Zaman su gibi akıp gitti. Özlemini çektiğimiz Kâbe'ye doyamadan ayrılık acısı içimize düştü. Sayılı günler hele bir de kutsal topraklarda ise bir de; artık haremde geçirdiğimiz günler rüya gibi hatıralarımızı süsleyecektir. Fani olan insan ömrü de böyledir. Bugün varız, yarın yokuz.  Her gelen gider, her yeni eskir, her kurulan pazar bir gün dağılır. Kavuşmak güzeldir ayrılık olmasa!

İnsanın bin bir hayalle geldiği Kâbe'den ayrılırken yüreğinde büyük fırtınalar kopar. Çünkü Harem O'nun yurdu olmuş, İbrahim babası, Hacer anası, İsmail kardeşi, Muhammed Mustafa onun biricik önderi olmuştur. Misafiri olduğu Harem bağrına basmış, onu kendinden kabul etmişti. Eteklerine yapıştığı Kâbe artık ülkesinde beş vakit namazlarda yöneldiği kıblesindedir. Yüreğini Kâbe'de bırakamayacağı için ayrılırken Kâbe'yi yüreğine yükler.  Artık haremin misafiri o değil, Kâbe bir ömür onun misafiridir. Damarlarındaki dolaşan her kan yüreğindeki Kâbe'de tavaf eder hale gelmiştir.

Peygamberimiz Mekke'den Medine'ye doğru hicret ederken son kez Mekke'ye bakıp; “Ey Mekke! Seni çok seviyorum. Fakat senin evlatların benim burada kalmama izin vermiyorlar.” diyerek yüreğindeki Mekke sevgisini son kez Mekke'nin dağına toprağına ilan ediyordu. İşte Hacc yapan bir Hacı da Mekke'den ayrılırken Mekke'ye dönüp şöyle seslenmek ister:

Ne de alışmıştık sana Ey Mekke! Kâbe yurdumuz, Harem yuvamız sen de vatanımız olmuştun. İbrahimî çağrıyı duyduk sana koştuk Lebbeyk sadalarıyla! Nerede Peygamberim, Hani O'nun arkadaşları, Mekke'yi dar mı ettiniz onlara! Ya Muhammed! Sen gelirsin diye Ben-i Şeybe Kapısına baktık. Bir öğle sıcağında seni bekledik Namazı kıldırırsın diye! Hatim duvarına uzanışın aklımıza geldi. Gözümüzün önünde canlandı senin Kâbe'de namaz kılışın ve müşriklerin senin üzerine deve işkembesini atmaları! ne istiyorlardı ki senden.  Bu asil toprakların yağız evladı! Sen onları cennete çağırırken onlar sana neler yapıyorlardı. Doğduğun evin yanına gelince; akrabalarınla Ebu Talip Mahallesine çekilişin aklımıza geldi. Çocukların açlık sesleri yüreğimizi dağladı.  Sahraya çıkınca Bilal'in Ehad sesleri kulağımızda çınladı. Ten'im Mescid'inde Umre yapmaya gidince Hubeyb'in selamını götüren rüzgâra rastladık Hubeyb'in Habibullah sevgisini çölün karanlıklarında hissettik. Hubeyb ki asılırken yerinde Muhammedin (S.A.V) olmasını ister misin sorusuna; Peygamberimin değil yerimde olmasını,  Medine'de ayağına diken batmasına gönlüm razı değil diyerek Rasulullah'a selam göndermesi; bizdeki peygamber aşkını daha da depreştirdi. Taif yoluna girdiğimizde yüreğimize bir ateş düştü. Neden senin mübarek ayağını taşlamıştı o nasipsizler. Ama sen haklı çıktın Taiflilerin çocukları iman etmişlerdi.

Kâbe'ye doğru insan seline karışınca müşriklerin seni Mekke'ye almadıkları gözümüzün önüne geldi. Kalabalıklar içinde kaybolunca; benim Peygamberimi almadılar bu Kaâbe'ye dedik! Sonra bağırdık Mekke'nin vadilerinde “Nerede sana ebter diyenler”  dedik. As bin Vail'in viranelerinde baykuşlar tünüyordu. Sana koşan evlatlarını görünce kimin “Ebter” olduğunu anladık. Senin adın her namazda, her kelamda, her Lebbeykin sonunda kıyamete kadar anılacaktı! Dağın taşın Muhammedî (S.A.V) sada verdiğini duyduk.  Seni bu memlekette barındırmadıkları aklımıza geliyor Yemen yolunda ilerlerken, bu şehirden kovuluşun içimizi parçalıyor. Seni Sevr'deki güvercinlere sorduk. Yalçın kayalar ses verdi. Nebi'yi bağrımda ben sakladım. Gelin kokusu hala burada duruyor dedi.

Mekke'den çıkarken Ebu Bekir'le beraber kimsesiz iki yalnız gariptiniz ama sizi takip eden Süraka'ya Kisra'nın altın bilekliklerini vaad etmiştin. Bu müjden umudumuza umut oldu. Yıllar sonra Süraka'nın bileklikleri Hz. Ömer'in elinden alıp sevinçten ağladığı gözümüzün önünde canlandı. Bu sahne ümmetin yetimleri öksüzleri adına ağlayan gözlerimize derman oldu. Ezan her okunduğunda Mescidde Bilal'i aradı gözlerimiz. Etiyopyalıların ve Nijeryalıların içinde! açlık ve yokluk onların da belini bükmüştü.  Ya Rasülallah! vurgun yiyen ümmetin adına geldik. Ülkeleri işgal edilmiş, acı ve gadre uğramış ümmetin öksüzlerine bir şey yapamamanın ezikliği ile geldik.  Kardeşlerimi çok özledim dediğin sözüne vurulduk. Özlediğin kardeşlerden olabilmek için sana koştuk. Kâbe'yi ağlar bulduk; kara örtüler içerisinde için için ağladığını, hıçkırıklara boğulduğunu gördük. Ümmetin garipti, garip geldi garip gidecekti, sırtındaki elbiseye kadar sömürülen ve ezilen sahipsiz, kemikleri birbirine yapışmış ümmetlerine şahit olduk

Senin hicret ettiğin, en son veda Haccında uğradığın Mekke'nin sokaklarındayız. Ebu Cehiller yok artık, Ebu Lehepler gitmiş bu diyardan. Ancak aman vermiyorlar devrin Ebu Cehilleri dönemin Bilallerine, Ammarlarına! Veda Hutbesini verdiği Kayalar hala senin sesinle yankılanır Arafatta, Lebbeyklerini kulaklarımıza dinletir. Senin on dört asır evvel dile getirdiğin “İnsan Hakları”na henüz modern dünya ulaşabilmiş değil Ya Rasülallah!  Senin emanetini taşıyamadık, Vasiyetine uyamadık, Kıyamet günü ne olur bizden şikâyetçi olma! Bizi ümmetliğine kabul et Ey Sevgililer Sevgilisi!

Buğulu gözlerle ayrıldığımız Mekke artık geride kalmıştır. Şimdi gözyaşlarını silme zamanıdır.  Peygamberimizin özlemini çektiği o dünyayı inşa etme vaktidir. Bizde bu potansiyel ve yürek vardır. Gazamız ve Haccımız mübarek olsun.