimizin “Kısasta hayat vardır” buyurduğu kısas; izlemek, izini takip etmek ve katili öldürmek gibi anlamlara gelmektedir. Hukukta kısas, kasten adam öldüren veya yaralayan kişinin gerekli şartlar çerçevesinde işlediği fiil cinsinden ve ona denk bir ceza ile cezalandırılmasıdır.

Bu âyetin nâzil olmasına, İslâm’dan önce Arapların intikamcı, dengesiz, adil olmayan âdet ve tutumları sebep olmuştur. İslâm'dan önce aralarında ihtilâf bulunan, karşılıklı olarak birçok insanın katledildiği ve yaralandığı iki kabileden biri, kendini diğerinden üstün görüyor, bir erkeğe karşı iki erkek, bir kadına karşı bir erkek, bir köleye karşı bir hür erkek öldürmek istiyorlardı.

Her iki kabile de Müslüman olduktan sonra, bu istek ve uygulamayı sürdürmeye kalkışınca, şahsî intikamı hukukî kısas cezasına çeviren, cezayı şahsileştiren (katilden başkasının öldürülmesini yasaklayan), canlar arasında değerli değersiz farkının bulunmadığını, dokunulmazlık ve değer bakımından bütün canların birbirine eşit olduğunu bildiren bu âyetler geldi.

Öldüren efendi, öldürdüğü köle olursa, cahiliye Arapları kısas uygulamazlardı. Kölesini döven ve öldürenlere ceza verilmemesi zulmü, Batı dünyasında da son asırlara kadar devam etti.

İslam hukukunda Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf bu ayetler ile ilgili başka ayetleri de bir arada yorumlamışlar ve “Bir köleyi öldüren hür kimse de ceza olarak kısas edilir.” demişlerdir.

Kısas, ancak ehliyetli mahkemenin kararı ve ilgili resmî görevlilerinin sorumluluğunda uygulanır. Böylece ferdî hak arama yolu kapatılıp, kan davalarının önüne geçilmiş olur.

Kısasın uygulanması için öldürme olayının “kasten” gerçekleştirilmiş olması gerekir. Hata ile meydana gelen öldürme olaylarında geçerli olan hükümler tamamen farklıdır. İslâm adalet dinidir. Şayet suçun işlenmesinde kasıt yoksa bu takdirde kısas uygulanmaz, diyet ödeme yönüne gidilir.

Kısas, aslî bir hak ve ilk borçtur. Bununla birlikte İslâm affetme yetkisini getirmiştir. Af, öldürülenin yakınları tarafından ya tam olarak kayıtsız ve bedelsiz yahut diyet ya da başka bir bedel karşılığında yapılır. Kur’an; kısası, öldürülen kimse için bir hak, toplum için aslî bir görev, affı, öldürülen kimsenin velisi için bir fazilet, af için diyet almayı da bir ruhsat olmak üzere meşru kılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de bir insanı haksız yere öldüren kimsenin sanki bütün insanları öldürmüş gibi büyük bir cinâyet işlediği haber verilmiştir. (bk. Mâide 5/32)

Kasten işlenen cinayetlerde; gerek mağdur tarafın ve toplumun ortak duygularının tatmin edilmesi, gerekse suçun önlenip insan hayatının ve sağlığının her şeyin üstünde tutulmasını sağlamak üzere suça denk bir ceza demek olan kısas hükmü konulmuştur.

Günümüzde yürürlükte olan ceza hukuklarında adam öldürme, ırza tecavüz, silahlı gasp gibi ağır suçlarda suçluya kısıtlı hapis cezalarının uygulanması hem mağdur tarafta ve toplumda büyük bir tepki ve hoşnutsuzluğa yol açmakta, hem de suçun işlenmesinde hiçbir caydırıcı rol oynamamaktadır. Bunu en iyi bilen Rabbimiz suça denk bir ceza emrederek, insan hayatını ve sağlığını korumanın en emniyetli yolunun kısas olduğunu “kısasta hayat vardır” düsturuyla ortaya koymuştur.

Kısas; hem katil olacak kimse, hem de öldürülecek kimse hakkında hayatı korumaya sevk etmektedir. Çünkü katil olacak kimse, birisini öldürdüğünde kendisinin de öldürülmeyi hak edeceğini bilirse öldürmekten vazgeçer. Böylece hem kendisi hem de karşısındaki hayatta kalır.

Kısasta, cinayet işleyecek ve cinayete kurban gidecek olandan başka bütün toplumun yaşama hakkını da teminat altına alma vardır. Çünkü bu yolla öldürmenin önüne geçilmesi, bu ikisinden başka bunlarla ilgisi olan insanların da hayatlarının devamına ve güvenliğine bir garantidir. Zira bir öldürme olayı, öldürenle öldürülenin yakınları arasında düşmanlık ve fitneye, bu da büyük kan davalarına sebep olabilmektedir.

İşte bunlar kısasta niçin hayat var olduğunu açıklamaya yeter sanırım.

Gittikçe artan vahşet, tecavüzden sonra öldürme, işkence ederek öldürme, boşanmak isteyen eşi sokak ortasında delik deşik ederek öldürme, sivil veya resmi masum insanları ideolojik veya başka sebeplerle katletme olayları ve terör hadiseleri kısasın ne denli gerekli olduğunu gösteren olaylardır.

Kısasa karşı çıkanlar ve “ne yaparsa yapsın, bir insan öldürülemez” gibi bir düşünceye sahip olanlar, katillerin halkın parasıyla beslenmesine ve bir süre sonra tekrar cinayet işlesinler diye salıverilmesine sebep olduklarının farkındalar mı acaba?

Canilerin, katillerin, tecavüzcülerin hayatlarını korumak için felsefe yapanlar, masumların hayatlarını korumayı ihmal ediyorlar. Masumların hayatlarını korumanın vazgeçilemez şartı, katili idam etmek, toplumdan mikropları temizlemektir. Unutmayalım ki “Kısasta hayat vardır.” Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.