1

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz, hangi tarihte nerede dünyaya geldiniz, hangi okullarda eğitim aldınız?

Konya merkeze bağlı Şükran mahallesinde dünyaya geldim. Kimliğime doğum tarihim 1957 yazılmış, ancak akrabayı taallukattın hesaplara göre 1955 yahut 56’da dünyaya gelmişim. Benden bir ay sonra doğan bir kişi ve bazı akrabalar böyle söylüyor. Onun kaydına baktım 1.1.1956 diye yazmışlar.

Bağımıza yakın bölgede olduğu için Lalebahçe İlkokulu’na gittim. Ortaokul tahsilime
Konya İmam Hatip Okulunda başladım. Altıncı sınıftayken Konya İmam Hatip Okulundan Afyon’a nakil oldum ve Afyon İmam Hatip Lisesi’nden mezun oldum. Üniversite tahsilimi de Niğde Sevk ve İdare Yüksek Okulu ile Ankara Ticaretler Akademisi’nde yaptım.

İş hayatına ne zaman atıldınız?

Bu arada İmar Ve İskân Bakanlığında bir yıla yakın sözleşmeli olarak Afet İşlerinde çalıştım. Bugünkü AFAD’ın temeli Afet İşleri Genel Müdürlüğü vardı o zaman İmar ve İskân Bakanlığında.

12 Eylül’den sonra bir müddet işsiz kaldım. Daha sonra  1982’nin ortalarında muhasebeciliğe başladım. Mali müşavirliğim 1990 yılına kadar devam etti. Bu arada ticari hayata girdim. Ticari hayatımda birçok alanda, sanayi ve ticari faaliyetlerimiz oldu. Halen de devam etmektedir.

Sivil Toplum Kuruluşlarında da çok etkin görevlerde bulundunuz, bunları hatırlatır mısınız?

MÜSİAD’ın Kurucular Kurulu Başkanlığını ve üç yıla yakın başkanlığını yaptım. Ticaret Odasında meclis üyeliği, uzun yıllar Yönetim Kurulu Başkanlığı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinde Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği yaptım. Birçok kurul ve kuruluşta görev aldım.

Vakıf faaliyetlerine nasıl başladınız?

1980’den sonra ilk vakıf denememizde, Mimar Sinan Vakfı adıyla, kırk kişiden oluşan bir vakıf kurmaya karar vermiştik. O zaman o işin başında rahmetli Necip Alkan ediyordu. Vakıflar Genel Müdürlüğü o dönem bunu reddetti. Sonra o vakfı mevcut olan bir vakıfla birleştirerek İslami Değerleri Tanıtma olarak düzenledik. Bugün birçok okulun kuruculuğuna aracılık eden vakıftır. Sonra MÜSAD yıllarında Kimsesiz Çocuklar Vakfını kurduk. Milletvekilliğinden sonra bir müddet onun Başkanlığını da yaptım. Şu anda Tevfik Fikret Karaman bey Başkanlığını yapıyor. Türkiye İmam Hatipler Vakfı’nın ve SADAV’ın kurucuları arasındayız. Şu an hemen aklıma gelmeyen çoğu vakıf ve derneklerin kuruluşunda yer aldık.

2000 yılında, bugünkü Türkiye Odalar Birliği Eğitim Vakfı’nı kurduk ve bugün o eğitim vakfı bir üniversite sahibi oldu. Daha sonra Konya Eğitim ve Sağlık Vakfını kurarak Karatay Üniversitesinin kurucuları arasında yer aldım.

Yine TOOB’da Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Merkezi /TEPAV) diye bir vakfın da kurucuları arasında yer aldım. Sonra Konya’nın yerel bazda birçok vakıflarında kurucu görevler yaptım.

Şu anda da Konya Kızılay İl Merkezi Başkanlığını altı yıldır yapmaktayım.
Kısa iş hayatı özetimiz bundan ibaret diyebiliriz.

Vakıf kültürünün Türkiye ve insanlık açısından değerli kılan ve sizi bu işlere iten nedir?

Vakfın değeri, önemi şu; biz Elhamdülillah Müslümanız. Allah’a inanıyoruz, Kur’an’a inanıyoruz. Bizlerin rehberi Kur’an’dır ve Peygamberimizin Hadis-i Şerifleridir. Orada Peygamber Efendimiz, “Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olandır” buyuruyor. İşte bu vakıf kültürünün altyapısını oluşturan temel felsefe Peygamber Efendimizin sunmuş olduğu, Kur’an’ın ışığındaki rehberliğinden kaynaklanmaktadır. Yani topluma faydalı olmak… İslâm zaten her türlü fakiri koruyan, her türlü sıkıntıya çözüm üreten bir sistem. Bu yardımlaşma sistemindeki en önemli temel nokta zekât sistemidir

‘Ocakçı geldim  ocakçı gideceğim’ ‘Ocakçı geldim ocakçı gideceğim’

Zekât, zenginin fakire vermesidir. Ayrıca sadaka vermekle ilgili yüzlerce Hadis-i Şerif var. Ve Allah Kura’n’da zekâtı emrediyor, ancak infak etmeyi de bizlere geniş geniş izah ediyor. O da kazandığını vermektir. Farz olmayan bir şeyi yapmak sadakadır. Daha geniş bir açılım yapacak olursak; insanlara zarar verebilecek, onlara ızdırap olabilecek bir taşı o yoldan kaldırmak dahi bir sadakadır. Durum böyle olunca bizim vakıf kültürümüzü oluşturan yapıtaşı Kur’an ve Sünnet’tir. Geçmişteki büyüklerimizin yol göstericiliğidir.

Bizim yine Osmanlı ve Selçuklu’da vakıf kültürü o kadar gelişmiş ki imkânı olan insanlar Mülhak Aile Vakıfları kurmuşlar. Halâ Konya’da benim bildiğim sekiz-on tane Mülhak Aile Vakfı var. Hatta önceki Vakıflar Bölge Müdürümüz bu konuda bana, “Abi sen öncü ol, böyle bir vakıf kur” diye bizi epey yönlendirdi, biz de niyet ettik. Bakalım, Cenab-ı Hak bize onu nasip edecek mi? Böyle bir düşüncemiz var, şu an düşünce aşamasındayız. Rabbim onu da bizlere nasip ederse inşallah güzel sonuçlar alacağız.

Mülhak Aile Vakfı nedir, bunu da anlatalım mı?

Aile varlıklı ise mallarını vakıf haline getiriyor. Ancak ailenin çocuklarını da korumak amacıyla bu vakfın gelirlerinin bir kısmını ailenin çocukları alıyor.
Şimdi bizim bu toplumumuzun bunu anlamadığı gibi bir gerçek var. Yani kendi mallarını kira getirecek şekilde vakfediyor ve diyor ki; “Bu gelirlerin yüzde otuzunu vakfedenin” çocukları alacak. Geri kalanı da vakfiye de yazmakta, işte şu kadarı fakir fukaraya, şu kadarı kimsesizlere, şu kadarı Kur’an Kursuna diye sıralanıyor.
Mesela Nakiboğlu Vakfı böyle bir vakıftır. Konya’da aklıma gelen isimlerden birisi o.

Mahalle vakıfları vardır mesela; bu amaçla kurulan vakıflardandır.
Bizim çocukluğumuzda Durunday köydü. Bizim bağ evimizin oradaydı ve Durunday Caminin vakıfları vardı mesela. Neresi? Bugünkü Özel Harekât ve Meram Belediyesinin engelliler için yaptığı okulun kırk beş bin metrelik alanı o caminindi. Bir de Kozağaç Parkının olduğu yer. Sonra köy belediyeye geçince bunlar milli hazineye intikal etmiş ve vakıflara geçmiş. Zaman içinde “Vakıf var mıydı, yok muydu?” sorusu ortaya çıktı. Geçenlerde Bekir Şahin hoca bununla ilgili,’bi Durunday Camisiyle ilgili bir Şahıs Vakfı çıktı karşıma”  dedi. Yani buradan da bizim kültürümüzün, medeniyetimizin bir vakıf medeniyeti olduğu doğrudur.

Hatta bununla ilgili 1987’lerden sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü yapan Konyalı hemşerimiz Mustafa Keten Bey, Vakıflara Genel müdürüyken bir gün konuşurken, “Amerika’ya vakıflarla ilgili inceleme yapmaya gittik. Adamlar bize güldüler ve (Biz vakıf kültürünü ve medeniyetini sizin ecdadınızdan öğrendik, sizlerin arşivlerine bakmanız lâzım” dediler diye anlatmıştı. Yani Osmanlı’nın vakıf kültürünü almış Amerikalılar.

Vakıf konusunda, Osmanlı Dünyaya örnek iken biz köksüz bir ülke olan Amerika’ya vakıfçılığı öğrenmeye mi gitmişiz?

Evet, Osmanlı ve Selçuklu bir örnek. Şimdi biz mesela Kızılay Başkanlığı yapıyoruz. Kızılay’a bağışlanmış bir yer var, orayı iş merkezi yapacağız; temelini biliyorum ben çocukluğumdan. Taş Kapı Medresesi; biz bu vakfiyeyi de gözetelim istedik. Vakfiyeyi çıkardık. Adam Padişah Üçüncü Murat’ın damadı…  Bolulu Musahip Mustafa Paşa gelmiş burada bir vakıf kurmuş. Konya’da iş yerleri, haller, hamamlar kurmuş, çeşmeler yapmış. Bu yaptığı hal, hamam dükkân gelirlerini hem on beş tane çeşme, hem de medresenin giderlerine bağışlamış. Kendisi de Konya’da değil. Şeyh Ahmed Efendiyi de bu vakfa mütevelli tayin etmiş. Şimdi Şeyh Ahmed Efendi Çarşısı, diyoruz ya, Şeyh Ahmet Efendi Hamamı var… Aslında onun kurucusu vakfı Musahip Mustafa Paşa Vakfı. Şeyh Ahmed Efendi sadece vakfın mütevellisi ve onun çocukları gelmiş mütevelli heyetine.

Şeyh kısmını da kullanmayız da Ahmed Efendi Çarşısı deriz genelde.

Şeyh Ahmed Efendi o zamanın muteber, âlim, arif bir zatı imiş. Vakıf kültürü, insanlara hizmet için önemli. Vakıf sadece nakdi vermek amaçlı değil; insanlara hizmet etmek de bir vakıf kültürüdür.

Burada belki bir şeyden bahsedeceğiz; geçenlerde Konya’mız da medresesi olan âlim bir zat Salih Ekinci Hocayı ziyarete gittik. Bir Hadis okudu bize; Peygamber Efendimiz bir gün bir gazaya ordu çıkarıyor. Gidiyorlar ve geri döndüğünde orada sahabeden biri, ‘Efendim, en çok bu arkadaşımız sevap kazandı, hem namazını kıldı, hem de cihat etti’ diyor.

Peygamberimiz bunun üzerine, “Peki o arkadaşınızın hayvanlarına kim baktı? Siz baktınız. Yemeğini kim hazırladı? Siz hazırladınız. Sizlerin sevabı daha fazladır. Neden biliyor musunuz çünkü hizmet ettiniz” diyor. Yani vakıf kültüründeki temel bakış açısı hizmettir.

Kaynak: MUSTAFA GÜDEN