Araştırma, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Türkiye İstatistik Kurumu'na yaptırılmış. Ramazan ayı içerisinde yayımlandı.
***
Araştırma yapılmaya başlandığında tartışmaları beraberinde getirmişti. Yıllar yılı ülkemizde bu tür araştırmalar gerçeğin resmini çekmek, yani tespit yapmak için değil de, yönlendirmek, hatta bazen fişlemek amacıyla yapıldığından vatandaşa dini, inancı hakkında sorulan sorular kuşkuyla, hatta tepkiyle karşılanmıştır. Bu araştırmanın başlangıç safhasında da aynı şeyler olmuş, "aklı başında" diye bildiğimiz bir siyasetçi soru önergesiyle "bu tür sorular derin bir mezhepsel ayrımcılığa neden olmayacak mıdır?" "yukarıdaki sorular insanlar arasında bir tür din, ırk, soy, mezhep ayrımı yapıldığının bir göstergesi midir?" diye sormak zorunluluğunu hissetmişti.
Araştırmada elde edilen bulgular sürpriz değil. Halkımız dini önemsiyor. (Benim iddiam şu: Dinsizim diyenin bile kendini dinle ifade ettiği bir ülkede yaşıyoruz.) İnanç düzeyinde çok yüksek olan dindarlık, amel düzeyine gelindiğinde azalıyor. Sürekli ya da sık aralıklarla yapılan ibadetlerden ziyade haftada bir, yılda bir yapılan ibadetlere ilgi daha fazla. Eğitimle azalan dindarlık, yaşla artıyor. Kırsalda ve kadınlar arasında artan dindarlık kentselde ve erkekler arasında azalıyor.
Kitâbi din kurallarıyla vatandaşın gündelik yaşantısı arasında uyuşmazlıklar, yer yer tezatlar olduğunu bilmeyen mi var? Hatta daha ötesini sorayım: Bu türden olayları yaşamamış kaç kişi var? Vatandaşın bu tür konulardaki görüşlerini açıkça söylemesini, gazetelere vahim sonuç gibi başlıklar atarak eyvah, din elden gitmiş çığırtkanlığına indirgemekten ziyade insanların bilgiye ulaşmasını kolaylaştırmak, teoriyi pratiğe dökmekte karşılaşılan engelleri ortadan kaldırmak gerekiyor.
Gazeteyle ilk tanıştığımdan beri okuduğum bir köşe yazarı ise bu araştırmadan anladıklarını Türkiye'de halkın büyük çoğunluğunun dinci ya da dindar olduğunu gösteriyor cümlesiyle özetliyor. Halkın büyük çoğunluğuna dinci gibi fevkalade itici ve damgalayıcı bir tabiri layık gören bu yazara denecek tek şey, herhalde Allah layığını versin olabilir.
***
Gelelim Araştırma yayınlandıktan sonra gümbürtünün koptuğu konuya: Alevi Çalıştayları'nın düzenleyicisi olan Dr. Necdet Şubaşı'nın sorumluluğunda yapılan bir çalışmada, mezhep hanesinde Alevi seçeneğinin olmamasında bir tuhaflık olduğunu düşünmeyen var mı?
Bu sorunun cevabını, çok ilginçtir, görünürde Araştırma'yı yerin dibine batırır yazılar yazan bir köşe yazarından alıyoruz. Meğer orijinal ankette Alevilik seçeneği de varmış, ancak saha da yapılan ön çalışmalar sırasında bu soru TBMM gündemine taşınınca çıkartılmış. Böyledir bizde siyaset! Sorarsın, fişliyorlar diye eleştiriler, hatta hakaretler ayyuka çıkar, sormazsın, bu defa da yok saydılar diye kıyameti kopartırlar.
***
Din ve dindarlık konusunda araştırma yapmak çok zor bir iş, kanaatimce zor başarılmış. Kutlanmalı, ama eleştiriden de geri durmamak gerek, çünkü eleştiri olmazsa gelişme de olmaz. Benim 1. eleştirim soru bolluğuna ve ölçeklerin karmaşıklığına. 2. eleştirim ise denek sayısının çokluğuna. Böyle bir araştırma için 21 632 kişiyle görüşmek gerekli miydi? Daha küçük bir örneklem üzerinde bu araştırma yapılsaydı hem 550 bin TL gibi büyük bir bütçe gerekmezdi hem de daha az zaman, daha az emekle daha az sayıda kişiyi tedirgin ederek aynı sonuçlara ulaşılmış olurdu.
Araştırma'ya yöneltilen tutarsız eleştiriler de yok değil. Örneğin "Devletin yurttaşının dini yaşantısını merak ediyor olması, onun yaşantısına ve inançlarına müdahale edebileceği anlamına gelmektedir" eleştirisini nereye koyarsınız siz? Hem, din alanı dahil, her alanda hizmet bekleyeceksin devletten hem de vatandaşını tanıma diyeceksin. Tutarsızlık değil de nedir bu?
Aslında bu tür eleştirilerin altında "Din, kişinin kendi içinde yaşattığı, vicdani bir ilişkidir" hükmü yatar. Hükmün yanlışlığını anlamak için, bırakın bu tür cümlelerin kurulduğu ortamlara ya da insanlara aktarıldığı mecralara göz atmayı, cümlenin kendisine bakmak ve Ey insan! Madem din içte yaşanacak bir şeydir, ne diye dinle ilgili düşüncelerini kendine saklamıyorsun da bana aktarıyorsun? diye sormak bile yeter.
***
Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)