Seçim için artık iki gün kaldı. Siyasi partiler propaganda turlarını tamamlamak üzereler. Vaatler, tehtidler, şantajların havada uçuştuğu bir kampanya izledik. Kimi bel altı vuruşları ile kimi şoven politikalarıyla sonuç almaya çalıştı, kimide icraatlarını ve yapacaklarını anlatmaya çalıştı.

Ancak bu seçimi diğerlerinden farklı kılan, muhalefetin üç biraderi üst akıl tarafından bir araya getirilmesiydi. Akıl tek olunca söylem ve tarzları da bir oluyordu.

Öncelikle hedef Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dı. Çünkü AK Parti demek Recep Tayyip Erdoğan demekti ama Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti ile sınırlı kalmıyordu. Recep Tayyip dediğiniz zaman gücünü tarihinden alan hedefini Osmanlının hinterlandındaki bölgelere kadar uzatan lider demekti.

Tarihimizde böylesi liderler maalesef çok yoktu.

1950 Adnan Menderes; Bacağında giyecek donu olmayan vatandaşını, boyalı iskarpinler, ütülü elbiselerle hava atan sözde Cumhuriyetin kurucusu olduğunu iddia eden CHP yöneticileri ile eşit hale getiriyordu. Yaptığı çok bir iş değildi, ama sadece paylaşımı eşitlemek istemişti. Birde sürgündeki Osmanlı hanedanını affetmek istemesi. Tabii ezanı orijinal okutması. Kıyamet koptu. Ve köpek bebek davasıyla idam sehpasına çıkarttılar.

1991 de Turgut Özal; Hareket kabiliyeti yüksek ordu , hantal Devletten aksiyon ve hareketli bir Devlete geçmek istedi.Baş örtüsünü serbest bırakmak.Kan emen sülüklere engel olmak.Kapalı bir ekonomiden açık ve işleyen bir ekonomi istemesi .Türkiye'yi dünya ile entegre etmek,dünya ile birlikte gelişmek!. Onu da hemen zehirleyiverdiler.

1997 Prof Dr Necmettin Erbakan; ABD, İran'a gitme diye talimat verdi, o ise ilk ziyaretini İran'a yaptı. Hâlbuki ABD ile İran göz önünde kavga ediyor görüntüsü verse de perde arkasında ticaretlerini sürdürüyorlardı. Batının ürettiği tüm tüketim malları İran'ın vitrinlerini süslüyordu. Ama Türkiye'ye İran'la ticaret yapmak yasaktı. Necmettin Erbakan yalnızca bununla kalmadı. Yaptığı ilk iş memura işçiye emekliye yüzde yüzün üzerinde maaş artışı yaparken, rantçıların cebine akan hortumları vatandaşa çevirmişti. Ardından” çekiç güç”e güle güle, IMF ile anlaşmayı askıya aldı. İsrail ile mevcut devam eden ve zorunlu olan askeri anlaşmanın dışında herhangi bir anlaşma yapmıyordu. Sonrasında D-8.

İşte buda onun sonu oldu. Ayşe, Fadime Ali Kalkancı, Müslim Gündüz derken 28 Şubatta halkın seçtiği Başbakana dayatma. Arkasından RP KAPATMA DAVASI. Keşke o zaman Erbakan hocaya sahip çıkabilseydik. Kapatma davası partiye açılmıştı. Bütün parti teşkilatları partiyi kapatmadan kurtarma çabasına girdi. Ancak asıl hedefin Milli Görüşün orta direği olan Erbakan hoca olduğunu fark edememişti. Hâlbuki onlar kapatmadan RP i biz kapatıp alın partiyi demek gerekiyordu. Parti yeniden kurulurdu ama bir Erbakan bir daha gelmezdi. Onların hedefi de partiden çok hocayı siyaseten tarihe gömmekti. Öylede oldu. Hocanın siyaseten gömülmesi Milli Görüş hareketinin sonunu getirmişti.

2015 Recep Tayyip Erdoğan; 2002 de Fazilet Partisinden ayrılıp “erdemliler hareketi” adı altında AKP i kurdular. O gün Abdullah Gül, Genel Başkan. Siyasi yasağı biten Tayyip Bey, seçim kanununda yapılan değişiklikle AKP nin başına geçiyordu. İlk zamanlar malum cemaatle, dolayısı ile o zatın üstü güçle iş birliği içinde idiler. Zaman geçip güçlenip ayaklarının üzerinde durmaya başlayan Tayyip Bey bu safralardan kurtulmayı, denemeye başladı. Ancak akıl, üst olunca, ilk iş ülkenin güvenliğinde, en önemli kurum olan MİT başındaki isime düzmece iddialar içeren celp gidince işler değişti. İşte her iki grubun cicim ayları geçip gerçek niyetler ortaya çıktı. Bir yanda halk tarafından seçilmiş meşru hükümet. Diğer yanda İngiltere, ABD ve İsrail ve tetikçisi illegal yapı.

Şimdilik Tayyip beyin feraseti ve cesareti ile illegal yapının devleti ele geçirme operasyonu başarısızlıkla sonuçlandı.

Nedir bunları, Ağustos ayında deniz suyu içmiş, adam gibi kudurtan?

Niçin bu kadar hayâsızca ve ahlaksızca yapılan saldırı?

Bütün bu saldırıların nedenlerini, Tayyip beyin icraatlarının içinde görebiliriz.

Evvela siyasetini; Para baronları ve içerideki işbirlikçilerinin hilafına, sırtını kendisinin de içinden çıktığı varoş halkına dayamasıydı. Onların yaşam standartlarını istenilen seviyede olmasa da eskisine oranla çok iyi seviyeye yükseltmesi.

Temel insan hak ve özgürlüklerini kazandırması.

Din ve vicdan hürriyetini sağlaması. Kimsenin inancından ve kılık kıyafetinden dolayı, hakir görülüp mahalle baskısına maruz kalmaması.

Türkiye'nin bölgesel güç olmasını sağlamak için yapılan kalkınma hamleleri,

Yine bölgesel ve sonrasında küresel güç olma yolundaki diplomatik ataklar

Dünya Müslümanları ile yakinden ilgilenmesi

Onlara, elinden gelenin fazlasıyla yardım elini uzatması

Özellikle Somali üzerinden Afrika'ya açılması. Hıristiyanlaştırılıp sömürülen Afrika'nın bu kara insanlarına evrensel din olan Müslümanlığı tebliğ ve iş birliği yapma çalışmaları

Dünyanın birçok ülkesine ABD ve Japonya dâhil Camii inşa edip Diyaneti oralarda etkin hale getirmesi,

Diyanet İşleri Başkanının Kudüs'te İsrail'e rağmen Mescidi Aksa'da imam olup namaz kıldırması,

Diyanet İşleri Başkanı üzerinden Diyanete saldırıları, korkusuzca bertaraf edip sanki “Şeyhülislam” dahası “Halife” itibarı kazandırma çabası,

Osmanlıdan sonra, İstanbul'u ebediyen kaybettiğimizi düşünen bu çakal sürüsüne” hayır İstanbul bizim biz orayı başkent yapamadıysak finansın başkenti yapacağız” diye yola çıkması,

Ayasofya'nın yeniden ibadete açılacağının sinyallerinin verilmesi,

Lozan'da yasaklanan İstanbul saraylarının ve Ankara bozkırına mahkûm edilip damı bile olmayan bir binaya “meclisiniz burası, reisinizde bu küçük köşkte ikamet edeceksiniz” denilerek tepeden bakanlara, Ankara'da görkemli saray yaparak cevap vermesi, bu kan emicileri ziyadesiyle rahatsız etmiştir.

Son günlerdeki Saray tartışmalarının ardında yatan gerçek; “Siz Asya'nın bozkırlarından gelip Anadolu topraklarında, çadırdan saraya geçip nasıl efendilik yaparsınız?”hezeyanıdır.

İçerideki ezik, kompleksli, küçük kafalı insanlarda sarayın tuvaletlerinde temizlik işlerinden sorumlu memur gibi klozet muhabbeti yapmaktadırlar..Sanki sarayın parasını İngilizler vermiş gibi saray inşaatı başlamadan kara propagandaya başlamışlardır.Sarayın yapılması bile Lozan'da esir alınan Hilafet ve Devletin yeniden eski kimliğine kavuşması anlamına gelmektedir.

DARBE ANAYASISINI KÖKTEN DEĞİŞTİRİP, SİVİL ANAYASA VE TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇMEK İSTEMESİNİ, YİNE “SIRTLAN RUHLU” İNGİLTEREYİ RAHATSIZ ETMİŞ ELİNDEKİ MEDYA GÜCÜNÜ, “MEVCUT ANAYASIYI KORUMALIYIZ” DİYE YAYIN YAPIP YENİ BİR ALGI OPERASYONUNA GİRİŞMESİNİ NASIL HAZMEDECEKSİNİZ?

İstanbul; Ayasofya'nın ibadete açılmasıyla, üçüncü köprü ile, üçüncü havalimanı ile, Marmarayı ile, tüp geçitleriyle, Kanal İstanbul'uyla ve Saraylarının müzeden çıkartılıp yeniden Devletin yönetim merkezleri olmasıyla, Bizans'ın değil, Türkiye'nin ve İslam aleminin merkezi olacak ve yeniden hürriyetine kavuşmuş olacaktır.

İçeride barışmış, halelleşmiş, kucaklaşmış halklarıyla, Kuzey Irak'ı ile Musul'uyla, Kerkük'üyle, Suriye'si ile Filistin'iyle, Bosna'sı ile Somali'si ile tüm Müslüman ülkeleriyle, Türk âlemiyle ”Osmanlı ruhu” yeniden doğmak üzeredir. İşte bundan korkan İngiltere ve soysuz Avrupa bu seçimlerde mutlaka Tayyip beyi göndermek istemektedir.

Dünyaya “üst akıl” olarak; Kan, gözyaşı ve şiddet, yoksulluk ve sefillik ihraç eden İngiltere; Kraliçe 1 Elizabeth in başparmağının ilk boğumundan parmak ucuna kadar olan uzunluğu (2.54 cm)inç ölçü birimi diye dünyaya kabul ettirecek kadar bağnaz olan, monarşi ile yönetilmesine rağmen başkalarına demokrasi dersi vermeye kalkışması ne kadar gerçekçidir?

İşte bu İngiltere ve diğer kuyruk tebaa, Türkiye'deki bu gelişmelerden oldukça rahatsızdır. Elindeki medya ve finans gücünü kullanarak içeride, bir adet yalan rüzgârı serisine bağladığı birini, eli kanlı katillerle koyun koyuna yatan halkını açıkça tehtid etmekten çekinmeyen bir pop starı ve hala Altay dağlarından Anadolu'ya gelemeyen ırkçı bir şoveni, meydan meydan dolaştırarak kara propaganda yaptırarak yıllardır özlemini çektiğimiz güçlü devlet, güçlü ekonomi ve güçlü lider profilini yıkarak müstemleke bir devlet oluşturmak istemektedir.

Yapılanların elbette ki eksiklikleri vardır. Emekliye memura, çiftçiye az verilmişte olabilir. Ancak bunların hiç birisinin yukarıdaki belirttiğimiz hususların, ortadan kaldırılmasına gerekçe değildir.

Bir maaş ikramiyeyi bir sefer fazla alabilirsin ama müstemleke ve sıradan biri durumuna da düştükten sonra eski aldıklarını da geri vermek zorunda kalırsınız.

Üst akılın senaryosu gereği olası bir üçlü koalisyon çıkarsa, olacak olan şudur: Devleti yöneten, kadro bakanlığı dediğimiz Milli Eğitim, İçişleri ve Adalet Bakanlığı. Bu üç önemli Bakanlık koalisyon ortakları tarafından paylaşılacak. Karşınıza PKK ı hâkim -savcı, öğretmen ve vali- kaymakam-polis hatta MİT çıktığında ne yapacaksınız?

Bir dönem Türk ve Kürt mafyasının etkin olduğu bu bakanlıkları tekrar mafya yönetimine teslim mi edeceksiniz?

 

Onun içindir ki sandık başına gittiğinde bir maaş ikramiyemi? Ömür boyu onurlu ve müreffeh bir hayat mı diye düşünerek mührü basmalısınız.

Burada asıl olan sandıktan çıkacak olan sonucun, bundan öncekilere sahip çıkamadığımız değerlerimize bugün, sahip çıkıp çıkamayacağımızdır.

MENDERES'E, ÖZAL'A ERBAKAN'A SAĞLIĞINDA SAHİP ÇIKAMAYIP, ANCAK CENAZESİNİ SAHİPLENEBİLDİK.

BU DEFA ELİMİZDEKİ, İÇİNİZDEN BİRİ OLAN, KENDİ EVLADINIZ RECEP TAYYİP ERDOĞAN'IN DİRİSİNE SAHİP ÇIKALIM.

YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR.