Özellikle akademisyenler arasında sık olduğunu sandığım bir yaklaşım var: Kendi konusu dışındaki işlere duyarsızlık. Diyelim ki sayın hoca ilk çağ felsefecisidir, varsa yoksa Eflatun'dur, Aristo'dur. Kimyacıdır anyonlarla katyonların tepkimeleri dışında onu ilgilendiren bir şey yoktur. Kardiyologdur, kalbin hastalıkları dışındaki hâllerinden bihaberdir. 

***

Hocalara haksızlık etmeyelim, başka meslek gruplarından da bu emsal binlerce örnek verebilirim. Hocalarımızı merkeze yerleştirmem onların bir bilim dalının öncüsü ve öğreticisi olmaları dışında aydın olarak hayatın bütünüyle ilgilenmek durumunda olmalardır.

“Bu mümkün müdür?” diye sorarsanız, cevabım “istisnai olsa da, evet” olacaktır. İnsanların hayatlarını kolaylaştıran buluşlar yapanlar, toplumlara yeni bakış açıları sunarak onlara hayatı yaşanabilir kılan bu istisnai insanlardır. 

Kuşkusuz her maden altın değildir. Madenlerin değeri nasıl derece derece ise aydınların kapasiteleri de öyledir. İtiraf edeyim, benim şahsi kapasitem yanımda yöremde olup bitenden daha ötesine gidemiyor. Dünyanın büyük siyasi olayları, ülkemizde olup bitenlerin arka planı gibi konular beni aşıyor.

Kendi kapımın önünü temiz tutabilirsem ya da tutulmasına vesile olabilirsem, ne mutlu bana.

***  

Trafik sorunu son zamanlarda giderek daha fazla yer almaya başladı yerel basınımızda.

Böyle durumlarda klasik yaklaşımı biliyorum. Konuyla ilişkili herkes kendi kendine öncelikle şu soruyu sorar: “Hedef tahtasında ben mi varım?” Kısa bir zihinsel faaliyetten sonra kendisinin hedefte olmadığı kararına varır. Bu kadar çok yönlü bir konuda hedefin kendisi olma ihtimali zayıftır. O halde hedef tahtasında kim var diye düşünülür. Bazıları hemen yakındaki bir bürokratı, diğerleri yerel bir siyasetçiyi gözlerine kestirirler. Bir kısmı ise işi daha büyük boyutlu ele alıp hükümete ya da rejime kurulan bir kumpasla karşı karşıya olup olmadığımızı bile düşünürler.

Hemen kişileri ele almaya başlayan bu yaklaşım bırakın sorunu çözmeyi, sorunun uzağından bile geçemez, sorunu önce örtmeye, sonra da unutturup sanki yokmuş gibi algılatmaya çalışır.

Deve kuşu gibi başını toprağa gömmekle sorunlar çözülseydi tabii ki bu yaklaşıma bir diyeceğimiz olmazdı.

“Küçük kafalar insanları, orta kafalar olayları, büyük kafalar fikirleri konuşur” diyen ünlü söz doğrultusunda düşünürsek en azından olayları gündeme getirmeliyiz. Tabii ki fikirler gündeme gelse aliyyül ala. Ama trafik konusunda fikir beyan etmek kolay iş mi?

Trafiğin arkasındaki fikri, ideolojiyi görmeden trafik sorununa çözüm bulmak ne mümkün?

***

Yazının başında arz etmiştim, kapasitem sınırlı. Sadece somut birkaç noktaya değinip geçeceğim.

İki katlı konutların bulunduğu bir sokağa, o sokağı genişletmeden altı katlı binalar yaparsanız trafik sorunu ile karşılaşacağınızı bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Konya'da bu emsal yapılaşmanın her geçen gün arttığı açık.

Konya'da neredeyse bütün binaların altı iş yeri. Hem de dört cephe olarak. Arka bahçe diye bir kavram yok. İş yerlerinin bir hiyerarşisi yok. Daracık bir sokağa düğün salonu açabiliyorsunuz.

Birkaç gün önce Kadınhanı istikametinden Konya'ya girdim. Mecburen Beyşehir yolunda ilerledim. Meram'a gitmek için alternatif bir yol yok. Kamyonlarla, TIR'larla aynı yolu paylaşmak zorundasınız. Bir çevre yolu planı olduğunu duyarım. Nereden geçer, ne zaman açılır gibi bilgilere ulaşmak herhalde bir memurun dizinin dibine oturup ricacı olmadıktan sonra mümkün değil. 

***

Biliyorum herkesin yeterince aklı var. Kimse nasihate muhtaç değil. İnternetten herkes istediği bilgiye ulaşabiliyor. Artık yabancı dili de sadece akademisyenler bilmiyor. Bu nedenle sözlerimi Montaigne'den ödünç aldığım iki cümleyle bağlamak istiyorum: “Bütün söylediklerim karşılıklı bir sohbettir ve hiçbiri nasihat niteliğinde değildir. Bu kadar serbest konuşabiliyorsam, başkalarını kendime inandırmak zorunda olmadığım içindir.”

***

Bu dünya yapıp ettiklerimizin yankılanıp bize döneceği bir dağdır. (Mevlana)