Zaman hayatın sarkacına takılıp kalınca, mevsimler siretlerini karıştırırlar.

Hayatın düz ve engelsiz yolunu yürümek varken, engebeli arazilerde kendine macera arayan insanoğlu gibi. Onu zorlamaktansa akışına bırakıp öylece anlamaya, kavramaya çalışsak, yaşamımız hiçte sanıldığımız kadar zor olmayacaktır eminim. Kendimizi kahramanlık anıtını yaptırmak için gönderilen görevli gibi düşünmemiz, çıkar yolları tıkamaktan başka işe yaramamıştır.

İnsanın tüm nimetlerinden istifade ettiği ve yaratıcının elçisi olarak üzerinde gezindiği gezeğenin sırrını çözmek şöyle dursun, bir zerresini bile çözmeye ömrü kifayet etmeyecektir. Altmış, yetmiş, hatta yüz yıllık telaşlarımızdan geriye kalan kazançlarımıza bakınca yorulmuş gönül, yıpranmış bir cesetten başka hiçbir şey kalmadığını anlayacağız. Keşke bu anlayışın süresi ömrümüze son nokta konulmasından birkaç dakika bile erken olabilse. Ertelediğimiz dünler yarınları sırtında taşıyamayacaktır.

Hayat kamburumuz günden güne büyümekte, yorgun ve yılgın bileklerimiz arttık bu yükü taşıyacak gücü kendinde bulamamaktadır. Kündelemelerimiz, kapaklanmalarımız ondandır. Ondandır sesimizin titremesi, dilimizin sürçmesi. Oysa bu kadar sarılmasak dünya nimetlerine, ihtiyacımızı giderecek kadarıyla yetinsek, hem kendimiz hem de hemcinslerimizin yanında diğer mahlûkatın nefes alma seanslarına katkıda bulunacağız hiç şüphesiz. Tüm mesela kantarın topuzunu ayarlama meselesidir…

Allah ‘fakir’ kulunu sevindirmek için önce eşeğini kaybettirir sonra buldururmuş derler. Bizim de sevinmek için önce kendimizi kaybedip sonra bulmamız mı gerekir? Kaybetme konuşunda hiç kuşkumuz yok, en mahirane bir şekilde yapabileceğimiz en sahte gerçektir. Ama kendimizi tekrar bulmamız konusunda bize bir ipucu verecek, bir bilge bulabilir miyiz bilmiyorum. Buldum diyenleri bile kaybolduğu bu hayat karmaşasında. Yarı yaşımızı almamıza rağmen anneleri tarafından bile karıştırılan ikizler gibiyiz…

Dün eli öpülesice aydınlarımızın gösterdiği hedefleri görmezden gelirken hoyratça, bu gün kendimize öylesine bir kulak edinmişiz ki hiçbir ayrıntıyı kaçırmayarak dünya nimetlerini pervasızca harcamakta yarış halindeyiz. Duymadan öte, çoktan… Nefes alma nöbetleri tutmaya başlamışız. Yarıştayız, kıyasıya yarışta…

Boyumuzun, yaşımızın, cinsimizin nicelik ve niteliğine aldırmadan her karşılaştınız dünya aksesuarı için yoğun bir yarış içindeyiz. Geriye kalmaktan itilmekten, uzaklaştırılmaktan korkuyoruz.

Korkularımız biraz gerçek düzlemde seyretse, şüphesiz bize yeni ufuklar açacak puslu yollarımıza yeni ışıklar saçacaktır. İçinde bulunduğumuz geminin su alması neredeyse omrumuzda bile değil. İnsan elinin değdiği tabiatın bile fizyolojik yapısının bozulduğunu söyleyedursun yarım aydınlar, güneşin batıdan doğacı günlerin yaklaştığını yinelemek, sarhoşluğumuzu gidermemektedir. Hayat güneşi doğudan doğarken, ölüm güneşi batıdan doğacaktır şüphesiz. Hayatın kendilerine tombaladan çıktığını sananların, tozlu yollarda ki en küçük zerreden bile farkı yoktur bu gezegende.

Yaratılış serüveni bir, ülkü bir, ilke bir, yaratıcı bir ve aşikârken, güneşe karanlıkta göz kırpmayı şiar edinmişiz kendimize. Sahte kahramanlıklar, kabadayılıklar peşindeyiz…

Ağalığın vermekle kabadayılığın vurmakla şekillendiği gezeğende, yeni yeni yollar bulma hevesindeyiz. Adımız mucit olsun diye, doğruluğundan kuşku duymadığımız gerçeklere bile kulp takma hevesindeyiz. Bu da bizden olsun… Çorbada bizimde tuzumuz olsun kabilinden…

  Evet, çorbada tuz olmak yâda tuzda mide olmak güzelde, çorba insan etinden, tuzu da yamyam leşinden olunca o çorbada ne tuz olmak isteriz nede tuzcu.

  Tuz bizim kokuşmuşluklarımıza panzehirdir, unutulmuşluklarıma işlenmemiş ham demir. Tek başına kullanamayız tabi; yeni, başka şeylerde eklemeliyiz. Malum icat etmek, yaratmak -kelimesinin taşıdığı manayı kavramayanlar için- hiçte öyle zor şeylerden değildir. Demirci iki demiri ekleyince bir birine, kömürcü sobada yakınca kömrünü kendisi sanıyor koyan ömrünü…

Kişinin kendi kendini idare edecek kadar bilinç içinde olmayışı aşırtıyor düz yolunda dengini. Okumuş olduğu üç satırlık illîmle kendisini âlim, bildiklerini ilim sananlar, bu gidişle bu iki kelimenin bile ne maya geldiğini öğrenmeden kapatacaklar hayat rengini. Âlim ve ilim sahibi olmak, işte yol bu diyerek düz yolu göstermektir, karlı dağlar ardında yatan servete işaret ederek mutluk getireceğini söylemek değil. Şaşmış insanın şaşırması, beynini biraz daha sarsacaktır…

Sırtımıza sabahtan akşama hangi şaklabanlık kıyafetlerini giymek için yoğun bir çaba içindeyken, macera ruhumuz şimdilerde duyduğumuz, bildiğimiz hatta gördüğümüz her gerçeğin bile gerçek olmadığı ihtimalini söyletme özentileri içindedir modaca. Çağa ayak uydurmak lazım. Koşuda ayaklarımıza ağırlık yapmasın diye ayakkabılarımızı, yük olmasın diye üstümüzde ne varsa çıkarmalıyız. Çıplak oluşumuzla doğduğumuz çocukluk günlerimizi hatırlattığı için nostalji sananların gülüşlerine aldırmadan, bu halimizin ileriye sıçrayış için olduğuna önce kedimizi sonrada başkalarını inandırmalıyız.

 Soyunmak ilerlemek için elzemdir, geriye dönmek için değil- geriye dönmek ilk günlerden sonra gelen aydınlanma çağının adına karanlık çağ demektir. Yaradan’a kul olmak biraz eziklik veriyor, haşa asi kullar arasına, Yaradan’ın bu durumumuzu yarın nasıl değerlendireceği hiç de önemli değil. Yaratıcıdan korkmak insanlar arasında maskara olmaktan daha ehvendir, şaşmış insanlar arasında...

Hesap gününün uzak, düz yolunun tuzak olduğu yanılgısıyla hayata tutunanlar, bunun aksini elbet anlayacaklardır ama iş işten çoktan geçmiş olacak. Kullukta noksanların af ‘olur! Gerçeğine karşı, İnsanlar arasındaki yenilgilerin hayatını zehreder yanılgısına inanmak, yeni yanılgıları getirmiştir peş peşe…

İnsanın en büyük yanılgısı, yanıldığı gerçeğini kavrayamamasıdır. Sağlıklı olmak için az ve öz yemen gerekirken, bulmuşken zorla mideye hepsini aşır mantığı, hem kendi hayatını hem de canlıların hayatını zora soka gelmiştir. İnsanın vücut ölçüleri, ne kadar yiyip yiyemeyeceği, kaç kilogramağırlığı kaldırıp kaldıramayacağı gerçeğini üş aşağı beş yukarı göstermektedir. Hiçbir insanın tek başına bir ‘atı’ yemesi düşünülmezken, kendini buna zorlaması anlaşılır şeylerden değildir.

 Macera ruhumuz ancak taat ve ibadette kullandığımızda işe yarayacaktır. Bu gücü yanlış yerde kullanmamız hem suyun akışına hem de Yaradan’ın bakışına mugayirdir…

Tüm insanlara elçi, önder gönderilmiş ve yolunu kaybetmemesi için her şey emrime amade edilmiştir.   Ama sapkınlığı maharet sanan şakırmışlar, gösterilen yolda değil ayrı bir yolda sözüm ona serüven arama serüvenine düşmüşlerdir. Bu uğurda yapılan kötüde yarışta önde olmak bile bir değer sanılmıştır, değerinin ne olduğunu bilmeyen insanlar arasında... İtikatta kolaylaştırma anları istenildiği esnetilmiş, hakka götüren yoldaki işaretler sökülerek gidiş engellenmeye çalışılmıştır. Örneklemek gerekirse, İslam inancına göre Kurban’ın hangi hayvanlardan olacağı apaçık ortadayken, şerde yarış halinde olanlar, ibadeti oyuncak sanarak; ‘maksat kan akıtmaksa, kuşun kanını akıtmak da yeterlidir’ diyerek öne atlamışlardır.

Her zerrenin insan aklının kavrayamayacağı kadar çetin bir hesap neticesinde yaratıldığını kavramayan insan, sadece kendisine verilen küçük beyniyle Yaradan’ın noksansız yaratıkları arasında noksan arama gafletine düşmüştür. Artık yeni bir kitap, yeni bir önder gönderilmeyeceği ilan edilmişken, açıkça hala dar kulvarlar da koşma yarışı içinde olanlara söylenebilecek tek şey kalmıştır geriye; ALLAH O YARIM AKLINIZI ALSIN’ da rahmetine nail olun. Yoksa kendi kendinizi helak etmede kimse sezin eline su dökemez…

Düz durmayı eğik, eğik durmayı düz görme seremonisine kapılanlar, geceyi avlanmak gündüzü ise istirahat etmek için kullanan yarasa kuşlarıdır. O kuşlar ki, hayatı ters anladıklarından değil, kendilerine hayat öyle yazıldığından bu döngü içindedirler…

 Hiçbir şeyin başıboş olarak yaratılmadığı dünyada başıboş dolaşan fikirler armonisi müzikte ‘lâ’ notasını bulamayacaklardır. Sevgiler kavuşunca sevginin, yanıp kül olunca servetin, dün olup gidince güzelliğin yarına ne yarar olabilir. Sevgili, sevgisini darda koymayıp çekip alınca içinde bulunduğu nahoş durumdan, hayatın esas mana ve ehemmiyetini anlatacaktır anlamak isteyenlere…

Sevgilinin gözyaşları tüketecektir sabrını sevdiğinin… Ve fazla uzatmadan uzatacaktır elini… Kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığını apaçık bir şekilde söyleyen sevgiler sevgilisinin de dünyevi hüznü uzun sürmeyecektir elbet… Ona o buğulu havayı dağıtmak için yeni velinimetler indirilecektir semadan… İşte ömrün hayırda yarışta sabık ümmetlerin bin yıllık cihatlarıyla karşılaştırıldığında kifayet etmeyeceği gerçeğini görünce ortaya çıkan sevgilinin hüznü, yeni, yepyeni bir haberle sevince dönüştürülecektir sevgilice…

Üzülme dinilecektir, senin peşinden gelenlerin ömürlerinin bin senelik cihat yapan sabık ümmetlerin nail olduğu makama nail olamayacaklar diye! Al sana bir gece, içinde böyle bir gecenin daha olmadığı bin sendeden daha hayırlı…

O gece ki, insanlara gönderdiğim kitapların en son halini, bozulmama kaydıyla indirmeye başladım, o elçi ki, onu yaratılmışların en şereflisi diye taçladım; bu gecenin adıdır leyle-i kâdir, sonsuz kudret sahibi her şeye KÂDİR…