ŞERH-İ MESNEVİ ÇAĞLAYANINDAN İBRETLER  -27

KÖRÜN KUYUYA DÜŞMESİNE ŞAŞILMAZ ŞAŞILACAK ŞEY GÖRENİN DÜŞMESİDİR

 

Güzel, güneşli bir günde bir dere kenarında, sıra sıra söğütlerin altında bir fare ile vefalı bir kurbağa tanışıp dost oldular. Her sabah yerlerinden çıkıp birbirlerine hikâyeler anlatıyor, hoş sözlerle gönüllerini eğliyorlardı. Biri konuşurken diğeri anlayışla dinliyordu. Sırlarını açıp “Topluluk rahmettir” hadisini açıklıyor, ayrılığın azap olduğu görüşünde birleşiyorlardı. O sinsi ve kötü fare kurbağaya dost olmanın neş'esiyle beş yıllık hatıralarını dile getiriyordu.

 

Sözün coşması ve birbirine ulanıp gitmesi dostluk belirtisidir. Söyleyecek söz bulamamak kalbî yakınlıktan uzak olmanın işaretidir.

Gönül, güzeli görünce yüzü nasıl olur da ekşir? Bülbül gülü görür de susar mı?

Dostun gelişi sanki yola kılavuzluktur.Allah Resulü bundan dolayı “Sahabem yıldızlara benzer” buyurdu. Yıldız, denizde, çölde ve dağda her yerde kılavuzdur; yol gösterir. Yıldızdan gözünü ayırma. Göz sürçen dilden şüphesiz daha iyidir.

Hazret-i Nuh Peygamber tam dokuz yüz yıl Hakk'ı,  doğruları anlattı. Her gün yeni bir öğüt verdi. Ne kitap ne belge okumuştu ama cevher kaynağı dudakları kalblere mücevher saçıyordu. Âd kavmini kırıp yok eden azap yeli kasırga, Süleyman Peygambere hamallık yapıp sırtında taşıdı.

Sözü uzatmayalım. Fare bir gün kurbağaya:

-Ey akıl kandili, dedi. Zaman gelip sana bir sır açmak istiyorum. Sen suyun dibinde oluyorsun. Kıyıda hoplayıp zıplıyorum, suyun içinden feryâdımı duymuyorsun.

İnsanları kötülüklerden alıkoyan namaz beş vakit olarak farz kılındı. Ama âşıklar daima namazdadır. Baştaki sevda sarhoşluğu ne beş, ne beş yüz vakitle geçer. Âşıka bir anlık ayrılık bir yıl gibi gelir. Aşk susuzdur, susuzu arar. Gündüz geceye, gece gündüze âşık birbirinin peşindedir. Sevgilinin gönlüne göre herkes âşıktır. Ferhat'ın gönlünde şirin vardır.

Aradan zaman geçti Fare, kurbağaya yine:

-Ey sevgili dost seni görmeden edemiyorum. Seni görmeyince işlerim rast gitmiyor. Sen benim gündüz ışığım, gece neş'e ve uykumsun. Günde bir yol görüşme susuzluğumu gidermiyor.

Herkese lütfediyorsun, lütfun için sebebe gerek yok.

Güneş pisliğe de vurur, bu onun nuruna kusur getirmez.O pislik kurur odun (gibi tezek) olur. Ocağa girince ısı, ışık kaynağı olur, hamamın suyunu kaynatır, duvarını aydınlatır. Kendi pisken güneşin efsunuyla temizliğe sebep olur. Güneş yeryüzünü ısıtır, pislikleri kurutup toz halinde yok eder, ot ve çiçekler bitmesine sebep olur. İşte Cenab-ı Hak da kötülükleri böyle iyiliğe çevirir. Güneş pisliğe bunu yaparsa laleye, güle ve nergise neler yapmaz? Ne iyiliklerde bulunur, bu dile kelimelere sığmaz. Ey endamıyla servilerin bile kıskandığı güzel, ben ölürsem, senin iyi yaratılışın ardımdan sana gözyaşı döktürür, ağlarsın. Mezarımın başına oturur gözünden inciler dökersin. Ne olur o merhamet ve iyiliklerin bir kısmını şimdi yap.

Fare gönüllere hitap eden bu anlamlı sözlerle kurbağanın kalbini biraz yumuşattıktan sonra:

-Gerçi ben toprak, sen su hayvanlarındansın. Fakat gönlüm bu kadar ayrılığa razı değil. Öyle bir iyilik ve lütufta bulun ki arada bir huzuruna gelebileyim. Irmak kıyısında candan gönülden sesleniyorum, merhamet edip cevap vermiyorsun. Benim suya dalmama imkan yok. Ya bir elçi, ya da çare bulup sesimi sana ulaştırayım.

İki dost düşünüp taşınıp uzun bir ip bulmağa karar verdiler. Farenin ifadesiyle:

-Uzun bir ip buluruz. İpin bir ucunu benim öbür ucunu senin ayağına düğümleriz. İkimiz birbirimize ulanıp bağlanmış oluruz. Gerektiğinde ipi çeker, haberleşiriz.

Farenin açıklaması kurbağanın gönlüne biraz acı ve dokunaklı geldi. Bu galiba beni bağlıyor diye düşündü.

Farenin çekişi olmasa kurbağa suda rahatça yaşardı.

İyi bir insanın gönlüne doğan kötü düşünce boşuna değildir. Bunun aslı çıkacaktır. Bu anlayış o insanın kalbine Hakk'ın bir lütfudur.

Güzel huylu Yakup Peygamber, kardeşleri, Yusuf için kendisinden izin isteyip kırlara gezmeğe götürmek istedikleri zaman bir şeyler sezmişti. Hepsi:

-Baba, Yusuf'a bir zarar gelir diye düşünme, müsaade et. Niçin bize güvenmiyor, Yusuf'u bizimle gezmeğe eğlenmeğe göndermiyorsun. Çimenler, çiçekler arasında gezip tozalım, dediler. Hazret-i Yakup:

-Onu yanımdan alıp götürmeniz kalbime burkuntu, gönlüme sıkıntı veriyor. Gönlüm asla yalan söylemez. Çünkü o Hakk'ın nuruyla aydınlamıştır, dedi.

Yakup Peygamberin kalbinin burkulması doğacak bir kötülüğün açık işaretiydi. Ama Allah'ın kaza ve kaderinden kaçmak imkânsızdı. Kaza ve kader ağını örer. Yakup gönlüne doğan nişanelere rağmen Yusuf'u gönderdi.

Körün kuyuya düşmesine şaşılmaz, asıl şaşılacak şey görenin düşmesidir.

Birisi kaderi yüzünden alt olursa yenilmiş sayılmaz. Hakk'ın kazasına uğramıştır. Bir bela onu yüzlerce beladan kurtarır. Düşüş yükselişlerle sonuçlanır.

Dünya çölünden her akşam ve sabah kervanlar geliyor. Biz geldik, nöbet bizde, siz gidin diyerek yerlerimizi alıyor. Oğul akıl gözünü açınca baba göç yükünü bağlıyor. O âlemden buraya, buradan oraya gidiyorlar. Oturduğumuz, durduğumuz halde gidiyoruz.

İyilik gördün mü şükret, iyilikte bulun. Kötülük gördün mü sadaka ver. Allah'a sığın. Oradan sap.

Fare, öğüt dinleyip ders alarak olgunluk ve doğru yola ulaşan kurbağa ile buluşmak istedikçe sevgi ipimi çekerdi. Sebep ve vasıta ipine güvenirdi. Derken bir alakarga havadan süzülüp indi fareyi yakaladığı gibi havalandı. İple kendine bağlı olan kurbağa da dereden suyun içinden çıkıp onunla beraber havalandı. Fareyi karganın gagasında kurbağayı da ipe bağlı havada gören halk:

-Hele bakın, karga suda yaşayan kurbağayı nasıl avlamış götürüyor? Diyerek elleriyle gösteriyor. Karga suya nasıl girdi? Kurbağa kargaya nasıl avlanır? Diye hayret ediyordu.

Kurbağanın, suda yaşamayan aşağılık bir kara hayvanına dost olduğu için layığı budur.

Büyükler: Sizinle oturup kalkacak iyi bir dost arayın, diyorlar. Yazıklar olsun kendi cinsinden olmayan dostluğa.

Akıl nefisten şikâyetçi. Nefis güzel bir yüzdeki çirkin buruna benzer.

Beden buğday tanesine, can karıncaya benzer; Karınca o buğday tanesini taşır durur. Can bedeni karınca gibi yeyip bitirip kendinde yok edene kadar.

Kara bir karınca, kara kilimin üstünde taneyi sürükleyip götürürken karınca görülmez, tanenin gidişi görülür. Akıl da: Gözünü aç, tane bir götüreni olmadan gider mi? Der. Akıl, kendine buyruk olan göze ne mutlu. O her şeyi ve işin sonunu görür. Çirkinle güzeli akılla seç, şu kara bu ak diyen gözle değil. Göz çöplükte biten yeşilliğe de kapılır; akıl onu bizim ölçümüze vur der. Kuşa yalnız yemi (isteği) gösteren göz beladır; tuzağı gören akıl onu belalardan kurtarır.(Mesnevi,c.6.,s.215-235)

 

(Yaşar Çalışkan,  Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)