3

Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin Kuruluşunda da sizin katkınız olduğunu hatırlıyoruz, öyle mi?

Abdurrahman Kutlu, Selçuk Üniversitesine rektör olarak atanmıştı. Kendisiyle daha önceden tanışırdık. Tebrik ziyaretine gittiğim zaman “Hocam kanaatimce Güzel Sanatlar Fakültesi kurulmasının da zamanı geldi, personel temin edilebilir. Daha önceden Selçuk Üniversitesinin bir müracaatı varmış galiba ama hangi safhada olduğunu bilmiyorum” dedim. Hemen ajandasını çıkarıp not aldı.

Bir hafta sonra Halil İbrahim Sayar baba ile tekrar rektörün ziyaretine gittik. Beni görünce Abdurrahman Bey, “YÖK’e Güzel Sanatlar Fakültesi için daha önceden müracaatımız yokmuş ama bu iş için müracaat edeceğiz, fakülteyi açacağız ve siz de bu işin başında olacaksınız” dedi. Ben de”Dışarıdan derse gelirim” diye düşünerek “Tabi hocam” dedim.

Birkaç gün sonra teravih namazından sonra bizim evde toplandık. Toplantıda Rektör Abdurrahman Kutlu, Kamil Uğurlu, Hasan Özönder ve biraderim merhum İsmail vardı. İlk toplantıda Güzel Sanatlar Fakültesinde hangi bölümler olmalı gibi konuları konuştuk ve aramızda vazife taksimi yaptık. YÖK’e müracaat yapıldı ve bina aramaya başladık. Altı sene sonra Bakanlar Kurulu kararıyla fakülte kuruldu. Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin ilk fikir babası benim. Selçuk Üniversitesi kampüsünde bir bina verdiler, ilk olarak fakülte orada faaliyete geçti.

Kadro tamamlanıncaya kadar o binada ders verdik. Sonra ısı merkezinin yanındaki binayı verdiler. O binanın yanında temel atılıp yarım kalmış bir bina vardı. O binayı tamamladık ve fakültenin iki binası oldu. On sene süresince oraya devam ettik. Daha sonra yeni bir bina yapıldı ve fakülte oraya taşındı. Fakülte açıldığı zaman Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü, Heykel Bölümü, Resim Bölümü ve Grafik Bölümü olmak üzere toplam dört bölüm vardı. Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü bünyesinde Hat Ana Sanat Dalı ve Tezhip Ana Sanat Dalı olmak üzere iki ayrı bölüm kurduk. Orada çok kaliteli öğrenciler yetişti.

Emekli olduktan sonra da boş durmayıp KTO Karatay Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde ders verdiniz, değil mi?

2011 yılında yaş haddinden dolayı Selçuk Üniversitesinden emekli olunca,. KTO Karatay Üniversitesinin mütevelli heyeti başkanı İsmail Hakkı Kolat beni aradı ve davet etti. Kendisiyle .çocukluktan beri tanışırız. Fakülteyle ilgili konuları konuştuk. “Hocam üniversitemizde Güzel Sanatlar Fakültesini açtık. Hoca olarak burada sizi de görmek isteriz” dedi. “Ben artık emekli oldum, çalışmayacağım” dedim. Birkaç ay sonra tekrar çağırıp başlamam için ısfrarda bulundu. Üçüncü gidişimde bölümün binalarını ziyaret ettik. Binalar çok güzeldi. Böylece başladım. KTO Karatay Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde Mimarlık, İç Mimarlık, Resim, Geleneksel Türk El Sanatları ve Grafik gibi bölümler var.

Çok fazla sergi açtınız, bunlardan hatırladıklarını bizimle paylaşır mısınız?

Yurt içinde ve yurt dışında çok farklı şehirlerde hat sergileri açtım. Mevlâna İhtifalleri sırasında sergiler açtım. İstanbul’da uluslararası düzeyde sergilere iştirak ettim. Güzel Sanatlar Galerisinde sergiler açtım. Birkaç yılda bir düzenlenen dünya hattatları toplantılarına katıldım. Sergi açtığım tarihleri ve şehirleri tam olarak hatırlayamıyorum ama benim hakkımda yayınlanan kitaplarda var.

Çok kıymetli ödüller aldınız, bunları anlatır mısınız?

1985 senesinde ilk umreye gittiğim zaman dedem, “Hüseyin, Kâbe’yi ilk gördüğün anda yaptığın duayı Allah kabul eder, ona göre dua et” dedi. Kâbe’yi görünce ellerimizi açıp “Yarabbi gönlüme, elime, bileğime kuvvet ver, adını yazayım, habibinin adını yazayım, bana bunu geçim için yaptırma” dedim. Dualarım gerçekleşti.

Kültür ve Turizm Bakanlığı 2013 yılında beni Kültür Sanat Büyük Ödülüne layık gördü. Hiçbir yere gidip de bana ödül verin, burada sergi açayım demedim. Üniversitede ders vermemiz bile kendiliğinden gelen bir şeydi.

Sayıştay’dan hâkim bir arkadaş denetim için Konya’ya gelmiş. Orada benim adım geçmiş. Denetçi Muzaffer Bey hat sanatına meraklıymış. Bekir Şahin Bey onu KTO Karatay Üniversitesine getirdi. Tanışıp ve sohbet ettik. Ankara’ya dönünce beni Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığına üye olarak teklif etmiş. Sonra beni 2019 yılında Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Bilim Kurulu şeref üyeliğine seçtiler.

IRCICA’nın düzenlediği yarışmalarda ödüller aldım. İlk müsabakada 350 kişi arasında Celi Divani yazım birinci oldu. Celi Talik yazım ikincilik ödülü, Celi Sülüs yazım üçüncülük ödülü aldı. O yarışmada üç ödül birden aldım. Şahsen bir yarışmada üç ödül almayı beklemiyordum ama yazılarım jüri tarafından beğenilmiş ve ödüle layık görmüşler. IRCICA yarışmaları dünya çapında ilgi gören yarışmalardır.

İki sene sonra yapılan yarışmada da iki ödül aldım. Ondan sonra bizim talebeler yarışmalara girmeye başlayınca talebeler ile hoca aynı yerde yarışmaz diyerek yarışmaya katılmayı bıraktım.

Bir de farklı kurumların verdiği plaketler var. Devlet Güzel Sanatlar Yarışmasında da iki ödül kazandım. Yurt dışında Tunus, Umman gibi ülkelerdeki yarışmalarda da ödüller aldım. IRCICA’da hiç jüri üyeliğinde bulunmadım ama yarışmaya girmediğim yıllarda bazı yarışmaların toplantısına gözlemci veya misafir olarak katıldım.

TBMM’de bu işle görevli birimler vilayetlere “Ödül vermeye uygun kişileri teklif edin” diye yazı gönderiyorlar. Şehir Meclisleri kimi teklif edeceğini belirleyip TBMM’ye gönderiyor ve bu kişiler içerisinden birkaç kişiye üstün hizmet ödülü veriliyor. 2010 yılında Konya için Ahmet Özdemir (Kör Ahmet) ile beni teklif etmişler. Şehir Meclisi beni uygun bulmuş. Ödüle layık görüldüğümüz açıklandı ve daha sonra ödül töreni için TBMM’ye gittik.

Hüsn-i Hat nasıl öğrenilir ve sizin icazet verdiğiniz talebeleriniz kimler?

Benim hüsn-i hatta yeni başlayacaklara tavsiyem öncelikle bir usta bulsunlar. Çünkü hat usta çırak usulü ile öğrenilir. Samimiyet, inanç ve azimle çalışsınlar. Allah yetenek verdiyse, nasibinde de varsa hat sanatını elde ederler. Kanaatimce bu iş biraz kadere bağlı bir şeydir.

İcazet verdiğim talebelerin sayısı ise yirmi beşi geçti. Abdurrahman Depeler, Ahmet Depeler, Esma Depeler, Fatih Özkafa, Mehmet Memiş, Esat Güçlü, Tahir Güçlü, Kuddusi Doğan, Osman Şişman, Yahya Ünal, Erol Çağlayan, Rukiye Yürüç, İsmail Öztürk, Murat Okumuş icazet verdiğim talebelerden bazılarıdır.

Bahsettiğim öğrencilerimin bazılarının hem üniversiteden diplomaları hem geleneksel biçimde dışarıdan meşk usulü devam ederek aldıkları icazetleri var. 

de Lalezar adlı bir atölyem var. Oraya devam eden farklı yaş gruplarından kız ve erkek talebelerim var. Derse gelenlerin çoğu doktor, hâkim, serbest meslek sahibidir.

Bir sanatın yaşatılması için ne lâzımdır?

Hattatlar hep arayış içinde oldukları için biz her ne kadar, “Yapmayın       desek bile onlar yeni arayışlara giriyorlar. Çünkü Arap alfabesi yeniliklere açık bir alfabedir. Bu harflerle daima yeni şeyler yapılabilir ama hat sanatının bir de kendisine mahsus bir disiplini vardır. O disiplin içerisinde daima yenilikler yapılabilir.

Bir hattat bir şeyi yaptığı zaman iltifat eden olmazsa zaten o yenilik de yok olur gider. Sanat iltifat görüyorsa yaşar. Bu arayışlar engellenemez. Hattat modern üslupla yazar ya da daha önce hiç yapılmayan bir şey yapabilir. Bu denemeler bazen güzel oluyor ama bazen de olmuyor. Ben bu tür arayışlara girmem, klasik usulde yazarım. Kur’an’dan bir ayet-i kerime yazacaksam onu girift olarak istiflerim ama bir hadis-i şerif yazacaksam onu düz bir satır halinde yazarım. Çünkü hadis-i şerifler çok istifli yazılırsa zor okunur ama ayet-i kerime istifli yazılabilir. Ayet-i kerimelerde baştan bir iki kelimeyi söktüğünüz zaman arkası gelir. Hat sanatı sadece güzel yazı yazma sanatı değil, aynı zamanda bir mesaj verme vasıtasıdır. Zaten sanatın gayelerinden biri de mesaj vermektir. Bizim de mesajımız bol. Ayetler var, güzel sözler var, şiirler var, hadis-i şerifler var. Yani hayatımız boyunca yazacak çok mesajımız var. Hattatlar hayatlarını böyle geçirirler.    

Sanat çaçışmalarınız vesilesiyle pek çok ülkede bulundunuz. Buralardan bizimla paylaşmak işstediğiniz anekdotlar var mı?

İstanbul’a gittiğim zaman Acıbadem’de bir camide kendi yazılarımı gördüm. Hiç ummadığım yerlerde yazılarımla karşılaşıyorum. Caminin kapısı Konya’da yapılmış. Kapının üstündeki Kelime-i Tevhid yazısı benim yazımdı. Bir ara İzmir, Bursa, Şanlıurfa ve Gaziantep’te sergiler oldu.

Yemen, Suriye, Irak, Özbekistan, Kazakistan, Tunus, Almanya, Hollanda, Amerika ve Avustralya gibi ülkelere hat sanatı ile ilgili çalışmalar için gittim. Orada inşa edilen camilerin yazılarını yazdım. Birkaç defa da Türk Günü sergileri için Amerika’da bulundum. Habeşistan’a yazılarım gitti ama ben gitmedim. Şam ve Halep’te yazılarım yok ama oraları gezmeye gittim. Saddam Hüseyin, Bağdat’ta uluslararası hattatlar toplantısı yapmıştı. Orada bir sergi açtım ve benim eserlerimden satın aldılar. Medine’de bir dünya hattatlar toplantısına katıldım. Avustralya’nın Sydney şehrinde inşa edilen Auburn Gelibolu Camii’nin yazılarını yazmak için oraya gittim. Ayrıca Wollongog şehrinde bir camide de yazılarım bulunuyor.

‘Vurulan vurulduğu  yerde kalıyordu!’ ‘Vurulan vurulduğu yerde kalıyordu!’

Hocam, eserlerinizin yer aldığı kitapları da konuşarak sohbetimizi tamamlayalım.

Eserlerimizn kitap olaak basılması için ilk teklif dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek’ten gelmişti. Taslak hazırlandı fakat Tahir Bey ile görüşemedik. Sonra İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, “Hocam biz basalım” dedi. Böylelikle ilk kitabımız “Hattat Hüseyin Öksüz (Konevî)” 2009 yılında Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından yayınladı.

İkinci kitabımız da aradan 5-6 sene geçtikten sonra bir vesileyle NEÜ Rektörü Muzaffer Şeker’in yanına gitmiştik

Muzaffer Bey aradan geçen zamanda biriken yazılar oldupunu da öngörerek yeniden basmayı tekliif etti. Böylece 2014 yılında “Hattat Hüseyin Öksüz - 45. Sanat Yılı Hatırası” adlı ikinci kitabımız basıldı.

KTO Karatay Üniversitesinde göreve başlayınca onlar da “Hocam yazılarınızı basalım” dediler. Yeni biriken yazılarla birlikte üçüncü kitabımız da “Hat Aşkıyla 48 Yıl” adıyla 2016 yılında KTO Karatay Üniversitesi tarafından yayınlandı.

Hocam, Allah ömrünüze bereket versin. Çok teşekkür ediyorum.

 

Kaynak: MUSTAFA GÜDEN