ŞERH-İ MESNEVİ ÇAĞLAYANINDAN İBRETLER   -24-

ALLAH DİKENDEN GÜL BİTİRİR

 

Çaresizlik ve yoksulluğun belini büktüğü kimi kimsesi olmayan çilekeş bir fakir vardı. Hiç bir şeyi olmayan fukaralık zehriyle kıvranan bu zavallı namaz ve duâlarında:

“Ey kurdu kuşu koruyup rızıklandıran, kimsesizler kimsesi yüce Rabb'im, beni yaratan sensin. İyiliklerin ne sayılır ne anlatılabilir. Derdimi anlatmaktan âcizim. Bana da çalışmadan rızık ver, bir lütuf kapısı aç diye yıllarca yalvarıp yakardı. Zaman oldu duâlarının kabul edilmeyişine bakıp kötü zanlara düştü. “Duâlarım niçin kabul olmuyor?”  şeklinde Hakk'a siteme varan serzenişte bulundu. Sonra Allah'ın sonsuz iyilik ve yüceliği gönlüne doğup duâlarının gerçekleşeceğine inanıyordu.

Kıyamet günü bütün mektuplar açılır, iyi kötü ortaya saçılır, elbiselerin astarı yüz olur, herkesin içi dışına döner.

İnananların kıblesi; Kâbe, midesine kul olanların; sofradır.

Özümüz ve huyumuz nasılsa Hak katında ona layıksız Biri ekmeğe âşıktır, biri eşsiz sevgiliye.

O yoksul ve zavallı adam fakirlik derdiyle bir deri bir kemik kaldı, güçten kuvvetten kesildi. Bir gece rüyasında gizli bir ses (hatiften) ona:

-Ey yorgun ve bitkin adam! Kâğıtçı komşunun sattığı kâğıtlar arasında kül rengi bir kağıt var. Onu bul ve derdine derman olan reçeteyi oradan gizlice oku. Bunu tek başına yap ama duyulup dillere düşerse de korkma o defineden senden başkasına arpa kadarı bile kısmet değil, dedi. Onu bulman gecikirse Kur'an'daki “Allah'tan ümit kesmeyin” âyetini tekrarla.

Rüyasındaki müjdeci, elini yoksulun göğsüne koyduktan sonra:

-Haydi, davran, biraz zahmet çek, diye ekledi.

Zavallı adam kendine gelince adeta sevincinden uçuyordu. Hakk'ın sesini duymuşçasına dünyalara sığmıyordu. İlk fırsatta kâğıtçı dükkânına gitti. Gizlilikler âleminden kendine tarif edilen kâğıt için kâğıtlara el attı. Tarif edilen kâğıt gözüne ilişti. Söylenenler aynen üzerinde yazılıydı. Kâğıdı tomar edip koltuğuna kıstırdıktan sonra:

-Ustam bana müsaade, size hayırlı pazarlar, deyip dükkândan çıktı. Tenha bir köşeye çekilip kâğıdı dikkatle tekrar tekrar okudu. Definenin yerini tarif eden bu kâğıt o kâğıtların arasına nasıl karışmıştı? Kısa bir şaşkınlıktan sonra kendi kendine: Her şeyi yaratıp planlayan yüce Allah'tır. Dağ, dere altınla dolu olsa Hakk'ın izni olmadan kimse bir arpa bile alamaz. Yüzlerce cilt kitap okusan Cenabı Hakkın yardımı olmazsa aklında zerresi kalmaz. O lütfederse tek kitap okumamış Peygamberlerini bilgiyle bezer ilahi kitaplarla ödüllendirir.

Yoksulun bulduğu kâğıtta kısaca şu yazılıydı.

Şehrin güney çıkış kapısının dışındaki kurşun kubbeli, içinde mezar bulunan türbeye var. Arkası şehre bakan türbeyi ardına al, yüzünü kıbleye dönerek yayla bir ok at. Ey müjdeli adam, okun düştüğü yeri kaz ve defineyi bul.

Adam sevinçle kuvvetli bir yay buldu. Tarif edilen yerden sert yayı iyice gererek oku boşluğa attı. Kazma kürek getirip okun düştüğü yeri kazmağa başladı. Ne kazmanın ağzında hayır kaldı, ne yorgunluktan kendinde. Ama defineden bir belirti, iz yoktu. Her gün şafakla yeniden ok atıyor, kararana kadar kazıyor fakat altının yerini bulamıyordu.

Her yeri kaza kaza köstebek yuvasına çevirirken şehirde bir dedikodudur yayıldı. İş sakız gibi ağızlara düştü. Pusuda bekleyen fırsatçılar:

-Filan adam define yeri bildiren bir kâğıt bulmuş, diye işten padişahı haberdar ettiler. Zavallı adam kendini gizlemeyip olanları padişaha anlattı ve kâğıdı huzuruna sundu:

-Sultanım, ben şu kâğıdı buldum. Çok çalışıp yoruldum. Yılan gibi kıvranıp durdum. Ne dizimde derman, ne ağzımda tat kaldı. Bu işten bana define yerine hesapsız zahmet kaldı, dedi.

Padişah adamın samimi itirafı karşısında sırtını sıvazladı. Adamlarına emr etti:

-En sert, en iyi yayı alın, adı geçen türbeye varın. Türbeyi ardınıza alıp oku atın. Defineyi tez bulup hazinemize hazine katın, dedi.

En iyi okçular ok attı, okların düştüğü yerler altı ay boyunca kazılıp araştırıldı. Zahmet, yorgunluk ve sıkıntıdan başka bir şey elde edilemedi. Definenin anka kuşu gibi ismi var cismi yoktu.

İşin uzayıp gitmesi padişahı bezdirdi. Hatta adama karşı kızdırdı. Huzuruna çağırtıp kâğıdı yüzüne fırlattı:

-Al kâğıdını, uğursuz aylak, bu iş tam senin gibi işsizlere layık, dedi. Saç üstünde ot biter mi? Bıkıp yorulmazsan git ara, bulursan helal olsun! Diye gürledi.

Akıl ümitsizlik yoluna gider mi? Akıl fayda ummadığı yöne bakar mı? Karşılık beklemeden koşup yorulma aşkta vardır.

Padişah öfkeyle define tarifli kâğıdı dertli fakire geri verince, zavallı adam yeni bir aşk ve heyecanla yeniden işine sarıldı. İnsanı dertlere uğratan aşka yâr oldu. Köpek kendi yarasını yalaya yalaya iyileştirir. Âşıktan delisi var mıdır? Hekimlik sevda derdini iyileştirecek bilgiden mahrumdur.

Zavallı yoksul adam kalbinin sesini dinleyip gönlünü kıble edinerek Yüce Allah'ın Kur'anda: “İnsan ancak çalıştığını kazanır” buyruğunca yıllarca duâ etmişti. Yaratanın cömertliğine güveni tamdı.

Dama alışan ve gelmeği öğrenen güvercini çağırma; kov, o bir yere gitmez, kanadı görünmez bağla bağlıdır.O yücelerde kanat çırpar ama yiyeceği, içeceği, konacağı yeri bilir. Tuzağının aşığıdır. Zavallı adam, ben de güvercin gibi bu damın etrafında kanat çırpıyorum dedi.

Allah goncaya dikenden varlık verir, dikenden gül bitirir.Gece karanlığından gündüzü, yoksulun elinden zenginliği gösterir.

Defne aramakla mecali kesilen, iğne ipliğe dönen yoksul Hakk'a yönelip:

-Ey sırları bilen yüce Rabb'im, bu define sevdâsına ömrümü bitirdim. Tencereden bir lokma yemedim ama ağzım yandı, elim kapkara oldu. Düğümü kim bağlamışsa en kolay o çözer. Bu sırrı da söyleyen açar. Yâ Rabbi, kapıyı sen kapadın, lutfet sen aç. Yalvarıyorum. Hüner, bilgi ve gönül nerde? Hepsi de sensin. Suya batmış gemiye döndüm. Yaratan her gece seher vaktine kadar “Rabb'iniz değil miyim?” diye soruyor, “Evet” diyoruz. Nerede “Evet Rabb'imizsin” diyen? Herkesi uyku seli alıp götürmüş.

Arkadaş, elini duâdan çekme, kabul edilmiş veya edilmemiş, bununla işin yok senin.

Zavallı yoksul duâ edip yalvarırken Hakk'ın ilhamı veya gizlilikler âleminden gönlüne bir ses geldi.

-Sana yaya bir ok koy at, denildi. En kuvvetli, en sert yayları kuvvetle çekip at denilmedi. Sert kirişini kulağına kadar iyice gerip at denilmedi. Yaya ok koy atıver, denildi. Sen hüner ve güç gösterisine kalktın. Katı yayı bırak, basit bir yaya bir ok koy, fazla ileri gitmesine uğraşma. Düştüğü yeri kaz, altınları bul, Bilmez misin? Allah insana şah damarından daha yakındır. Ok gibi düşüncelerin de uzaklarda. Av yakında sen uzakta dolaşıyorsun. Hani Nuh Peygamberin oğlu tufanda babasından dağın tepesine doğru koştu, koştukça kurtuluştan uzaklaştı.

Elindeki katı yayı bırakıp daha sertini aldıkça defineden o derece uzaklaştın. Mahrum kaldın. Şeytanın canı azapta gerek.

Aklı çok olanlar bir san'atta yok olur, aklı fazla olmayanlar san'atı görür, san'atkarı bulur ebedî huzura ererler.

Halkın aynada gördüklerini pir (yaşlı) pişmemiş bir kerpiçte görür.

Kuzgunun mezesi pis leş, kurdunki gübredir. Kötü nefisle mücadele alçak adamların harcı değildir.

Gönüller sabırla cilalanır.

 (Yaşar Çalışkan,  Kızıl Postun Eşiğinde Hz. Mevlânâ'dan Seçme Hikâyeler, Nüve Yayınları, Konya, 2008)