Yüksek Hızlı Tren'le Ankara'ya giderken dikkatinizi çekmiştir mutlaka. Sincan'a girdiğinizde, sol tarafta bir parkın içine inşa edilmiş beş-on katlı bir bina yüksekliğindeki saat kulesinin üzerinde yazıyor bu söz.

***

Bazı şeyler, bazı zamanlarda değerli olur. Aranır da bulunmazlar; herhangi bir mal, eşya ya da yiyecek-içecek iken toplumsal statü işareti haline geliverirler. Zamanın behrinde kahve bunlardan biri imiş meselâ. Karacaoğlan "ağalar beyler içerler" diyor kahve için. Şimdi neredeyse bir fukara içeceği derekesinde. Çoluk çocuk aklına estikçe iki tık tık, bir şık şık kahve yapıyor ve afiyetle de içiyor. Tabii ki kazın ayağı her zaman öyle değil. Kahve var, kahveceğiz var. 

Saat de öyleydi bir zamanlar. Bırakın daha eskileri, biz bile çocukluğumuzda büyüklerimizin Nacar ya Hislon marka kol saatlerine gıpta ile bakar, herhalde ileride bizim de olur böyle bir saatimiz diye hülyalara dalardık. Duvar saatleri ancak şehirlerdeki iri adamların yazıhanelerinde ya da evlerinde bulunan, biz emsal sıradan insanların dünyasına yabancı bir şeydi. Ha, bir de köstekli saatler vardı; üzerinde devlet demiryollarının simgelerini taşıyan. Onlar yeleksiz gezmeyen dedeler neslinin en mutena numunelerine ait ulaşılmaz ayrıcalıklardı.

***

Saat kuleleri işte böyle zamanlarda, bir yanından bakarsak insanlar saatin kaç olduğunu bilsinler diye, öbür yanından bakarsak, devletin, yani önce padişah ve adamlarının sonra cumhuriyetin yönetici elitlerinin zamanın düzenleyicileri olduğu her daim hatırlansın diye inşa edilmişti. Çoğu tek, nadiren de iki katlı evlerden ibaret olan binaların arasında Allah'ın egemenliğinin simgesi olan minarelerin yanında devletin egemenliğinin simgesi olarak yükselen saat kulelerinde ihtişama özellikle önem verilmesi sanıyorum bu nedenledir.

İlk mektepte öğretmenlerimizin üzerine defalarca tahrir yazdırdıkları "Vakit, nakittir" sözü Osmanlı tebasının gündemine saat kuleleri ile birlikte girmişti. Ömrünü, yani zamanını yüzyıllardır "ilâyı kelimetullah" için harcamış bir milletin muhayyilesine "nakit"i sokmanın saat kulesinden daha göze hoş gelen aracı olabilir miydi?   

***

"Vakit daralıyor" sözü sözlü gelenekte anlam kazanır. Bir yandan dinin direği olan namaz vaktinin geçmek üzere olduğunu belirtirken, öte yandan kıyametin yaklaşmakta olduğunu ima eder. Ayan beyandır ki, "vakit daralıyor"un ruhu, "vakit nakittir"inkiyle tamamen zıttır. Birisi tamamen manevi, uhrevi bir fiile çağırırken diğeri tamamen maddi, dünyevi bir fiile çağırır.  

"Vakit daralıyor"u sözlü gelenekten çıkarıp yazıya dökerseniz onun anlamını "vakit nakittir"le eşitlersiniz. Bu yapıyorken, çok anlamlı olan, ancak belli bir kesim arasında bilinen ve kullanılan bu sözü yaygınlaştırdığınızı, hatta Latinlerin pek meşhur "söz uçar yazı kalır" kelamı kibarı muvacehesinde (hâşâ) ebedileştirdiğinizi, böylelikle de çok büyük bir hayır işlediğinizi sansanız da bu gerçek değişmez. 

***

Söz ile yazı bir değildir. Bizde Sözlü ve Yazılı Kültür adlı kitabıyla tanınan ABD'li dil, kültür ve din âlimi Walter Jackson Ong'un dediği gibi "yazı bilincin yapısını değiştirir." Değişe değişe artık tanıyamaz hale geldiğimiz "değişim sevdalıları" yazının yaptığı bu değiştirme işlemine de olumlu bakmışlar ama "vakit daralıyor" sözü özelinde irdelemeye çalıştığımız üzere kazın ayağı hiç de öyle değil.

Delilim ne mi?

Müteahhite dönüşen mücahitler orada burada arzı endam ederken başka delil aramaya ne hacet...

***

Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)