Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerindeki nimetleri her an devam edip gitmektedir. İnsanoğlu yaşadığı sürece, ikram ve ihsanlar devam ettiği müddetçe, şükür ve ibadetler de devam eder. Şükür; Allah-u Teâlâ’nın kendisine lütfettiği nimetlerin hepsini, yaratılış maksadına uygun olarak kullanıp sarfetmek mânâsınadır. Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde: “Bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (Bakara: 152) “Şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım.” buyuruyor. (İbrahim: 7) Musa Aleyhisselâm “Yâ Rabb’i! İnsanı kudret elinle yarattın, sayısız nimetler verdin. O bunun şükrünü nasıl ödeyebilir?” diye sorduğu zaman Allah-u Teâlâ “Bütün bunların benden olduğunu bilirse şükretmiş olur.” buyurdu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:

“Cenâb-ı Hakk’ın nimet ve ihsanını dile getirmek şükürdür.” (Münavi)

İnsan gerek aldığı nefeste, yediği nimetlerde, gerek mülkünde gezerken, O’nun ihsan ve ikramını görürken; “Ey sahibim! Beni yoktan var ettin, nimetlerin içinde beni gark ettin. Allah’ım bana bunun şükrünü de ihsan et.” diye niyaz etmeli ve her nefeste, “Bana nefes aldırıyorsun, o nefesle bana hayat veriyorsun, sana şükürler olsun.” demelidir. Allah’ım gerçekten sana şükretmek için gücümüz yetmez. Allah’ım bize lütfundan öyle bir güç ver ki; senin lütfedeceğin güçle sana şükredelim. Ve her şeyin senden olduğunu bilerek sana şükredelim. Şükrümüzü artırırsak, nimetini artırır. Nefsimize bağlarsak kesiverir. Dolu olan bir mide ile şükür edemezsin, onun şükrü iki dudak arasındadır. Bir insan çok az yiyecek, gerekirse tek çeşit yiyecek ki onun tadını bilebilsin ki O’na şükür edebilsin, bu hâli şükürdür. O, birçok nimetleri ihsan etmiş, sen onların içinden bir tanesini alacaksın, yiyeceksin, onun değerini bileceksin; lezzetini, kokusunu, kıymetini takdir edecek; “Sen ne güzel yaratıcısın Allah’ım! Sana sonsuz şükürler olsun!” diyeceksin. Burada tefekkür var, tefekkürün içinde şükür var. Ötekisinde mideye şükür var. Verdiğine şükür ediyor, halbuki tefekkür çoktan kalktı.

Şükür ne demektir?

Bütün her şeyin O’ndan olduğunu bilmektir. İbadetin özü şükürdür. Namaz kılıyorsan ona şükredeceksin. Zekât veriyorsan ona şükredeceksin. Hayır yapacaksan ona şükredeceksin. Yaptığının şükrünü yaparsan vermiş olursun. Bana ibadet ettiriyor, huzuruna kabul buyuruyor, nasıl şükür lâzım, nasıl şükür lâzım. Yaptırana, yaptırdığı için şükür etmek. Şükreden bir kalp, zikreden bir lisan, fikreden bir dimağ. Hazret-i Allah’tan bunu isteyin. Şükrünü çalışma ile artıracak. Çalışma ile artırırsa, çalıştıkça şükrünü artırmış olur. Bu ihlâslı çalışma ve ubudiyet arzusu gönülde olacak. Çünkü Cenâb-ı Hakk kişinin öz niyetine bakıyor. Hizmetçi olduğuna şükretmezse zaten hizmetçiliğe almazlar. Bu yüzden insan, ömrü boyunca Allah yolunda başını secdeden kaldırmasa, hatta ibadet ve şükür maksadıyla başını secdeye koysa ve istiğfarla şükretse gene de O’na şükür ve istiğfar etmiş olmaz. O’nun sonsuz ihsanına karşı bir mahlûk ne yapabilir. Onun için çok çalışmalıyız. Allah’ım! Ganî olduğunu biliyorum. Bildiğim için senden istiyorum. Fakir olduğum için de sana sığınıyorum. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Kulun kendisi de, malı da Allah’a aittir.” buyurdu. Kendisinin hiçbir şeyi yok ki varlığını iddia etsin. Onun için her şeyin en güzel numunesi Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Fakirliğimle övünürüm.” buyurdu. (K. Hafâ) Fakirlik başkadır, fakirlikle övünmek başkadır. Fakirlikle övünmek fenâ ile övünmektir. Fâni oldu, O kaldı.

Yani ruhum O’nun, bedenim O’nun, malım O’nun, her şey O’nun. Benim hiçbir şeyim yoktur. Fakirim ve fakirliğimle de iftihar ederim. İslâm budur. İslâm’ın özü budur. Mahviyetin özü budur. Bu en büyük zirve. Bundan daha büyük zirve yok.

Sen çıkıyorsun aradan, kalıyor Yaradan... Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime’sinde:

“Allah size zâhir ve bâtın her türlü nimetlerini bol bol vermiştir.” buyuruyor. (Lokman: 20) Vallâhi vücudum yetmiyor da gözlerim şükrediyor. O’nun nimetlerini, ihsanını, ikramını gördükçe vücudum yetmiyor şükre; gözlerim şükrediyor. Secdeye kapansam, ömrüm boyunca O’nun ihsan ettiği şükürle O’na şükretsem, şükredemeyeceğimi çok iyi biliyorum. Acizliğimi itiraf ederim, şükür yerine gözyaşı dökerim. Bu gözyaşı acizlik gözyaşıdır. “Allah’ım! Ben sana şükretmeye aciz olduğum için gözlerim Zât’ına şükrediyor.” derim. Mahlûk olduğum için Hâlik’ıma şükrüm yetmiyor. Allah’ımızın ihsanı çok büyüktür, bizim de isyanımız... Bunu çok iyi bilelim. İhsan buyurduğu nimetlere şükretmek için, emirlerine sımsıkı sarılmamızın lâzım geldiğini cidden idrâk etmemiz lâzım. Ne emrettiyse o şey güzeldir. Emrettiği şeyin üzerinde durmak, akıl yürütmek yersizdir. Bu suretle yol daha kestirmeden alınır. Tekâmül ettikçe Hakk ve hakikat daha güzel anlaşılır. Farz ibadetlerin yanında hiç şüphesiz ki nafile ibadetler de, insana büyük ölçüde yok verir. Amma ihlâslı ve itimatlı olacak. Boşlukta kalıyoruz, yahut o an için nefsimize uyuyoruz ve küçük sandığımız birçok hatalara düşüyoruz. O küçük hatalar büyüyerek bize pahalıya mâloluyor. Zamanı gelince öğreniyoruz, fakat iş işten geçiyor. Cenâb-ı Hakk kulunu seviyorsa, bu cezayı dünyada verir. Bu bakımdan illâ Hakk’a sığınalım. “Allah’ım! Nefsime fırsat verme, beni bana bırakma!” diye çok niyaz etmemiz lâzım. O zaman Allah’ımız bizi muhafaza eder, dalâlete düşürmez. Yeter ki O’na sığınalım.