SU SUSUZ ÇİÇEKLERE NELER SÖYLER
Habeşli Bilal, zâlim ve kâfir bir efendinin kölesiydi. Bilal, Allah'ın birliğine inandığı ve Hazret-i Muhammed'i sevdiği için, zâlim efendisi çıplak bedenini diken dalıyla dövüyordu. O dövdükçe Bilal Allah bir deyip canını dikenlere fedâ ediyordu. Efendisi:
-Niçin Allah'ı anıyor Muhammed'i seviyorsun? Sen ne kötü kölesin. Atalarımızın dinini inkâr ediyorsun, diyordu. Bilal Allah bir dedikçe kızgın güneş altında kendisine zulüm artıyordu.
Derken Ebubekir Sıddık oradan geçti. Onun Allah bir, (Ahad) demesini duydu. Gönlü parçalandı, gözleri dolarak inci inci yaşlar döküldü. Onun Allah bir sözünde bir yakınlık, yakıcılık duydu.
Sonra Bilal'i tenhada görüp öğüt verdi:
-Allah gizli açık her şeyi bilir. İnancını kâfirlerden gizle, dedi. Bilal, Allah'tan tövbe ile Ebubekir'in nasihatini kabul etti.
Ertesi gün Hazret-i Ebubekir erkenden işine giderken Bilâl'in yine Allah bir diye diye dayak sesini duydu. Gönlü alev alev yandı. Sonra tekrar öğüt verdi. Bilal tövbe ile kabul etti. Ama aşk gelince tövbesini bozdu. Nihayet sabırla imanını açığa vurdu, canını da tenini de belaya attı.
-Ey Allah'ın sevgilisi, Muhammed Mustafa! Canım da tenim de damarlarımda senin aşkınla dolu. Bana ebedî hayatı kazandıran şeyden nasıl vazgeçerim?
Âşıklar kuvvetli bir selin önüne düşmüş, onun takdirine razı olmuşlardır.
Arktaki suyu görmüyorsan gel de değirmen taşının dönüşünü gör. .
Hilâl, Bilale dost oldu. Diken yarası ona gül ve gülistan kesildi. Bedeni kâfirin dikeniyle zahmette, gönlü Allah aşkıyla ferahlıktaydı. Hazret-i Ebubekir Bilal'in sözlerini duyunca öğüt vermeği bıraktı. Allah Resulü'nün yanına gidip Allah bir diyen Bilal'in vefalı halini anlattı:
-El Allah'ın Resulü, Bilal senin aşkına düşmüş, sevgi tuzağına tutulmuş. O eşsiz mücevher pisliğe gömülmüş. Yusuf'un güzellikten başka ne suçu var? Bilal'in elbisesini soyup çıplak vücudunu diken dallarıyla dövüyorlar. Bedeninden ırmak ırmak kan fışkırırken o Allah! diyor. İmanını gizle, sırrını melûn kâfirlerden sakla diye öğütler verdim. Fakat o âşık kıyamete ulaşmış.
Gerçek aşk Allah aşkıdır. Mecazi aşkın güzelliği sahtedir; görünüşü nur fakat içi dumandır. Ay ışığı aya döndü mü duvardaki aksi gider o duvar kapkara kalır.
Allah Resulü, bu vakayı duyunca hoşça ferahlıkla neşelendi. Bunun üzerine Ebubekir'in konuşma arzusu artıp hadiseyi anlattı. Allah Resulü:
-Peki, şimdi çaresi ne? Deyince Ebubekir Sıddık:
-Ben ona müşteriyim, dedi. Efendisi ne isterse, zarara ziyana bakmadan verip satın alacağım. Çünkü o dünyada Allah'ın esiri olmuş. Hak düşmanlarının hışmına uğramış, dedi.
Hazret-i Peygamber:
-Ey devlet ve saadet arayan, bu konuda ben de sana ortağım. Vekilim ol, yarı parasını ben vereyim müşteri olarak onu satın al, buyurdu. Ebubekir:
-Baş üstüne, deyip derhal o insafsız kâfirin evine gitti. Yolda giderken kendi kendine
Çocuğun elinden inciyi almak kolaydır. Yol şaşırtan şeytan da dünya malı karşılığında bu ahmak çocukların aklını ve imanını satın alır. Bir leşi o derece süsleyip püsler, karşılığında aşağılık adamları yolup, nice gül bahçesi parası alır.
Ebubekir Sıddık o eşek huyluların yanına gitti. Kapısının tokmağını vurdu. Kapı açılınca zâlimin evine adeta kendinden geçmiş bir halde girdi. Bilal'e yapılan zulüm gözlerinin önünden gitmiyordu. Bu ruhla ağzından bir hayli acı söz çıktı:
-Ey insafsız, bu Allah dostu masumu nasıl dövüyorsun? Bir şeye zerre kadar inancın ve vicdanın varsa bir insana zulmetmeğe gönlün nasıl razı oluyor?
Hazret-i Ebubekir, Fırat gibi coştu, inanılmaz sözlerle adamı iyice hırpaladı. Vicdansız kâfir:
-Ey iyilik ve cömertlik sahibi! Eğer Bilal'e acıyorsan, için yanıyorsa parasını ver kölelikten satın al. Parasız müşkül hallolmaz, dedi. Hazret-i Ebubekir:
-Benim de teni beyaz gönlü kara, güzel fakat inançsız bir kölem var. Onu verip karşılığında bedeni kara gönlü nurlu köleni alayım, dedi. Sonra kölesini getirtti. Ölçüsü maddi olanların hayran kalacakları kadar güzeldi. Zâlim kâfir köleyi görünce hayran oldu. Taş kalbi yumuşadı. Şekle tapanların hali böyledir, bir güzel karşısında taş gibi kalbleri mum gibi erir. Fakat o inatla: Üste para vermelisin, dedi. Ebubekir, kâfirin hırs ve gönlünün istediği kadar parayı verip Bilal'i satın aldı.
Alış veriş bitince taş yürekli kâfir Ebubekir'i aldattığını düşünerek alaylı bir kahkaha attı. Ebubekir Sıddık:
-Bu kahkaha niye? Dedi. Adam cevap yerine kahkahasını artırdı:
-Bu kara köleyi almak için bu derece sevdalanmasaydın, ben de ısrar etmezdim onu verdiğin paranın onda biriyle alabilirdin. Bence o yarım akçe bile etmez. Deyince Hazret-i Ebubekir:
-Ey ahmak adam, sen çocuk gibi bir cevize bir inci verdin. Bence o iki cihana değer. Ben cana, sen renge bakıyorsun. Eğer satışta biraz daha aksilik etseydin bütün malımı, mülkümü verirdim. Daha fazla üstüne düşseydin eş-dost tanıdıktan etek dolusu altın borç alarak onu da verirdim. Bedava bulduğun için ucuz verdin. Hokkayı açıp içindeki inciyi görmedin. Şans sana köle elbiseli gelmişti, gözün maddeden başka bir şey göremedi. İçi ateş ve duman dolu, dışı pahalı mermer ve nakışlarla süslü kâfir mezarı gibi. Dışardan görkemli ve güzel görünen aslında harcı mazlumların kan ve günahlarıyla karılmış zâlimlerin malları gibi. Önü parlak, sonu rezillik olan hileli ve yalan vâde (söz) gibi.
Ebubekir, sıkıntı ve eziyet dişlileri arasında hilal gibi incelmiş Bilal'in elinden sevgi ile tuttu. Yeni dostla yola düşüp tatlı dilli birine doğru yürümeğe başladılar.
Bilal, çok zayıf ve hasta bir haldeydi. İki cihan güneşi Peygamberimizin yüzünü görünce sırt üstü düşüp bayıldı. Uzun süre kendinden geçmiş vaziyette baygın yattı. Kendine gelince sevinç gözyaşlarına boğuldu. Peygamberimiz onu kucakladı. Neler bağışladı, ne iyiliklerde bulundu kim bilir? Sanki iflastaki biri define bulmuş, karada çırpınan balık denize kavuşmuş, çölde kaybolan kervan yolunu bulmuştu. O anda Peygamberin söylediği sözler geceye söylense etkisiyle gündüz olurdu.
Temiz, berrak su susuz çiçeklerle fidanlara neler söyler bilirsin.
Allah Resulü, Ebubekir Sıddık'a
-Ya Ebubekir, ben sana bu iyiliğe beni de ortak et demedim mi? Buyurdu. Ebubekir:
-Ey Allah'ın sevgilisi, ikimiz de senin ümmetiniz. Ben onu senin hoşnutluğun için kölelikten hürriyete kavuşturdum. Sen beni köle yap senden hiç azatlık istemem. Benim hürriyetim sana köleliktedir. Gençliğimde bir rüya görmüştüm. Güneş bana selam verip yerden göğe çıkarmıştı. Bu rüya ne olmayacak şey demiştim. Seni görünce olmayacak şeyler gerçek oldu. Ruhum yüceliklere erişti. Güzel bir Yusuf arardım, Yusuflar ülkesini gördüm. Ey Bilal, düşman baskısıyla dudağında sessiz söylediğin o sözü yüksek minarelere çık da kâfirlerin körlüğüne rağmen bağırarak söyle. O inkarcının yüzüne: Bak ne hoş, ne taze, ne güzel kokuyor, diye okşarcasına reyhan vursalar o körlüğünden Bu eziyet de nedir? Diye söylenir.
Ey kötü huylu adam, bu saçma fikirlerle delilik kafandan çıkıncaya kadar kafana vurup duracağız.. Peygamberler, insanlar gerçeği görsün diye önlerinde din mumunu yaktı. Fakat şeytan, yoldan çıkaran bir hileyle peygamberleri onlara sevdirmedi. Eşeğe göre katır boncuğu ile inci birdir. Hiç eşeklerde küpeye rastladın mı? Eşeğin aklı da kulağı da yeşilliktedir. Kur'an'daki İnsanı en güzel şekilde yarattık anlamındaki âyeti hatırla.
En değerli inci candır.
(Yaşar Çalışkan, Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)