Önceki gün yaşanan ve gün boyu süren elektrik kesintisi olayını çok farklı boyutlarıyla irdelemek, nedenini ve sonuçlarını araştırmak, ortaya koyduğu zararları belirlemek ve bir rapor halinde bunu sunmak gerekiyor.

Bununla da kalmayıp, elektrik kesintisi ile Türkiye'nin bir günde neler kaybettiğine de bir göz atmak icap ediyor...

Dahası, olağanüstü bir durum yaşadığımızda nasıl biçare duruma düştüğümüzü görmek gerekiyor.

Öyle tahmin ediyorum ki kaybımız çok büyük boyutlarda olacaktır. Bu konuya ilişkin çok farklı komplo teorileri üretilse de ben Konya açısından olumlu olduğuna inandığım birkaç noktaya temas etmek istiyorum.

Konya, özellikle günün belirli saatlerinde trafiğin içinden çıkılmaz bir hal aldığı, İstanbul trafiği havasının yaşandığı, Ankara kasvetinin hissedildiği bir şehir haline dönüştü. Her ne kadar müdahil olunsa ve bu sorunların çözümü için çaba sarf edilse de bir türlü mesafe kat edilemiyor.

Hatta uğraştıkça daha geriye gidiyoruz desek yanlış söylemiş olmayız. Yine bu noktada çırpındıkça battığımızı söylesek ağır bir eleştiri yapmış olmayız.

İşte Konya...

İnanmayan trafiğe çıksın da olayın vahametini kendi gözleriyle görsün.

Şehir kendi kendini yönetebilecekken, biz şehre hükmetmeye, şehri yönetmeye ve yönlendirmeye çalışıyoruz. Şehir de bize direniyor. 'Sen yönlendirme beni, doğal halime bırak ben kendi kendimi yöneteyim' diyor.

İşte, şehirle şehri yönetenler arasındaki bu çatışmanın sonucunda sorunlar oluşuyor. Sonra bu sorunlara da müdahil olunmak isteniyor. Sorunlar yumağı büyüyüp gidiyor. Gün geçtikçe de sorunlar daha büyük ve içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Size çok bariz ve basit bir örnek vermek isterim.

2 gün önce yaşanan elektrik kesintisi olayı nedeniyle trafikte uzun bir süre sinyalizasyon sistemleri çalışmadı. Sinyalizasyon çalışmayınca doğal olarak trafik ekiplerinin belirli noktalarda trafiği yönetip yönlendirmesi gerekiyordu.

Bakıldı ki, trafikte hiçbir problem yaşanmıyor, trafik kendi haline bırakıldı.

Elektrikle çalışan tramvaylar haricinde toplu ulaşımda bir sorun veya bir aksaklık yaşanmazken, trafik şaşılır derecede rahat bir şekilde işledi.

Kalıtımsal olaraksorunların yaşandığı belli başlı bölgeler haricinde trafik o kadar rahattı ki, trafiğe çıkanlar da bu durum karşısında hayretlerini gizleyemedi.

Dahası, dikkat oranımız da arttığı için kaza yapma riskimiz daha da azaldı. Sinyalizasyon çalışmayınca kavşakların kesişim noktalarından daha dikkatli geçildi.

Hoşgörü ve saygıkendisini daha çok hissettirdi. 'Geçiş üstünlüğü benim, ben geçerim' mantığı yerini 'önden buyur' mantığı aldı. Sensin-benim tartışmaları yaşanmadı.

Yani sinyalizasyon cihazları çalışmadığı için çok sayıda kaza beklenirken, beklentilerin tam tersine günlük sorunların da üstesinden kendiliğinden geliniverdi.

Ta ki, akşam saatlerinde elektrikler gelip, sinyalizasyon cihazları çalışıncaya kadar...

Elektrik kesintisinin olumlu gördüğüm veya ders almamız gerektiğini düşündüğüm bir farklı boyutu da şu ki, teknolojinin esiri haline gelmişiz.

Kullandığımız bilgisayarlar, akıllı olduğuna inandığımız telefonlar, bizi her anlamda ve her alanda yönlendiren teknolojik ürünler aslında bir hiçmiş. Onların yokluğunda çok da bir şey kaybetmiyormuşuz.

Teknolojiyi kullanmayalım anlamında söylemiyorum bunları. Elbette ki teknoloji hayatımızın her alanında olmalı. Ama belli bir yere kadar. Haddini ve sınırını aşmamalı...

Dün bunu da gördük. O kadar bağımlısı olmuşuz ki teknolojinin, 'hadi şarjım biterse ben ne yaparım' kaygısı taşıyabilecek kadar hayatımızın merkezine teknolojik ürünleri koymuşuz.

Akıllı teknoloji sayesinde kendi aklımızı kullanmayı bir kenara bırakmışız.

İnsanoğlunun ürettiği teknoloji, insanoğluna hükmeder duruma gelmiş.

Teknolojiye hapsolmuşuz...

Mesnevi'den:

“İmana mensup akıl, adil bir bekçiye benzer. Gönül şehrinin koruyucusudur, hakimidir.”