Albert Camus; Veba romanında “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” der. Doğrudur… Ülkeme bakıyorum insanlarımızın nasıl öldüğüne dair olağandışı ölümlere tanık oluyorum. Narin, sahte içki, yangın, deprem, sel ve daha bilmem nice farklı afet, bela…

Vicdanların sustuğu, insanlığımızı yitirdiğimiz karanlık günler yaşıyoruz. Onca can, onca hayat hikayesi, onca geleceğe dair umutlar yandı bitti, kül oldu.

Bu büyük yangında yaşananlar sanki şaka gibi gerçeklerle dolu. İnsanlığımızı o kadar yitirmişiz ki cenazelerin bir tavuk şirketinin donduruculu tırına konulmasını geçin, cenaze nakli için orada yapılması gerekenler için yüreği yangın yerine dönen insanlardan istenen ücretler insanlığımızı yitirdiğimizin kanıtlarından sadece biri. Öte yandan AFAD kurtarma çalışmalarında çalışan personelin dinlenmesi için diğer otellerden yardım istediğinde elini uzatan olmadığı gibi pazarlıklar yapılmış. Bu nasıl bir Müslümanlık. Bu nasıl bir anlayış ki insanlıktan çıkıverdik. Diğer tarafta yanan otelin yakınında konaklayanların umursamaz tavırlarla hala kayak yapmaya devam etmeleri de akıl alır gibi değil.

Felaketler, ders çıkarılmadığında kendini yineler. Aynı gaflet altında aynı ihmaller aynı kayıpları getirecektir. Ders, biz öğrenene kadar devam eder. Ediyor da…

Felaketlerin ardından takınılacak 2 tutum vardır; 1-Sebepleri araştırılır ve bir daha tekrar edilmesin diye önlemler geliştirilir. 2-Bahane üretilir, suçlu aranır ve facianın unutulması zamana bırakılır. Bizde ne yazık ki ikinci yöntem geçerlidir. Lütfen bu olayın fikri takibini yapın, göreceksiniz ki unutturulacak.

Bölgeye gönderilen bakan, bakmayan, üst düzey yetkililer, fellik fellik suçlu arayacak. İçeri tıkacak sorumlu belirleyecek. Sonra da “anında müdahale ettik, tedbir aldık” diye övünülecek. Oysa yangın öncesi alınmalıydı o tedbirler. Sorumluluktan sıyrılmak için ölenlere dahi kabahat bulabilecekler.

Aslında dönüp arkamıza baksak ne hikayelerin kapağı kapandı. Ne kadar çok ocağa ateş düştü görürüz. Fakat biz öyle bir milletiz ki her şeyi çabuk unutup önümüze bakıyoruz.

Bu yangın turizmde ne kadar açığımız varsa bir bir ortaya döktü. Ödenmeyen vergiler, kaçak yapılan katlar, turizmde gelir pastasının paylaşımı, acenteler, alınmayan ruhsatlar ne varsa her şey ortaya saçıldı. Üstelik, turizm bacasız ekonomi olarak her zaman önemsediğimiz, en önemli gelir kaynaklarımızdan biridir.

Tüm bunlar yaşanırken, ülkem insanı haftalık Pazar alışverişine dahi çıkamaz duruma gelmiş, açlık sınırının çok çok altında bir gelirle yaşamaya mahkum edilmişken nelerle uğraşıyoruz noktasına…

Açlık, en büyük kitle imha silahıdır. Kavim göçü sebebi, ulusları çökertendir. Açlık sınırı; yatağa aç girmektir. Açlık virüsü her gün 8 bin çocuğu öldürüyor. Üstelik aşısı da var; YEMEK. Evet; yemek…

Ancak aşısına erişim zor, çünkü biz zengini doyuramadığımız için bu çocuklar aç. Uzaklarda arama bu çocukları… Acaba ülkemde kaç çocuk gece yatağa aç giriyor? Aça dokuz yorgan örtsen, gene de uyuyamaz. Açlık sınırı: karnı aç iken uyuyamamaktır. Açlıktan ölmek, topluma yüz karası yazılır.

Açlar ve toklar arasındaki savaşta zenginler, kendilerini teknolojinin ve silahların ardında kendi yaşam alanlarında korumaya alacaktır. Nitekim alıyorlar da… İşe yarar mı? Elbette hayır. Zengin kendisine 4,5 metrelik duvar öremeden, aç 5.5 metrelik merdiveni çoktan o duvara yaslamış olur.

Her ülke yönetimi için geçerli kural şudur; “Eğer açlar ile toklar arasındaki uçurumu kapamaz isen yönetim olarak kendi sonunu hazırlamış olursun.” Her ne kadar güçlü, korunaklı ve silahlı olsan da, aç insanlar ülkesinde iktidarda kalamazsın. Açlar gelir ve toklardan hakkını alır. Hep böyle olmuştur.

Her zaman dillendirdiğimiz “boş tencere iktidarları koltuğundan eder” sözünü yine tekrarlamak zorunda kalıyorum. Bu ülkede akşam haberlerini izlemeyeniniz yoktur. Hoş akşama kadar haberin içindeyiz. Fakat hele de sofranızda yemek yiyorsanız yaşlı kadınların ve erkeklerin Pazar tezgahlarının altından biraz iyi yeri varsa onu alıp yemek yaparım diye sebze meyve toplamaları lokmaları nasıl da boğazınıza diziyor.

Böyle durumlarda vicdanınızı sorgulamaktan öteye geçemiyorsunuz. Çünkü ülkenin durumu ortada. Zengin yine zengin. Fakir yine fakir. Yaşlılarımıza, emeklilerimize bakamaz duruma gelmişiz de haberimiz yok. Özellikle metropollerde yaşayan, aldıkları maaşlarla ev kirasını bile ödemekte zorlanan bu insanların konuştukları zaman ağızlarından ateş çıkıyor. Artık psikolojileri tamamen bozulmuş ve sakin dingin bir hayat yaşayacakları dönemde karşı karşıya kaldıkları bu duruma isyan eder olmuşlar.

Yaşadıklarımızdan dersler çıkarmak insan olan herkes için geçerli. İnsanlıktan çıkanlara zaten ne söyleseniz boş. Fakat önümüzdeki zamanlar bizi zor günlerle karşı karşıya bırakacak. Onun için herkes kendi tedbirini almayı ihmal etmesin.