Narin ile birlikte, tüm övünçlerimiz darbe aldı. Umutlarımız örselendi. Hasletlerimiz değersizleşti. Tarihe mal olmuş, bizi diğer milletlerden ayıran özelliklerimizle ilgili tüm tanımlamalar yalan çıktı.

Bizi kandırmışlar. Aslında üzerimizde olmayan birçok haslet gömleğini bize zorla giydirmişler. Kollarını söke söke, söküklerini dike dike giydirmişler.

Narin olayında, anladığımız kadarıyla; yalan var hile var para var kadın var şiddet var tehdit var bildiğini gizlemek var gizlediğini söylememek var korku var,  var oğlu var. Ama biz "büyük milletiz."

Bu olay bizi dışa vurdu. "Olduğumuz gibi görünmüyorduk, göründüğümüz gibi olmuyorduk." İşte bu olay, nasıl bir karakterimiz olduğumuzu yani gerçek kimliğimizi çıkardı ortaya. “Büyük” falan değilmişiz biz. Bu kaçıncı narin olayı bu kaçıncı kepazelik? Bu kaçıncı hayâsızlık? Ders aldık mı hiç hayır almadık.

Tamam, herkes Narin'i kendi kızı saydı. Ona yaşatılanı kendi kızına yaşatılan gibi gördü. Tamam, herkesin yüreği sızladı, ağladı, yandı tutuştu. Buna bir diyeceğim yok. Bunu da mı yapmasaydık? Geçmişte de yüreğimiz sızladı, geçmişte de yandık külolduk. Hani ya niçin ders almadık. Hani ya yarın yine niçin ders almayacağız?

Sosyal medyada "ne amcam var ne teyzem var ne akrabam var" paylaşımları yapılmaya başlandı. Kimsenin kimseye güvenmediği bir aşamanın zirvesine taşıdı insanları bu olay. Öyle bir zirve ki hepimizi yerin kahrına sokan bir zirve.

Zaten gitgide zayıflayan aile bağlarının ‘tivsimiş’ ipine son makas kesiğini attı bu olay. Bu bağlar yeniden mukavemet kazanır mı bilmiyorum.

Tehlikenin boyutu çok büyüdü. Kimsenin kimseye güveni kalmadı. "Emanet" kavramı lügatlerden de düşüncelerden de sökülüp atıldı. Kendi ellerimizle söküp attık.

Ahlaksızlıkları, hırsızlıkları, ter akıtılmadan kazanılan milyarlarca lira servet kazananları alkışladık, alkışlıyoruz. Sosyal medyada orasını burasını teşhir eden kadınları, ışıltılı hayatlara, parıltılı yaşamlara özendirilen videolar üzerinden para kazananları alkışlıyor, destekliyoruz. Kültürümüzle ilgili, edebiyatla ilgili hiç bir yayına kıl kadar ilgimiz yok.

Havadan para kazananları, başkalarını dolandıranları hapse atıyoruz, korkutuyoruz sonra salıveriyoruz ama onlar yine eski tas eski hamam’, ‘dediğimiz dedik çaldığımız düdük” demeye devam ediyorlar. Daha da “gemi azıya alarak’ devam ediyorlar hem de.

Onları cezalandırmasak da ödüllendirsek mi acaba? Baksanıza ceza azıtıyor belki ödül utanıdır. Onların yerine, onara para kaptıranları mı cezalandırsak acaba? Bence denemekte fayda var.

Biz müstahak olduklarımızı yaşıyoruz. 80 yıllık bir eğitim sistemi bizi lime lime etti. Pırna pırna dağıttı bizi. 130 partiyle 130 parçaya böldü. Ne milli ne manevi hiç bir değerin kıymeti kalmadı. “Milliyiz, “maneviyatçıyız” diyenler, bu konularda faaliyet yürütenler neredeyse aşağılandı, ayıplandı...

Ağlasak mı, ağıtlar mı yaksak halimize? Başımızı taşlara mı vursak? Zamanı geriye sardıracak bir makinenin icadı için hepimiz kafa kafaya verip güç birliği mi yapsak? Ama olmaz ki. Bir araya gelme geleneği bitti ki. Nasıl bir araya gelip de bu konularda kafa yorabileceğiz ki? Nasıl güveneceğiz ki biz bize?

Durun!

Galiba ben tek başıma buldum bu işin çaresini...

NE ARARSIN ÇOCUK

Bu devranın nesine imreniyorsun çocuk?

Hayânın mı peşinde yoksa ar mı ararsın?

Geldiğin o yollarda yangınlar mı sürmekte?

Sönmedi mi ateşin, tufan, kar mı ararsın?

Sımsıcak gülüşler, okşanılan o başlar,

Çıkarsızca sarılan, gönülden arkadaşlar,

Eskilerde kaldı hep içtenlikli bakışlar

Tükendi bak o günler hala var mı ararsın?

Çocuk, edep kalmadı aramayasın boşa.

Gelmeyenler gelecek bak göreceksin başa.

Kaderinse ne ala karşı gelinmez hâşâ

Seni kalpten sevecek öyle yâr mi ararsın?

Vicdanın mı kayıpta, kapan kaptı sor bana!

Herkes seçti yolunu, çoğu saptı sor bana!

Buralarda kıyamet çoktan koptu sor bana!

Karanlıklar içinde böyle nur mu ararsın?

Dünya denen mekânı sanma bir huzur yeri,

Varsa eğer imkânın, gelme sakın, dön geri!

Nifak, nefret kol gezer, Habil-Kabil'den beri

Yüreğini serecek, uygun yer mi ararsın?

Tayyar Yıldırım