Geçmiş yıllarda sivil toplum kuruluşlarında (STK) bulunduğu süreçte yaptığı kültürel ve bilimsel çalışmalarla ön plana çıkan, şu anda ise hiçbir STK ile bağı olmaksızın öğrencilere yönelik yaptığı faaliyetlerle örnek olan Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Öğretim Görevlisi Adem Seleş, okumayı bir hayat tarzı ve kültür dünyası olarak; yazmayı ise yaşanmışlıklar ışığında olursa anlamlı olarak bulduğunu ifade ediyor. Seleş’in kültürel alanda yaptığı çalışmalarla ilgili röportajının devamı şu şekilde:

Spor seyyahı Ömer  Altay’ın ardından Spor seyyahı Ömer Altay’ın ardından

Sizleri tanıyabilir miyiz?

Adem Seleş, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak 6 yıldır çalışıyorum. Daha önce Şırnak Üniversitesi’nde çalıştım. Asıl alanım kamu yönetimi ve siyaset bilimi ancak derslere de giriyorum. Daha doğrusu en çok çalıştığım alanın da insan hakları ve sivil toplum olduğunu söyleyebilirim.

Sivil toplum ve kültür çalışmaları mesleğinizin gerekliliği miydi yoksa daha öncesinden bu tür çalışmalara ilginiz var mıydı?

Sivil toplum görevlerine ‘şu gün başladım’ demek bana doğru gelmiyor çünkü sivil toplum hem bir kültür meselesi olarak yaptığımız işleri kapsıyor hem de bir hayat tarzı meselesi benim için. Üniversite yıllarında öğrencilik döneminde başlayan ve sonrasında çalışma hayatımızda ve geçim dünyamızda karşılığını bulan bir iş olsa da ilkokul yıllarında da kütüphane ve ansiklopedi araştırmalarıyla edinilmiş bir alışkanlık olduğunu söyleyebilirim.

‘OKUMAK O ZAMAN İÇİN BİZİM BİR HAYAT TARZIMIZ VE KÜLTÜR DÜNYAMIZDI’

Üniversite yıllarında okumaya yönelik eğiliminiz hangi yöndeydi?

1990’lı yılların Hacettepe Üniversitesi’ne denk gelen üniversite yıllarım, 12 Eylül Darbesi sonrası yeni yeni siyasal bilincin filizlenmeye başladığı dönemlerdi. Tabi o dönemlerde siyasal bilinç daha yüksekti; bizim sivil toplum ve kültür arayışımız fikirsel sağ- sol karşılaşmalarının meydana geldiği ve bir mevzi seçmek zorunda kaldığınız bir döneme denk geldi

Bu dönemde farkına vardık ki durduğun yer ve mevzilendiğin fikre dair kendinizi ifade edebileceğiniz ve bu kapsamda beslemeniz gereken bir alan vardı. Fikrinizi savunurken buna dair bir alt yapınızın olması gerekiyordu. O dönemde başlayan bir beslenme ile birlikte bilincin oluşmaya başlaması ve içinde bulunduğumuz dünya görüşünün fikirsel altyapısının oluşmasını destekleyecek çalışmalarda yer aldık. Günlerimiz kitap ve dergi okumakla geçti. Okumak o zaman için bizim bir hayat tarzımız ve kültür dünyamızdı.

‘İNSANLARIN OLDUĞU GİBİ İLİŞKİLERİN DE ÖMRÜ VAR’

Kültürel çalışmalarınızla uzun bir süre sivil toplumda da yer aldınız. Şu anda sivil toplum kuruluşlarıyla bağınız devam ediyor mu?

Son 10-15 yıldır sivil toplum yapılanmalarında bir siyasallaşma ve sivil toplumun ruhuna aykırı bir süreç yaşandığı düşüncesiyle bu sürece karşı bir tavır ya da sürecin getirdiği nokta olarak hiçbir sivil toplum kuruluşu ile resmi bir bağım olmadığını söyleyeyim.

Ancak geçmişteki STK görevlerimizden bahsetmek gerekirse; 1990’lı yıllarda İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği’nde (MAZLUMDER) çalışmalarda yer aldık. MAZLUMDER’in genel yönetim kurulunda da bulunarak raporlarımız ve insan hakları çalışmalarımız oldu. Bilgi İletişim Kültür Araştırma Derneği kurarak yaklaşık 10 yıl çalıştıktan sonra kurduğumuz arkadaşlarımızla birlikte derneği kapattık. Konya İktisat ve Toplum Araştırmaları Derneği (KİTAD) içerisinde yer aldım; buradaki asıl amacımız da öğrencilerle ilgilenmek, öğrencilerin okumalarımıza yönlendirilmesi ve dahil edilmesi oldu. Bir dönem Yazarlar Birliği’nde de üyeliğim vardı. Her kurum ve insanın ömrü olduğu gibi ilişkilerin de ömrü oluyor ve ‘bitmesi gerektiğinde bitmeli’ düşüncesiyle tüm STK’larla ilişkimi kestim.

Ufuk Turu programlarında da bulundunuz, değil mi?

Ufuk Turu, bizim sivil toplum bağlamında Türkiye’ye kişisel ilişkilerimizi güçlendirmemizi sağlayan önemli faaliyetlerden bir tanesi. Konya’da ortak dertleri olan birçok vakıf ve derneklerin ortaya getirdiği bir sivil toplum platformu olarak devam ediyor. Ben şu anda devam etmiyorum ancak devam ettiğim süreçte her ay bir kurumun misafiri olarak kurumları tanıyor ve ayın gündemini konuşuyorduk, daha sonra bir otelde biraraya gelerek bir kaynaşma ortamı oluşturuyorduk. Burada biz Türkiye’nin her şehrinde selam verebileceğimiz bağlantılar zinciri kuruyorduk. Yaklaşık 13 yıl kadar bu organizasyonda bulunarak sivil toplum networkünü ve sivil toplum- akademi ilişkisini geliştirdik. 

Şu anda yaptığınız bir çalışma var mı?

STK‘lardan bağımsız şu anda Konya’da Çizgi Kitabevi’nde kitap okuma ve değerlendirme çalışmaları yapıyoruz, kitabın olduğu bir ortamda hayata devam ediyoruz. Görevim Karaman’da ancak Konya’daki bağlarımı koparmadım. Konya, öğrenci çeşitliliği ve imkanları bağlamında güçlü bağları olan bir şehir! Karaman’da da okulumuzda okuma grubumuz var ve bir film topluluğuna danışmanlık yapıyorum. Gazi Kültür Sanat ve Gazel Sahaf gibi yerlerle arkadaşlarla birlikte toplanıp birbirimizi fikirsel anlamda beslemeye devam ediyoruz.

Peki bu kadar fazla kültürel okumayla geçen bir ömürde kitabınızı okumak da nasip olur mu?

İnşallah diyelim.

Bir dönem Konya’da bir gazetede yazılarım çıktı ancak yazmak kolay bir şey değil benim için. Yazmak, yaşanmışlığı da beraberinde getirirse anlamlı oluyor. Şırnak’ta yaşarken yazdığım kısa kısa günlükler var, onlar bir kenarda kitaplaşmayı bekliyor. O dönemde yaşayarak yazmak bambaşkaydı ancak şu anda daha konforlu bir hayatımız var. Bu yüzden yazının kitaba dönüşmesi belki zamanla olabilecek bir iş.

Ayrıca Türkiye’de sivil toplumun değişimi ve dönüşümüne dair kafamda kurguladığım bir yayın var, tabiri caizse pişti ancak kitap haline gelmesi ne kadar sürer bilmiyorum. Türkiye’de sivil toplum alanındaki bu değişim hala devam ediyor ve bu değişim, dünyadaki gelişmelerden bağımsız değil. Bu yüzden acele etmiyorum. Aslında bu yazdıklarımın hepsi üniversitedeki görevimizle de birleşti.

Üniversitedeki göreviniz münasebetiyle öğrencileri gözlemleme şansınız var. Gençlik ve kültürle ilgili neler söylemek istersiniz?

İşin kültürel tarafında ne yazık ki kaybettik ve eksikliğimiz ne yazık ki burada! Türkiye’de çok fazla kitap satılıyor ve okunuyor da ancak -gençlerde daha belirgin olmak üzere- bir inanç, dava, hedef, dünya görüşünü kaybettik!

Dersine yeni girdiğim öğrencilere ‘bir kâğıda hayallerinizi yazın’ diyorum; ev, araba almak ya da bir meslek sahibi olmak yazılıyor. Bunlar tabi ki olsun ancak birinci hedefimiz bu mu? Örneğin çok güzel bir savunma sanayisi üretimimiz var ancak bunu kime satacağımızı düşünmezsek kurduğumuz dünya çok küçük kalır! Okumak boş zaman işi değil; bir kültürdür.

Bir de ‘sahip olduğumuz fikri desteklemek için okumak’ normal ancak sorgulayıcı zihninizi kaybederseniz artık taraftar olursunuz. Bu yüzden farklı kültürden farklı kişileri okuyarak kendinizi yetiştirirsiniz. Zaten altyapısı güçlü bir fikre sahipseniz yeni fikir sizi etkilemeyecektir ancak zayıf bir fikre sahipseniz içinizde ‘acaba’lar oluşacaktır. Belirli bir yaşa gelmiş neslin bu sorgulamayı yapamaması da beni çok üzüyor ancak yersiz yurtsuz bir gençlikle karşı karşıyayız. Bu durum, zamanın ruhu ve hayat tarzı, anne babanın yönlendirmesi ile ilgili: Öyle olunca da ne yazık ki yakın zamanda kültürel, toplumsal anlamda bir gelişim bekleyemiyorum. Ben hala bu yolculuğu sürdürüyorum.

Başka eklemek istediğiniz bir konu var mıdır?

Bu yıl altıncısını yapacağımız Ramazan Felsefesi programımızdan da bahsetmek istiyorum. Çizgi Kitabevi’ndeki projemizin ilk döneminde Ahmet Cevizci hocamızın kitabıyla felsefeye giriş kapsamında felsefeyi okumanın gerekliliği alanında konuşmuştuk. İftardan önce bir araya gelerek iftarı da beraber edip daha sonra sohbet havasında geçen programa bu yıl da farklı bakış açısıyla insanların kafalarını zorlayacak felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi alanından hocalarımızla 6-7 program olmak üzere konuşmaya devam edeceğiz. Ücretsiz olarak yaptığımız Ramazan Felsefesinin bu yıl da süreceğini duyurmuş olalım.

Teşekkür ederiz.

 

Kaynak: Hacer Ceylan Zaman