Havf (korku) yaratılışımızda, yâni fıtratımızda var olan hayatî bir duygu. Sözlükte “korkmak, kaygılanmak, endişe duymak” gibi anlamlara geliyor. Korku kelimesi, genellikle “hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan kaygı ve korku” şeklinde tanımlanmıştır. İmam Gazâlî ise, İhya-u ulumid-din adlı büyük ahlâk eserinde  “Bilmiş ol ki; korku, gelecekte hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşma düşüncesiyle kalbin yanıp üzülmesi demektir” diyor.

Peygamber Efendimizin (S.A.V.),  “Müslüman, iki korku arasındadır. Birisi, geçmişinedir. Diğeri de geleceğinedir” buyurduğu gibi..  Bir sahabenin, “Cennet ile Cehennem arasında bir yol vardır. Oradan ancak Allah korkusuyla dökülen gözyaşlarıyla geçilir” dediği gibi..

Kul ile Allah arasında bir perde olan korku duygusu insanda nasıl meydana geliyor? Gazali, ”Korku hâli de diğerleri gibi, ilim, hâl ve âmelden meydana gelir” diyor. Peki biz, zayıf yaratılan insan olarak aslandan korkar mıyız? Yırtıcı ve parçalayıcı bir mahlûk olduğunu bildiğimiz için elbette korkarız.

Şehrimizde iki-üç gün esen rüzgârdan korkup, kaygı ve endişe duyduğumuz gibi..

Selden ve ateşten korktuğumuz gibi..

İlk başta mahiyetini bilmediğimiz CoVID-19 adlı virüsten, korona hastalarından son derece korktuğumuz, çekindiğimiz, psikolojik olarak ruhumuzda bir elem ve huzursuzluk duyduğumuz gibi..

***

Kur’ân-ı Kerîm’de havf kökünden gelen veya aynı anlamdaki diğer masdarlardan türeyen fiil ve isimler 124 yerde geçmekte; bunların yarısına yakını dünyevî korku ve kaygıları, diğerleri ise Allah korkusu, azap korkusu, âhiret kaygısı, günah işleme endişesi gibi dinî kaygıları ifade etmektedir. Bu âyetlerin birinde Allah Teâlâ, “İşte o şeytan yalnız kendi dostlarını korkutabilir. Şu halde onlardan korkmayın, benden korkun” buyurur (Âl-i İmrân 3/175).”

Kur’an bize; şeytandan değil, Allah’tan korkmamız gerektiğini söylüyor.

O zaman “kork sen Allah’tan korkmayan” ve ortalık yerde “âlim!” diye geçinen ve gezinen bilim müsveddelerinden…

Yüreğimizin Allah korkusuyla yanıp tutuşacağı mübarek bir Ramazan ayındayız. Çünkü, oruç kalkanıyla ayakları zincire vurulmuş şeytana ve içimizdeki zindana hapsettiğimiz nefsimize karşı O’nu en çok bilmemiz, tanımamız gereken rahmet günlerindeyiz.  

O’nu en çok bilenler, Allah’tan en çok korkanlar olduğuna göre; bütün peygamberler, Allah’tan korkarlardı. Resûl-i Ekrem; “Ben, Allah’tan en çok korkanınızım” buyurduğu gibi Allahû Teâlâ’da “Allah’tan kulları içinde ancak âlimler korkar” (Fâtır, 28) buyuruyor.

***

Reca, yani ümit de yukarıda belirtilen üç şeyden (hâl, ilim ve amel)meydana geliyor. İman tohumunu kalbine ekenler açısından Allah’tan hiçbir zaman ümit kesilmez.

Peki gerçek ümit ne?

Onu da Gazâlî’den dinleyelim: “Kul, iman tohumunu kalbine ekip onu tâat suyu ile suladıktan ve kötü huylardan temizledikten sonra, ölünceye kadar o tohumun kalpte kalmasını ve mağfirete ulaştıracak hüsn-i hâtime ile göçmesini Allah’tan dilemesine gerçek reca denir. Şayet, tâat ve ibadetle iman tohumunu beslemez, kötü huylarla kalbi bulandırır da dünya zevkine dalarsa, bundan sonra mağfiret beklemesi, ahmaklık ve aldanmaktır. Nitekim Resûl-i Ekrem; “Nefsini hevâsına tâbi kılıp şehevi arzularının peşinde ömrünü tükettikten sonra Allah’tan cennet isteyen ahmaktır” buyurmuştur. Bu gibiler hakkında Allahu Teâlâ da; “Sonra, arkalarından öyle bir nesil  geldi ki, namazı bıraktılar ve şehvetlerine uydular” (Meryem, 60) buyurdular.” Tam da günümüzü resimleyerek gözümüzün önüne koyan bir tablo!

Hâlbuki Hakk Teâlâ; bize, “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.” (Zümer,53) emriyle ümitsizliği yasaklamıştı. Ama televizyon ve gazete haberlerine bir bakıyorsunuz; ekonomik krizden dolayı, rızk endişesinden dolayı, iklim ve su kaynaklarının azalmasından dolayı ümitsizliği çağrıştıran haberlerle dolu! Günahlarının çokluğu kendisini ümitsizliğe düşüren bir adama Hz. Ali; “Allah’ın rahmetinden ümidini kesme, ümitsizlik, günahlarından çok daha büyüktür” dedi. Hz. Mevlâna: Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...” demiyor mu?

***

Birde son nefeste imansız ve dünya sevgisi ile gitmek var. Buna da “Sû-i hâtime” deniliyor. En büyük ve en korkunç olanı, can çekişme ıstırabı ânında gönülde şüphe veya inkârın galebe çalmasıdır. Bir diğeri de ölüm ânında dünyalıktan ve dünya zevklerinden bir şeyin gönlüne galebe çalması ve gözünün önünde canlandırarak onu düşünmesidir. “İnandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi ölürsün” ki, bu, çok tehlikeli bir durumdur.

Ümit ve korku arasında son nefesini verirken kelime-i şehadet getirmek veya “Lâ ilâhe illallah” demek ne kadar güzel bir şey.  Allah bize inandığımız gibi yaşamayı ve son nefesimizde de imanlı gitmeyi nasip etsin.

Rabbim bizi, dünyayı, ahiret için satanlardan eylesin. Yâni canlarımızı ve mallarımızı, cennet karşılığında satın almışlardan kılsın.

Günümüz Müslümanlarının en büyük sorunu; gençlerin imanının çalınması, sekülerleşme, 

yâni düyevîleşmedir.